Zülküf Kurt: Cümlenin gecesi

Yazarlar

İki uç arasında kalmaktansa bir nehirde akmayı tercih ediyorum ben de, herkes gibi. İki pencereden birine değil, iki pencerenin ortasındaki duvara, orada öylece bekleyen yalnızlığa daha çok gark oluyorum. Uçsuz bucaksız tarlalara, ufkunda güneşin yükselip battığı denizlere değil, yol ortasında biriken su birikintilerine, açılmış çukurlara daha çok dalıyorum.

Büyük sözlerin rüyalı derinlikleri beni sarmıyor. En sade kelimeleri düşünmeyi daha çok seviyorum. Boyalı, desenli duvarları değil, sıvası henüz yeni atılan duvarları daha sıcak buluyorum. Meblağı sınırsız paralara değil, başı sonu belli yoksulluğa daha çok alışkınım.

Önümdeki tüm ikili seçeneklerde neyin beni daha çok cezbettiğini bilsem de, tüm olasılıkların peşinden gitmekten, hızdan, aradığım şey bir adım sonrasındaymış gibi koşmaktan kendimi alamıyorum.

Her mevsim geçişinde yaşanan baş ağrıları, hâlsizlikler. Bunlar da olmasa bitki böcekten kendimizi ayıran kibrimize halel gelmeyecek oysa. Doğanın doğumu, yeni başlangıç umutlarını içimize dolduran güneşle çiçekleniyor. Üzerimizdeki ölü toprağını atar gibi atılıyoruz her şeye. Sokaklara, işlere, yollara böyle çıkıyoruz.

Her yeni başlangıç, her başlangıcın hücresinde barındırdığı zaman aralığında, yeniden yeniden doğuyoruz. Bahar aralığı… Öncesi ve sonrası arasında kalan o boşluk, iki pencere arasında asılı kalan duvar gibi…

Ne yaşadığı zamanda olan ne de geçmişinde kalabilen insanlardan fersah fersah uzaklaşıyorum. Bir insanın hangi zamana ait olduğunu unutmasını asla kabullenemiyorum. Onları sarsıp kendine getirecek enerjiyi de kendimde bulamıyorum. Yaşanacak sarsıntı onu bir tercihe zorlamayacak ancak ben sarstıkça zamanım daha da silikleşecek, bunu hissediyorum.

Tahammülsüzlüğüm korkuyla, korku kaçışla, kaçış benden daha karmaşık olanları yeniden keşfettiğim, bitmez bir döngüye giriyor. Şimdi hangi zamana doğru yol almalıyım? Geçmişten geleceğe uzanan bu cetvelin neresindeyim? Cetvelin silinen ölçülerinde olmak, bir bahar aralığında yaşamak gibi…

Bir karara varmanın, karar vermenin arefesinde yaşanan nostalji. Nostaljinin değerli kıldığı anlar, buzlu, vazelinli camlarla çekilen filmler. Bir adım sonrasında geçmişte kalacak olanın bize hissettirdiği yaşanmışlık duygusu. Başlarken hissedilmeyen şeyin, biterken hissedilmesi. Nostaljinin bizi esir aldığı aralıklar. Şiirler, sokaklar ve ışıklar. Yarının umut değil umutsuzluk, başlangıç değil bitiş olduğunu anlatan nostaljiye sarılışımız. Bir yalana inanmakla, gerçeğe sıkışmak arasında kalan soluk sarı bir renk. Nostalji, kendi büyüsünü sirayet ettiği her şeyi yeniden soluklaştırıyor. Kırtasiyelerde eşantiyon olarak verilen bir cetveli bile…

Masallarda yola düşen yolcuların aştığı yollar, geçilen dağlar, su içilen nehirler, pınarlar, kuzuların oynadığı çayırlar. Ayın on dördü kadar güzel kadınlarla yaşanan karşılaşmalar, ilk karşılaşmalarda yaşanan aşklar. Kayıp hazinenin diplerine gömüldüğü denizler, denizleri gören kulelerde yaşanan yalnızlıklar. Şehriyar uyuduğunda geçen tehlikeler. Biz uyuduğumuzda biten günler. Bir sonraki gün yeniden başlayan her şey.

Ne başlamak ne de bitmek cezbetmiyor, ikisi arasında olan biten kadar. İki uç arasında kalmaktansa bir nehirde akmayı tercih ediyorum ben de, herkes gibi, beni cezbeden tüm her şeyden uzakta. Çünkü bir gün Şehriyar hayatta kalmak için anlatmak zorunda kalırsa, hikâyesinin bir geceyi doldurmayacağını biliyorum…

Kısa kısa

Rejim krizi aşılmazsa darbe gelişebilir

3 Nisan gecesi emekli 104 Amiralin yayınladığı ve “Montrö Bildirisi” olarak yayınlanan bildirideki darbe imaları nedeniyle 10 amiral gözaltına alınırken, cüppeyle namaz kıldığı belirtilen amirale soruşturma açıldığı belirtildi. Buna ek olarak Ayasofya imamı istifa ettiğini açıkladı.

