ABD’nin Taliban ile anlaşmalı bir şekilde Afganistan’dan çekilmesi ve Taliban’ın herhangi bir dirençle karşılaşmadan şehirleri ele geçirmesi sonrasında, Afganistan tamamen Taliban yönetimine girmiş oldu ve Taliban “Afganistan İslam Emirliği”ni ilan ettiğini açıkladı. ABD’nin bu kararı nasıl aldığını Biden düzenlediği basın açıklamasında, ABD’nin kendine yönelik saldırıları engellemek için orada olduğu ve orada demokrasi oluşturmak gibi bir hedeflerinin olmadığı şeklinde açıkladı. Bu açıklama, ABD’nin Ortadoğu politikasının yarınına dair de önemli ipuçları barındırıyor. Bu açıklamaları en yakından takip eden ilk ülke şüphesiz ki Irak.
ABD, Irak’ta bulunan 2500 civarındaki askerini yıl sonuna kadar çekmeyi planladığını daha önce açıklamıştı. ABD, Irak’taki varlığını DAİŞ’le mücadele olarak açıklasa da, Kasım Süleymani’ye yönelik suikast sonrasında Irak’ta bulunan şiiler ABD’nin askeri varlığının rahatsızlık yarattığını her fırsatta dile getiriyorlar. Irak Başbakanı Mustafa El-Kazımi’nin 26 Temmuz’da ABD Başkanı Biden ile beyaz sarayda yaptığı görüşmede bu rahatsızlığı ilk elden aktardığı basına yansıdı. Düzenlenen basın açıklamasında Biden’ın, ABD askerlerinin DAİŞ ile mücadele için Irak’ta olduğunu ve yıl sonuna kadar görevleri kalmayacağını açıklaması, Şii’lerin rahatsızlığına bir cevap olarak okundu. Afganistan’dan ABD’nin çekilmesi sonrasında ortaya çıkan tablonun, ABD’nin Irak’tan çekilmesi sonrasında yaşanması beklenmiyor, ancak orada da değişimler yaşanması kaçınılmaz. İran’ın Irak üzerindeki etkisi ilk defa hiç olmadığı kadar belirgin bir düzeye çıkacaktır.
ABD’nin Irak ve Afganistan’dan sonra İran’a müdahale edeceği, bu müdahalenin de zeminini hazırlamak için bir planı olduğu ve bu plan doğrultusunda çalıştığına dair bilgiler mevcuttu. Bu bağlamda Kandil’in boşaltılarak, o bölgenin İran’a karşı mevzi olarak kullanılmak istediği konuşuluyordu. PKK’nin de ABD’nin bu planına uymaya zorlandığı, aksi hâlde Kandil’in ABD desteği ile zorla boşaltılacağına dair söylentiler de bulunuyordu. Türkiye’nin de ABD’nin bu planına göre mevzilendiği, o nedenle de sadece Kandil’de değil, Güney Kürdistan’da da üstlenerek, hem Kandil’in boşaltılması için hem de Güney Kürdistan’ın statüsünü kaybetmesi için adımlar attığı ise gün gibi açık bir gerçek olarak karşımızda duruyor. İran’ın ise ABD’nin bölgedeki hesaplarını Irak ve Suriye üzerinden boşa düşürmeye yönelik çalışmaları olduğu belirtiliyordu. Özellikle de ABD’nin İran içindeki güçleri ayaklanmaya ve iç savaşa teşvik etmesi karşısında İran’ın, Irak’taki istikrarsızlık kozunu her defasında öne sürdüğü, Irak’taki ABD üslerine yönelik saldırıları arttırdığı iddia ediliyordu.
ABD’nin Ortadoğu’dan çıkmayacağı ve krizi derinleştirerek müdahale zemini yaratacağına dair kanılar ve bunun üzerine gelişen tüm planlar, ABD’nin Afganistan’dan ayrılması sonrasında bambaşka bir boyut kazandı. Ortadoğu’da dengeler Taliban’ın Kabil’e girdiği 15 Ağustos 2021 tarihi itibariyle yeniden oluşmaya başladı. Peki ABD’nin izlediği politikaya göre şekillenen dengeler ne kadar değişecek? Özellikle de Kürtler açısından ne değişecek? İlk soruya bugünden cevap vermek çok güç, çünkü şu an ortaya çıkan konjoktür sadece Ortadoğu’da var olan devletleri değil, Ortadoğu’daki tüm aktörleri, dengeleri değiştirebilecek bir noktaya taşıdı.
