Erdoğan-Biden arasındaki görüşme öncesinde Ortadoğu’da Kürt kazanımlarına karşı provokasyonların gelişebileceği, bu provokasyonlar sonrasında oluşabilecek yeni ihtimallere göre planlar yapıldığı, Kürt kazanımlarını hedefleyen bu planların onayının da Biden’dan alınmak istendiği bir dönemin içinden geçiyoruz. Nitekim 5 Haziran’da Metina’da 5 peşmergenin yaşamını yitirdiği olay da Kürtler arasında savaşı tetikleyecek boyuta ulaştı.
Metina bölgesinde bulunan peşmerge konvoyuna PKK’lilerin uyarı ateşi açtığını sonrasında konvoydaki zırhlı araçlardan birinin patladığını Murat Karayılan önceki gün Stêrk TV’ye verdiği röportajda açıkladı. Karayılan, yaşanan patlamanın araştırılması adına her iki tarafın da içinde olduğu bir komisyonun kurulması için KDP’ye çağrıda bulundu. Bu olayın yankıları devam ederken, Peşmerge Bakanlığı 8 Haziran’da Zaxo Derkar’da kırsal alandan açılan ateş sonucu bir peşmergenin daha yaşamını yitirdiğini duyurdu, HPG ise ateşin kendileri tarafından açılmadığını açıkladı.
Güney Kürdistan’da art arda bu gelişmeler yaşanırken, KDP’nin şimdiye kadar gerillalara ait olan alanlarda karakol kurma çalışmaları basına yansıdı. Karayılan verdiği röportajda, PKK’nin KDP ile ya da herhangi bir Kürt örgütüyle çatışmak istemediğini, bunun Kürt halkına hizmet etmediğini belirtirken, KDP’lilerin kendi mevzilerinin arkasına konumlandıklarını, bu konumlanmanın da doğru olmadığını söyledi. Aynı açıklamada Karayılan, yaşamını yitiren peşmergeleri “şehit” olarak gördüklerini de açıkladı.
Açıklamalardaki SİHA detayı
Karayılan’ın yaptığı açıklamanın en can alıcı kısmı, gerillalar ile peşmergenin kesiştiği Metina bölgesindeki yoğun SİHA hareketliliği oldu. Uyarı ateşinde ferdi silahların kullanıldığını belirten Karayılan, bunların bir zırhlı aracı patlatacak nitelikte olmayacağını herkesin bildiğini söyleyip, SİHA’ların hareketliliğine dikkat çekti. Görünen o ki, Kürtler arası çatışma için özel bir provokasyonun tertipleniyor.
Hem gerillanın hem de peşmergenin karşılaştığı alanlarda SİHA’ların aktif olması, bu provokasyonun önceden planlandığına dair kuşkuları arttırıyor. Mevcut veriler ve yapılan açıklamalar ışığında bundan daha fazlasını söylemek mümkün değil. Ancak Karayılan’ın “Soruşturma Komisyonu” kurulmasına yönelik çağrısının KDP tarafından karşılık bulması durumunda konu netliğe kavuşacaktır. Ancak öncesinde bu provokasyonun aydınlatılması için merak edilen soruları sıralamakta fayda olabilir:
- PKK ile KDP arasında mevcut olan diyalog kanalı es geçilerek, peşmerge konvoyu o alanda neden habersiz gitmiştir?
- Gerillaların denetiminde olan bölgeye peşmerge konvoyunu kim göndermiştir? Konvoydaki peşmergelerin görev tanımı neydi?
- Peşmergenin hareket güzergâhını kim belirlemiştir ve bu bilgi kimlerle paylaşılmıştır?
- Konvoydaki araç sayısını, görevli olan peşmergeleri kim belirlemiştir?
- Peşmergeler, SİHA hareketliliği hakkında bilgi sahibi miydi? Evet ise aralarında bir koordinasyon bulunuyor muydu? Bu koordinasyon nasıl ve ne amaçla kurulmuştur?
- Patlayan aracın hangi nedenle patladığına dair araştırma yapıldı mı? Yapıldıysa sonucu nedir?
PKK yürütme Konseyi Üyesi Murat Karayılan, yaşananları provokasyon olarak tanımladığı ve soruşturma komisyonu kurulması önerisinde bulunduğu için kendilerinin bir soruşturma yürüttüklerini de belirtmiş oldu.
