“Anayasa’nın ilk üç maddesiyle sorunumuz yok. Dil, eğitim ve öğretimle ilgili madde değişebilir. Anayasal vatandaşlıkta ise ‘Herkes Türk’tür’ denmez.”
Yeşil Sol Parti İstanbul milletvekili adayı ve İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı Türkdoğan ile P24’ten Aslıhan Gençay söyleşti.
Röportajın tamamı şöyle:
Seçimlere beş gün kaldı. Türkiye, ya kaldığı yerden devam edecek ya da yeni bir değişim sürecine girecek. Katılımcı demokrasinin zaten olmadığı ülkemizde, seçim süreci de iktidarın dozu gitgide artan söylemleriyle oldukça gergin geçiyor. Baskılardan en çok nasibini alan parti ise Yeşil Sol Parti.
2008 yılından bu yana İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanlığı görevini yürüten Öztürk Türkdoğan, Yeşil Sol Parti’nin İstanbul 1. bölgeden vekil adayı odu. Türkdoğan aynı zamanda 2013’te yaşanan çözüm sürecinde akil insanlar heyetinde de yer almıştı. Türkdoğan’la seçimleri, olası çözüm sürecini ve mecliste yapmak istediklerini konuştuk. Türkdoğan, önemli açıklamalar yaptı.
“Bir değişim olacak”
İnsan Hakları mücadelesinin önde gelen isimlerinden birisiniz, neden siyasete atılmaya karar verdiniz?
İnsan Hakları Derneği’nde uzun yıllar genel başkanlık ve eş başkanlık yaptım. Dernekteki görevimin son dönemindeydim. Bu sürenin büyük bir kısmında Kürt sorununun demokratik yollarla çözümü için barış çalışmalarına ağırlık verdim. Sürecin tıkandığı ve çatışmaların yaşandığı 8 yılın sonunda yeni bir barış sürecinin inşası için yapabilecek çok şey olduğunu düşündüm ve partinin teklifini kabul ettim. Barış çalışmalarını meclis temelinde daha iyi yapabileceğime inanıyorum.
Daha önceki çözüm sürecinde akil insanlar heyetindeydiniz. Seçim sonrası bir çözüm süreci mi öngörüyorsunuz?
Bazı konularda objektif değerlendirme yapmak gerekir. Kürt sorunundaki çatışmalı sürecin Türkiye’ye ekonomik maliyeti, İzzet Akyol’un bir çalışmasında tespit ettiği gibi, 2022 fiyatlarıyla 4 trilyon dolar. Türkiye’nin içinde bulunduğu ağır ekonomik krizin sebeplerinden biri de bu. Bu durum, toplumsal barışa zarar veriyor ve ciddi insani kayıplar yaratıyor. Bunu CHP de dâhil herkes görüyor.
Millet İttifakı ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununa bakışını nasıl buluyorsunuz?
CHP, Kürt sorununu çözme noktasında hem parti kongresinde bir karar aldı hem de Sayın Kılıçdaroğlu bunu defalarca deklare etti. Kürt siyasi hareketi ve Yeşil Sol Parti de zaten sadece iktidarı devirmek için değil, Sayın Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununu demokratik yollarla çözme kararlılığını gördüğünden onu destekleme kararı aldı. Bir değişim olacak. Sahada çalışma içerisindeyim ve görüyorum. Herkes ötekileştirme ve kavga dilinden bıktı, değişim ve barış istiyor. Bu yüzden Türkiye bir değişim sürecine giriyor.
“İktidar kayıt dışı ekonomiyi teşvik ediyor”
Peki, olası bir çözüm süreci nasıl şekillenecek size göre?
