Uğur Güney Subaşı: Zırh

Yazarlar

 İnsan Hakları Derneği’nin 2019 yılında yayınlanan raporuna göre Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da son 10 yılda zırhlı araç çarpması sonucu 16’sı çocuk tam 36 kişi hayatını kaybetmiş. Failler aynen Mihraç evlatta olduğu gibi hızlıca ifade verip bir çırpıda serbest bırakılmışlar.

Serbest bırakılıyorlar, serbest bırakılanlar serbest bırakılacaklarını çok iyi biliyorlar! Çünkü ama dikkatsizlikleri ama kötü niyetleriyle bu vahim kazalara sebebiyet veren polisler ya da askerler çok iyi biliyorlar ki, tıpkı kullandıkları o tuhaf, o sevimsiz araçları boydan boya kaplayan ağır zırhlar gibi; kendileri de kendilerinin iş vereni konumundaki mümtaz Devlet-i Aliyyemiz tarafından benzer bir koruma “zırhıyla” kaplanarak o lanet olası araçların direksiyonunun başına oturtuluyorlar. 

Tıpkı Kürt şehirlerini kendilerinin pervasızca atış talimleri yaptıkları “atış poligonları” zanneden bir takım keskin nişancıların, daha 13 yaşında olan güzel kızımız Cizreli Cemile’mizi “tam çocukluğundan” vurmalarına rağmen işledikleri bu vahşi cinayet sebebiyle başlarına hiçbir şey gelmeyecek olmasını, ki nitekim de gelmedi, gayet iyi bildikleri gibi..

 Tıpkı şarapnel parçalarıyla cansız bedeni dört bir yana dağılan Ceylan Önkol’un katil ya da katillerinin sanki hiçbir şey olmamış, hiçbir şey yaşanmamış, el kadar çocukların yerden toplanabilen cansız bedenlerinin parçaları analarının fistanlarının içerisinde taşınmamış gibi sebep oldukları bu trajedi karşısında hiçbir utanma, sıkılma ya da suçluluk hissetmeden görev başında “topuk selamı” vermeye hala devam ediyor olmaları gibi… 

 Tıpkı Roboski’de ekmekleri için yollara düşmüş 34 gariban köylüyü F16’ların ölüm teknolojisiyle tanıştırarak onların üzerine bomba olup yağan kahraman(!) pilotların ya da o pilotlara bu korkunç kıyımın emrini veren omzu kalabalık ama yüreği tenha komutanların hiç kimseye, hiçbir kuruma hesap vermedikleri gibi…

 Peki adına devlet dediğimiz buram buram Türk ve Sünni Müslümanlardan oluştuğunu gayet iyi bildiğimiz bu ırkçı ve mezhepçi organizasyon bazı yurttaşlarına karşı işlenen böylesine vahim suçlara karşı kendi memurlarını ya da görevlilerini çoğunlukla onları adaletten kaçırmak üzere kullanılan bir takım zırhlar bütünüyle donatmaya neden bu kadar heveskar davranıyor? 

 Yoksa devlet dediğimiz bu siyasi yapının en tepelerinde görev alanlar, ya da o devletin şu aralar taşeronluğunu üstlenen cari seçilmişler, adaleti tesis edemeyen veya etmek istemeyen bir devletin, dili, dini, ırkı ne olursa olsun kendi vatandaşlarının gözünde varlığının ve meşruiyetinin tartışmalı hale geleceğini öngöremiyorlar mı? Bir ırka, bir halka, yani Kürtlere, yetmedi Alevilere, o da yetmedi az sayıdaki gayrimüslimlere karşı duyulan bu asırlık nefretin devlet katındaki istihdamı bu kadar mı hayatidir ki, bu nefret uğruna adaletten, vicdandan ve devlet terbiyesinden bu kadar çok ve bu kadar iştahlı bir şekilde vazgeçilebiliyor?

Kolayca vazgeçiliyor, çünkü kahir ekseriyeti Türkler, çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek, solcu sağcı fark etmeksizin Kürt canının hiçbir kıymetinin olmadığını düşünüyorlar. Dolayısıyla kendileri açısından hiçbir kıymeti ya da önemi olmayan bir ırka mensup canların yok olmasını ya da bizatihi devletin memurları eliyle yok edilmesini hukukun veya adaletin konusu haline getirilmesini son derece fuzuli buluyorlar. 

Hal böyleyken, temel görevleri vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlamak olan; fakat vatandaş için giderek tehlikenin bizatihi kendisine dönüşen bazı kolluk kuvveti görevlilerinin özellikle Kürtlere karşı işledikleri suçların devlet eliyle göz göre göre hasır altı edilmesi toplumun genelinde son derece doğal karşılanıyor. Böylelikle hem gereksiz olarak görülen canların en azından bir kısmı sadeleştiriliyor, hem de Kürtlerin başını çektiği her nevi tehlikeli “ayrıksılara” karşı devlet ve toplum bazında sağlanan milli birlik ve beraberliğin coşkulu ateşi harlanıyor!

Peki o vakit sormak gerekmiyor mu, bir Türkün hayatını bir Kürdün hayatından bu kadar değerli ve önemli kılan nedir diye? Evet, nedir? Neden Kürtlerle eşit olmak Türkleri bu kadar korkutuyor ve rahatsız ediyor? Yoğurda su karıştırarak elde edilen milli içeceğimiz ayran dışında Türklerin dünya medeniyetine armağan ettiği hangi buluş ya da tarihi yenilik Tüklerin canını Kürtlerin canından çok daha kıymetli hale getiriyor? Evet soruyorum; giderek çok daha tahammül edilemez hale dönüşen bu kibrin, bu kendine hayranlığın kaynağı nedir?

Bir Türkün ölümüyle tüm Türkler hışımla ayağa kalkarken, bir değil bin Kürdün katledilmesi neden yeter sayıda Türkü hiçbir şekilde rahatsız etmiyor? Bir mucize gerçekleşse ve bu topraklarda yaşayan tüm Kürtler bir anda yok olsa, burası daha mı özgür, daha mı mutlu ve zengin bir ülke olacak? Bir vekilin kendisine toprağın üzerini, ölmüş annesine de toprağın altını dar etmekle ne kazandı bu devlet, ya da onun hizmetkarı haline dönüşen bu kindar millet? Bu kavganın, bu didişmenin sonu nereye varacak? 

                                                                                                                             

/2021. Adana .Eylül başlıyor. Çocuklar ölüyor./

 

İlginizi Çekebilir

Ali Engin Yurtsever: Kurdistan’da Kırmızı Pazartesi
Hakan Tahmaz: Görünürdeki yeni çözüm süreci değil   

Öne Çıkanlar