KDP-Türkiye ilişkilerinde KDP’nin hep ıskaladığı şey, Türkiye’nin sadece PKK’ye karşı olmadığı gerçeği. Oysa bir bütün olarak Kürt halkının tüm kazanımlarına karşılar ve bu da gizli, görünmez, dile getilmekten imtina ettikleri bir politika değil, açık bir şekilde ortada. İlk fırsatta Güney Kürdistan’ın statüsünün dağıtılması gerektiği konusunda hem fikirler. Güney Kürdistan’a karşı Türkiye’nin izlediği politikayı iki ana hat üzerinden anlatmak daha anlaşılır olabilir.
Güney Kürdistan’ı Mîsâk-ı Millî sınırları içinde görülmesi
Türkiye’nin kuruluş travması olan Mîsâk-ı Millî’ye dönüş isteği, AKP’nin iktidara geldiği 2002’den sonra değil, öncesinde de ilk fırsatta dönülmesi gereken sınırlar olarak hep dile getirildi. DAİŞ’in Musul’a saldırması da bu amacın bir parçası oldu. Musul Büyükelçisi’nin ve elçilik görevlilerinin DAİŞ tarafından esir alındığına dair mizanseni ise hepimiz canlı yayında izledik. DAİŞ’in Musul’u işgalinde Türkiye’nin rolü bu şekilde gizlenmek istendi. Musul sonrasında Güney Kürdistan’ın işgaline gidecek olan yol da açılmış olacaktı.
Musul sonrası Hewlêr olmasa da, Zaxo ve Duhok’un DAİŞ’in ve dolayısıyla da Türkiye’nin yakın hedefinde olduğunu söylemek mümkündü. Kerkük’teki Türkmenlerin örgütlenmesi ve Kürdistan yönetimine karşı pozisyon almalarının sağlanması da Türkiye’nin bu başlık altındaki hayata geçirdikleri politikalar olarak ifade edilebilir. Türkiye, sınırları ne Güney Kürdistan’a ne de Irak’a ait görmüyor. Mîsâk-ı Millî sınırıları olarak gördüğü için de bugüne kadar sınırı ihlal etmekte hiçbir beis görmedi, görmüyor.
PKK karşıtlığı üzerinden Güney Kürdistan işgali
Güney Kürdistan’a yönelik bir diğer politika ise PKK’nin var olduğu alanlara saldırı bahanesiyle işgal etmek. Buradaki işgal modelinin Filistin’in işgal edilmesi sürecinde izlenen “Yerleşimcilik” politikasıyla benzerlik taşıdığını söylemek mümkün. Güney Kürdistan’da izlenen hat ise “Üstlenimcilik” şeklinde. O nedenle de işgal edilen alanlar “Üs bölgesi” ya da “Askeri üs bölgesi” olarak adlandırılıyor.
Oysa son zamanlarda Güney Kürdistan’da Türkiye’nin gerçekleştirdiği köy boşaltmalar, ormanların kesilmesi, Kuzey Kürdistan’da izlenen politikaların birebir Güney Kürdistan’a taşındığını da, konunun da sadece “Üstlenme”den ibaret olmadığını da ortaya açık şekilde koyuyor. Ancak Güney Kürdistan yönetimi bunları bir “Egemenlik ihlâli” değil, taraflar arası çatışmanın doğal sonucu olarak görüyor.
Türkiye’nin Güney Kürdistan’da izlediği bu iki hat gün geçtikçe belirginleşmeye başlıyor. Gelinen aşamada Kürtler arasında bir savaşa evriltilmek istenen provokasyonlar karşısında tüm Kürtlerin dikkatli ve duyarlı olması gerekiyor. Bu çatışma ihtimalinin boşa düşürülmesi için herkesin elinden geleni yapması gereken bir dönemden geçiyoruz. Hamasi söylemlerin ise normalleşme dönemine kadar askıya alınmasında herkes açısından fayda olacaktır. Kürtlerin kazanımları, birbirinden bağımsız kazanımlar değil. Kayıpları da biribirinden bağımsız kayıplar olmayacaktır.
Ortadoğu’nun yeniden şekillendiği bu dönemde Kürtler arasındaki “Ulusal Birlik” dışında herhangi bir seçenek, Kürt halkına kazandırmayacaktır. Kullanılacak dilden, ortaya çıkabilecek yeni provokasyonlara kadar bir bütün olarak itidalin ve soğukkanlılığın hakim olması için herkesin üzerine düşen sorumlulukla hareket etmesinde fayda var. Kürtler arası bu çatışma ihtimalini ortaya çıkaran vahim olayların araştırılması için yapılan “Soruşturma Komisyonu” çağrısının karşılık bulmasını umut ediyorum.