Yeni bir barış sürecinin inşasında, Türkiye kendi modelini yaratacaktır. 2013-2015 dönemi bize çok deneyim kattı. Hem parlamento zemininde yapılacak çok şey var hem de Kürt siyasi hareketiyle ve Kürt halkının lideri olarak gördüğü Abdullah Öcalan’la girilecek diyaloglar çok önemli. Komplike bir süreç bu ve tek yönlü bakılmaması gerekir. Çoklu saç ayağı da diyebiliriz kısaca. Değişimle birlikte yeni süreç hızla devreye girecektir. Şu anda PKK tarafından herhangi bir eylem yapmama kararının açıklanması önemlidir. Bu aslında Kürt tarafının, sorunun demokratik siyasetle çözülmesi noktasında tutumunu da ortaya koyuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP, MHP, ulusalcılar ve “ulusolcular”, 8 yıldır bir savaş siyaseti yürütüyorlar. Bu savaş siyaseti Türkiye’yi bitirmiş ve çürütmüştür. Türkiye, tüm kazanımlarını tehdit eden bir noktaya geldi ve bunu hem halklar hem siyasetçiler görüyor. Şimdi taktiksel olarak yaptıkları bazı girişimler, elbette ki sonuç vermeyecektir. Yeni parlamentonun oluşmasıyla birlikte barış süreci yaşanacak ve bizler de bu sürece elimizden gelen tüm katkıyı sunacağız.
Yeni meclis aritmetiği nasıl olur sizce, Yeşil Sol kaç milletvekili çıkarır?
Şu anda hedefimiz yüz vekil çıkarmak. Şayet seçim ve sandık güvenliği konusunda daha titiz olur, sıkı bir çalışma yapabilirsek milletvekili sayımız kesinlikle doksanın altına düşmez. Yüz vekil hedefinin de gerçekçi olduğunu düşünüyorum. Halkımız hazır, bizim tek handikabımız, çok fazla parti kadromuzun hapishanede olması, pek çok parti kadromuz hakkında yakalama kararları bulunması ve birçok kadromuzun yurtdışına çıkmak zorunda kalması. Büyük bir baskı ve tehdit altındayız ama buna rağmen yüz vekili yakalamamız an meselesi. Eğer diğer partiler gibi çalışma imkânımız olsaydı, oy oranımız yüzde 20’nin altına düşmez, vekil sayımız 150’nin üzerine çıkardı. Sayın Demirtaş ve arkadaşlarının dışarıda olduğunu düşünebiliyor musunuz?
Demirtaş, Twitter’dan bu kadar etkili olabiliyorsa dışarıda olsaydı neler yapacak tahmin edebiliyoruz evet. Halk hazır, dediniz, halkın durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Baskılara rağmen gördüğümüz ilgi, insanlarda büyük bir değişim isteği olduğunu gösteriyor. Toplum gerçekten kavgadan bıktı ve ekonomik krizi çok ciddi olarak yaşıyor. Bunun sebebi sadece yanlış ekonomik politikalar değil, aynı zamanda iktidarın savaşı sürdürmek için kayıt dışı ekonomiyi teşvik etmesi. Kayıt dışı gelirlerle savaşı finanse etmeye kalkarsanız olacağı budur. Türkiye’deki ekonomistleri ekonomik krizi, bu eksende de anlatmaya davet ediyorum. 90’lı yıllarda Türkiye bunları yaşadı. O yıllarda da devlet, kirli savaşı desteklemek için kayıt dışılığı teşvik etti ve çeteleşti. Şimdi yine aynı ekip aynı yöntemle çalışıyor. Mehmet Ağar yine bu iktidarın içinde, Tansu Çiller bu iktidarı destekliyor. Savaşı finanse etmek için kayıt dışılığı teşvik ediyorlar. Siz kayıt dışılığı teşvik ederseniz, her türlü kirli para ülkeye gelir. Sayın Kılıçdaroğlu ne diyor, “Kirli parayı kovacak, temiz parayı getireceğim.”
“AKP Suriye’de hegemonya kurmak istedi”
Geçmişte AK Parti’yle yürütülen çözüm sürecinde de herkes umutluydu. O dönem açısından iktidarı hangi konularda hatalı buluyorsunuz?