Yayınlanan bildiride, “Aksi halde, Türkiye Cumhuriyeti, tarihte örnekleri olan, bunalımlı ve bekası için en tehlikeli olayları yaşama risk ve tehdidi ile karşılaşabilecektir.” denilerek, darbeye açıkça vurgu yapılıyor. Muhalefet partileri AKP ile aynı dili kullanmamak adına metinden zorla darbe iması çıkarıldığını dile getiriyor. AKP’nin yarattığı tahribat, yıkım ve kutuplaşma darbeye karşı duruşları oldukça silikleştiriyor.

2015’ten önce böyle bir açıklama yapılsaydı, bütün partiler bu bildiriyi bir muhtıra olarak değerlendirip, karşı çıkarlardı. Ancak bu defa öyle olmadı. Bunda AKP’nin yarattığı kutuplaşma ve hukuk tanımamazlık en temel etken. Ancak bu bile ilkesel duruştan taviz vermeyi gerektirmez.

Erdoğan, geçmişte Cemaate güvenerek, Ergenekonculara karşı esip gürlerken, bakanlar kurulu sonrasında yaptığı açıklamada oldukça temkinli bir dil kullandı. Bildiriyi de, cüppeyle namaz kılan amirali de eleştirdi. AKP’liler her ne kadar 15 Temmuz’da kitlelerin sokağa çıkışını örnek gösterse de, bu defa işlerin farklı olacağının farkında.

Bugün emareleri görülen ve darbe için zemin yaratan güçlerin, DAİŞ’e karşı bir itirazları olup olmadığı bilinmediği gibi Suriye’de Kürt halkına yönelik katliam ve işgal girişimlerine karşı da bir itirazları bulunmuyor. Dahası bu güçlerin hem Türkiye’de hem de Suriye’de Kürtlerin, Fırat’ın doğusuna çekilmesi planları altında imzaları bulunuyor.

Bildirinin en önemli özelliği, darbe mekaniğinin işlediğini net şekilde ortaya çıkarmasıdır. AKP’ye karşı bir askeri darbe desteklenemez. İkisi de başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye’deki tüm halklara baskıdan başka bir şey getirmez. Yaşanan bu durum, rejim krizinin bir sonucu. Bu krizin aşılması için kendi içlerinde uzlaşamazlarsa darbe gerçekleşebilir. Bu noktada halkı, askeri darbeye karşı korumak oldukça önemli olacaktır.

Darbeye karşı HDK

HDP, açılan kapatma davası sonrasında hızlı bir politik toparlanmayla “Üçüncü yol” çizgisine geri döndüğünün mesajlarını veriyor. En son partisinin il eş başkanları toplantısında konuşan HDP Eş Genel Başkan Pervin Buldan, “Devletçi iki bloğa karşı Üçüncü Yol siyasetini büyüteceğiz” açıklamasında bulundu. HDP’nin hem demokrasi bloğunu güçlendirmesi hem de sokakta örgütlenmesi için HDK’ye dönüş yapması belki de her zamankinden daha fazla aciliyet arzediyor. HDP’yi bağrından çıkaran HDK, hem partiyi savunacak bileşen yapısına ve gücüne sahip hem de kapanması durumunda daha güçlü bir bileşen yapısıyla yeniden kuracak gücün de kendisi.

Dahası HDK, Demokrasi İttifak’ın hem temsilcisi hem de bunu geliştirecek olan yerin adresidir. Gezi direnişinden bugüne bakıldığında HDK, tarihindeki en büyük kitleselleşme fırsatıyla karşı karşıya. Toplumun alışık olmadığı kongre tarzı örgütlenme; partisel örgütlülüğün tıkanması, partilerin kitleleri kapsamada dar ya da yetersiz kalması ya da bugün yaşandığı gibi parti örgütlülüğünün yasaklanmak istenmesine karşı oluşturulmuş bir emniyet supabıdır.

Dahası HDK, Kürt hareketi Fırat’ın doğusu sıkıştırmak isteyen projeye karşı da kurgulanmıştır. HDK’nin kurgulanışında DBP ve DTK, HDK bileşeni olarak adlandırıldı. Ancak şimdiye kadar DBP ve DTK, HDK bileşeni olarak değil, kendi özgün yapıları adına faaliyet yürüttüler. Geldiğimiz aşamada DBP ve DTK’nın, HDK’nin bir bileşeni olarak faaliyet yürütmesi, Kürt Hareketi ile Türkiye Devrimci hareketi arasındaki bağı canlı kılmanın yanında, Kürdistan’a sıkışma tehlikesinin tekrar yaşanmasını da engelleyecektir.

Türkiye genelinde askeri darbe gerçekleşsin ya da gerçekleşmesin, Türkiye halkları zaten darbe koşullarında yaşamaya mahkûm edilmiş durumda. Halkı darbeye karşı da ancak örgütlülük koruyabilir. Bunu da ancak bugünkü koşullar öngörülerek kurgulanmış HDK başarabilir.

 

 

 

 

 

 

 

 

İlginizi Çekebilir

Suna Arev: Luisen Meydanı
Uğur Güney Subaşı: Tanıdınız mı?

Öne Çıkanlar