Buna hem merkezi politika izleyen bir devlet olarak ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi hem de devlet dışı bir aktör olarak Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirmesi neden oldu.. Bu konjoktürde İran destekli güçlerin daha etkili olacağını söylemek güç değil. Bu hem Irak’taki hem de Suriye’deki dengeleri kökten değiştirecektir. Taliban ile birlikte sünni radikal islamın ve DAİŞ zihniyetinin yeniden güçleneceğini, Afganistan’ın radikal islamcılar için yeni üs alanı olacağını söylemek de güç değil. ABD destekli yapıların ise saldırıya daha açık bir hâle geldiğini son birkaç günde yaşanan gelişmelerden çıkan ilk sonuçlardan biri olarak sıralayabiliriz. Bir diğer önemli sonuç, ABD’nin İran’a yönelik müdahale ve saldırı planlarını, Afganistan’dan çekilerek askıya aldığı gerçeği. Dahası ABD’nin zaten böyle bir planı olmadığı, vekaleten bazı güçleri İran üzerine sürerek ya da içeride desteklediği gruplarla krizi derinleştirerek siyasal müdahaleyi amaçladıkları ortaya çıktı. Bu durum İran içinde değişim isteyen kesimlere yönelik müdahalenin önümüzdeki dönemde sertleşeceğinin de bir işareti.
Kürtler açısından neyin değişeceğine ilk olarak Kandil’e yönelik planlar çerçevesinde bakılabilir. ABD’nin, PKK’yi İran’a karşı kullanma isteğine PKK’nin hayır dediğini ve buna karşı çıktığını biliyoruz. O nedenle de ABD’nin Kandil’in boşaltılmasına yönelik bir plan hazırladığını, o bölgeyi İran’a yönelik saldırıların üssü olarak kullanmak istediği de bilinen bir durum. PKK’nin Rojava üzerinden siyasallaşması olarak tanımlanan plan, esas olarak o bölgeye İran karşıtı güçlerin yerleştirilmesi amacıyla hazırlanan bir saldırı konsepti. Bu planın hem PKK’nin kararıyla hem de ABD’nin Afganistan’dan çekilme kararıyla boşa düştüğünü söylemek mümkün. Burada PKK için yeni olan tehlike, ortaya çıkan konjoktürde Türkiye ile İran’ın anlaşma olasılığı.
Suriye özelinde henüz farklı dengeler oluşmuş değil, ancak Rojava’nın her zamankinden daha çok saldırıya açık hale geldiğini söylmek mümkün. Rojava’da ABD başta olmak üzere DAİŞ karşıtı koalisyonla girilen işbirliği, ABD karşıtı güçlerin Rojava’yı daha çok hedefine alacağının işaretlerini barındırıyor. Bu noktada Rojava için en büyük tehlike her zamanki gibi Türkiye. AKP hükümeti, Taliban ile işbirliği geliştirerek, dünya ile Taliban arasında siyasal arabulucu rolü üstlenmek istiyor. Hem Taliban’dan kaçan Afganistanlıların Türkiye’de üstlenmesi hem de Taliban ile aracı olunması, AKP’ye arayıp da bulamadığı rolü yeniden kazandırıyor, uluslararası desteğini arttırma imkanı ortaya çıkarıyor. AKP-MHP iktidarı, elde edecekleri bu gücü, Rojava’nın statüsünü engellemek ve dahası oraya yeni saldırılar düzenlemek için kullanmaktan çekinmeyecektir.
Buna, İran ile de yeni ilişkiler geliştirerek, Kürtlerin Suriye’deki ittifak alanlarını daraltmak da dahil. Kürtler, DAİŞ karşısında elde ettikleri başarılı savaş sonrasında Taliban’ın ve Taliban yönetiminde eğitim alacak olan radikal islamcıların hedefi haline getirilebilirler. Bu noktada Rojava’nın statüsünün tanınması ve karşı karşıya kaldığı tehlikeler karşısında uluslararası tanınma sürecini hızlandırılması her zamankinden daha önemli hâle geliyor. Uluslararası tanınırlılık bir an önce sağlanmadan Rojava’ya yönelik Türkiye ve Taliban destekli saldırılar yıkıcı sonuçlara yol açabilir. Nitekim son günlerde Türkiye’nin Rojava’ya yönelik saldırıları da bu yeni konseptin işaretlerini veriyor.
Herkesin bu süreçte Rojava’daki kazanımlar etrafında kenetlenmesinde ve Rojava’nın statüsünün tanınmasına katkı sunmasında tarihi bir gereklilik var.