2013-2015 süreci, 2006’da başlayan Oslo sürecinin devamıydı. Türkiye, Kürt meselesinin çözümü konusunda stratejik bir hata yaptı. Kürt sorununu demokratik yolla çözmek yerine, Orta Doğu’da bir hegemonya kurma stratejisi izledi. Bu, Kürtleri ve Şiileri kendi hegemonyasına alma stratejisiydi. İktidarın stratejisi, toplumsal gerçeklikle uyuşmadı ve Türkiye’nin hem iç hem de dış politikası iflas etti. Hâlbuki Abdullah Öcalan’ın demokratik konfederalizm tezine göre; Türkiye, Suriye, Irak ve İran, ortak halklara sahip oldukları için rahatlıkla barış içinde bir Orta Doğu birliği oluşturabilirlerdi. Fakat AKP tersini yapmayı tercih etti ve bazı şeyleri birlikte inşa etme yerine hegemonya kurma peşine düştü.
Peki, sizce AK Parti sürecin başından itibaren samimiyetsiz miydi, böyle bir strateji uygulamayı mı planlıyordu?
Bu hegemonya stratejisi, samimiyetsizliğin göstergesi oldu. İkinci olarak da eğer samimi olsalardı, görüştükleri muhataplarının uygun koşullara sahip olmasını sağlarlardı. Biz akil insanlar heyetindeyken bunları çok söyledik. Görüşmeler ve süreçler, hep Abdullah Öcalan üzerinden yürütüldü. Muhatap Abdullah Öcalan’dı. Biz de dedik ki, Abdullah Öcalan’ı görüşmeleri yürütecek uygun koşullara kavuşturmalısınız. Bunu yapmadılar. Çeşitli yol kazalarından bahsediliyor ya, eğer siz muhatabınıza, kendi kitlesini ve örgütünü doğrudan doğruya etkileyecek bir pozisyon yaratmazsanız tabii ki yol kazalarına sebep olursunuz. Metot yanlıştı.
Nasıl olmalıydı?
Güney Afrika ve Nelson Mandela örneğini verebilirim. Siz Abdullah Öcalan’la bu işleri yürütecekseniz, onu ev hapsine almalısınız ve onun kendi kitlesiyle doğrudan doğruya görüşme imkânlarını yaratmalısınız. Bu yapılmadığı için sürecin yürümeyeceği zaten belliydi.
“Öcalan istemeden örgüt silah bırakmaz”
Diğer sorunlar nelerdi?
Bu hegemonya siyasetinin sonucu olarak Suriye konusundaki anlaşmazlık, her iki tarafın kırmızı çizgisiydi. Bir uzlaşma olmadığından, ilerleme de olamayacaktı. Silahsızlandırma, uluslararası üçüncü göz ve AKP ile HDP’nin siyaseten iş birliği yapması konularında da anlaşmazlıklar vardı. Şimdi tüm bu sürecin getirilip siyasetçilerin bazı söylemlerine bağlanması, çok ucuz bir siyaset tarzı. Görüşmelerin neden tıkandığını kimse konuşmuyor. Asıl sorun, AKP’nin Orta Doğu’da hegemonya kurma siyasetidir.
Öcalan’ın çözüm sürecinde aktif rol alması, kutuplaşan Türkiye’de ortamın terörize edilmesine yol açmaz mı?
Millet İttifakı; Kürtlerin tüm taleplerini yerine getiriyorum, anadilde eğitim hakkını tanıyorum, anayasal vatandaşlığa geçiyorum, Avrupa yerel yönetim özerklik şartını olduğu gibi uyguluyorum, derse zaten kimseyle görüşmeye gerek kalmaz. Bunu Kürtler anlayışla karşılar. Ama durum böyle değil. HDP yerine seçime giren Yeşil Sol Parti var ve bu parti çok güçlü bir meclis grubu kuracak. Meclis temelinde onlarla görüşeceksiniz. İkincisi; Türkiye, Suriye, İran, Irak, Avrupa ve tüm dünya diasporasındaki Kürt halkının ağırlıklı çoğunluğu, Abdullah Öcalan’ı liderleri olarak görüyor. Şimdi siz bir halkın liderini hiç muhatap almadan bu sorunu nasıl çözeceksiniz? PKK ile Türkiye, 1984’ten bu yana savaş hâlinde ve örgütün lideri hapishanede. Bu örgüte silah bıraktıracaksanız muhatabınız yine Abdullah Öcalan’dır. Öcalan istemeden örgüt silah bırakmaz ki. Bunlar dünyada da hep böyle oldu. Siyasetçilerin Abdullah Öcalan üzerinden spekülasyon yapmaları çok yanlış.
Eğer AKP İmralı’ya heyet göndermiş ve sonuç alamamışsa nedeni, 2019 sürecini çok yanlış yönetmesidir. Abdullah Öcalan’ın pozisyonunu, onun haklarını ihlal ederek araçsallaştırırsanız, böyle bir sonuçla karşılaşırsınız. Siz öncelikle onun avukatı ve ailesiyle görüş hakkını tanımak zorundasınız. İki yıldan fazladır avukatları ve ailesiyle görüştürmez, sonra “Seçim geldi, hadi oturup konuşalım.” derseniz tabii ki sonuç alamazsınız. Seçimden sonra gelecek iktidar ve Sayın Kılıçdaroğlu, elbette bu meseleye eğilecektir. Meclis zemininde komisyonlar kurulacaktır ama devletten veya milletvekilleriyle sivil toplumdan bir heyet, mutlaka İmralı’ya giderek Abdullah Öcalan’la görüşmelidir. Ayrıca Abdullah Öcalan’la ilgili AİHM’in umut hakkı kapsamında verdiği bir karar var, zaten ölünceye kadar hapiste tutulamaz.
“Kürtlerin talepleri demokratik”
Anayasa değişikliği de istiyorsunuz, çözüm süreci kapsamında nasıl bir anayasa talebiniz var?
Anayasa değişikliğinden önce bir yol temizliğinin yapılması gerekir. Bunun başında ifade özgürlüğü geliyor. İfade özgürlüğü önündeki tüm engeller kaldırılmalı. Her konunun rahat bir şekilde kamuoyu önünde tartışılması gerekiyor ve bu da basın ve ifade özgürlüğünden geçiyor.
Hangi konularda bir Anayasa değişikliği yapılmalı diyorsunuz?
Anayasa’nın ilk üç maddesi değiştirilmeden, dil, eğitim ve öğretimle ilgili madde değiştirilebilir. Kimse ilk üç maddeyi ve resmî dili değiştirin demiyor. Eğitim ve öğretim maddesinin değiştirilmesiyle sadece Kürtler de değil, ülkedeki tüm halklar kendi anadillerinde eğitim öğretim yapabilir. Bu insan haklarının gereğidir.
Anayasal vatandaşlık söz konusu olduğunda ise “Herkes Türk’tür” demenin bir gereği kalmaz. Zaten devlet Türkiye Cumhuriyeti devleti. Kimsenin de bayrakla, başkentle, resmî dilin Türkçe olmasıyla ilgili bir sorunu yok.
Diğeri bir konu ise yerel yönetimlerdir. 1921 Anayasası’nda muhtariyet vardı. Yaşadığımız çağda yerel yönetimlere yetki vermek zorundasınız. Deprem bunun göstergesi oldu. Kahramanmaraş depremlerinde, devlet de enkazda kaldı, belediyeler de. Yerel yönetimlere bazı yetkileri vermelisiniz. Mesela ben iki haftadır İstanbul’da seçim kampanyası yapıyorum. İstanbul’daki seçmenlerimizin oylarına talibiz ama gidip İstanbul adına Ankara’da olacağız. Bırakın İstanbul da birçok konuda kendini yönetsin. Türkiye’nin artık bu kafayı değiştirmesi gerekir ve bunların Kürt meselesiyle hiçbir alakası yok. Demokrasiyle ilgili konular. Kürt hareketinin talepleri, demokrasi talepleridir ve aslında başka bir talep de yoktur. Devir değişti ve Kürtler, “Biz bir ulus devlet kurmak istemiyoruz.” diyor. Birileri de savaşı dayatarak ısrarla Kürtlere ulus devlet kurdurtmak istiyor. Bu çatışma ve savaş siyasetinin sona ermesi gerekir.
“TMK kaldırılmalı”
Türkiye’de çok büyük insan hakları sıkıntıları var. Mecliste hangi sorunları öncelikli olarak gündeme alacaksınız?
Elbette cezaevlerinden başlanacak. AKP MHP, infaz rejimini çok sertleştirdi. İnfaz sisteminin BM’nin Mandela kurallarına göre yeni baştan ele alınması gerekir. İfade özgürlüğü mutlaktır ve Terörle Mücadele Kanunu denen belayla özel yargılama sistemlerinden Türkiye’nin kurtulması gerekir. İşkence ve kötü muamele konusunda yasal olarak atılan adımlar oldu ama işkence yapanları koruyacak kanunlar da yapıldı. Bunların ayıklanması ve cezasızlıkla mücadele kapsamında birçok kanunun değişmesi gerekiyor. İnsanlığa karşı işlenmiş suçlarda zaman aşımının ortadan kaldırılması ve AİHM kararlarına uygun davranılması da gerekir. İktidar değiştiğinde zaten toplantı ve gösteri hakkı, 2015’teki gibi olacak.
TCK, Ceza Muhakemeleri Kanunu, İnfaz Kanunu ve Yargılama Usulleriyle İlgili Kanun’da da insan haklarından yana değişiklikler yapılmalı.
Demokratik yasal haklarını kullandıkları için ceza alan ve cezaevinde bulunan pek çok insan var. Bir genel af talebiniz olacak mı?
Bu konu insan hakları alanında çok konuşuluyor ama birçok açıdan ele alınması gerekir. İnsanlığa karşı suçlarda genel af olmamalı. Sadece infaz düzenlemeleri olabilir. Kadına ve çocuğa yönelik şiddette, taciz, tecavüzlerde de sadece infaza dair düzenlemeler yapılabilir. Bu nedenle tek bir başlık altında konuşmak doğru değil. Deprem felaketini yeni yaşadık ve o felakete sebep olanlar ortadayken bu konunun gündeme getirilmesi, vicdanları rahatsız eder.
Genel af tartışmaları, kapsamlı bir geçiş ve çözüm döneminde olur. Kürt sorununda barışçıl ve demokratik çözümle ilgili gerçek anlamda adım atılırsa, bir daha geriye dönülmeyecek şekilde kapsamlı düzenlemeler de yapılır. O süreçte geçmişle yüzleşme ve onarıcı adalet kavramları üzerinde tartışabiliriz. Benim gibi bir insan hakları savunucusu, bu konuda yekten bir cümle kullanamaz.
“Selahattin Demirtaş tahliye edilmeli”
Acil ve öncelikli olarak cezaevinden çıkması gerekenler kimlerdir sizce?
Hakkında AİHM kararları bulunan ve zaten hapiste olmaması gereken Selahattin Demirtaş tahliye edilmeli. Yine haklarında AİHM kararı olan tutuklu milletvekillerinin, Osman Kavala’nın, Gezi’den tutuklananların, Selçuk Kozağaçlı ve avukat arkadaşların dışarıda olması gerekir. Bunular için herhangi bir kanun değiştirmeye de gerek yok. Siyasi iktidarın yargı üzerindeki baskısını çektiğinizde, birebir kararların yanı sıra emsal alınacak AYM ve AİHM kararlarıyla zaten bu insanlar tahliye olacaktır. Acil konular arasında KHK meselesi de var. KHK’lar iptal edilecek, KHK ile işlerinden atılan insanlar görevlerine dönecek ve itibarları iade edilecek. Bu insanlarla ilgili yargılama yapılacaksa adalete uygun olacak. Türkiye’nin KHK rezaletinin sonuçlarını ortadan kaldırması gerekiyor.
Son dönemde iktidarın kutuplaştırıcı dilinin etkisiyle sahadan provokatif saldırı haberleri geliyor. Daha ciddi provokasyonlar bekliyor musunuz ve halka herhangi bir çağrınız var mı?
Sahadan edindiğim izlenim, iktidar ne yaparsa yapsın halk provokasyona gelmiyor. İstedikleri sonucu alamazlar çünkü halk bıktı bu işlerden.
Yol yakınken iktidara değil kamu görevlilerine; kolluk görevlilerine, istihbarat görevlilerine, hâkimlere, savcılara, valilere, kaymakamlara ve emniyet müdürlerine buradan sesleniyorum: İktidar değişecek, sakın ha bu provokasyonlara izin vermeyin. Sakın ha onlara uymayın. Kanunlar neyse onu yapın, kanunsuz emri uygulamayın.