Zülküf Kurt: Sadece Gezi Direnişi değil, tencere tava da yasak!

Yazarlar

Türkiye’de uygulanmak istenen alkol yasağı ile gündeme gelen “Yaşam Tarzı” tartışmalarının üzeri örtülsün diye iktidar tarafından alelacele bir takım kararlar açıklandı. Alınan karar ile neler yasaklandı diye baktığımda ilk karşıma çıkan ürünler şunlar oldu: Elektronik eşya, oyuncak, kırtasiye, giyim ve aksesuar, ev tekstili, oto aksesuar, bahçe malzemeleri, hırdavat, zücaciye ürünleri,  parfüm ve makyaj ürünleri vb.

Bu ürünleri yasaklamanın bir mantığı var mıdır diye sormak gerek elbette ki. Hükümetin bir anksiyete sonucu alkol yasağıyla birlikte doğan “Yaşam Tarzı” tartışmalarını örtmek için böylesi akıl dışı kararlar aldığı görülüyor.

Daha açık cümlelerle ifade etmek gerekirse, hükümet yaşam tarzı tartışmalarıyla birlikte oluşabilecek yeni bir “Gezi Direnişi”nin önüne geçmek için birçok ürünü yasakladı. Bu noktadan bakınca karşımıza çıkan iki önemli sonuç var. Bunlardan ilki Gezi Direnişi’nin, hükümetin “bir daha asla yaşanmamalı” diye yaptıkları listenin ilk sırasında yer aldığı. İkincisi de AKP, yaşam tarzına müdahale eden politikaları nedeniyle Gezi’nin ortaya çıktığına ikna olması. Bu ikisi de yeni olmayan ancak alkol yasağı ile tekrar ortaya çıkan ve marketlerde akıl dışı kararlar alınmasına neden olan çıkarımlar.

AKP iktidarı ile birlikte yaşam tarzına dair tartışmalar hep olageldi. AKP’nin ilk yıllarından bugüne kadar yaşam tarzı ile ilgili tartışma başlıklarına baktığımızda, kadınların yaşadıkları sorunları görmezden gelen ve kadınları muhafazakarlaştırmak isteyen politikaları, yaşam tarzına müdahalelerinin ilk sırasında yer alıyor.

Cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliği farklı olan bireylerin yok sayılması ve ‘Alkol Tüketimi’ de AKP’nin yaşam tarzına müdahale ettiği iki ayrı başlık. Bu üç temel başlık, genelde AKP’nin yaşam tarzına müdahalesi bağlamında tartışılan konular. Cumhuriyetin yüzyıllık halklar aleyhine işleyen geçmişinden bugüne izlenen politikalar bu bağlamda tartışılmıyor.

Örneğin Alevi köylerine cami yapılması yaşam tarzını da aşan, sistematik bir kültürel soykırım politikası olarak karşımıza çıkıyor. Kürtçe eğitimin yasak olması da bu kültürel soykırım politikasının bir parçası. Bu şekilde kanıksandığı için de, yaşam tarzı tartışmaları daha çok yukarıda belirtmeye çalıştığım üç temel başlık üzerinde yoğunlaşıyor.

AKP’nin, kadınların yaşadıkları sorunları sadece başörtüsünden ibaret gördüğünü söylemek abartı olmaz. Aynı zamanda kadınların seküler bir yaşam tarzı benimsemelerini de ‘Türk-İslamcı Aile Yapısı’nı bozan bir tercih olduğunu AKP’de dile getirmeyen sözcü neredeyse kalmadı. Kadın Cinayet’leri karşısındaki sessizliğini ise İstanbul Sözleşmesini hukuksuz bir kararla rafa kaldırarak bozmuş oldu.

LGBTİ+ yurttaşları, cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliği farklı bireyler olarak değil, hastalık taşıyan ve asla müsamaha gösterilmeyen kişiler olarak kodlamaya, iktidara geldikten bu yana devam ediyor.

ÖTV’lerle alkol tüketimini azaltmaya yönelik girişimleri de zaten ortada. Tüm bunlar AKP’nin yaşam tarzına müdahalesinde en çok konuşulan başlıklar. Peki yaşam tarzına müdahale sadece bunlardan mı ibaret?

Şampanya yerine gazoz

AKP’nin yaşam tarzına müdahale eden politikalarının hayattaki absürd yansımalarına da şahit oluyoruz. Mercedes Formula 1 takımının CEO’su Toto Wolff 2020 Formula 1 Türkiye Grand Prix’sinde, kutlamalar esnasında kendilerine şampanya yerine Sprite marka gazoz verildiğini basına açıkladı. Muhtemelen tüm Formula 1 geleneğinde ilk olmuştur. Karar, Katar’ın Uluslararası Voleybol Federasyonu (FIVB) Plaj Voleybolu Dünya Turu’nda kadın oyunculara mayo yasağı getirmesiyle eş değer yansımaları oldu. Katar’la işbirliğinin sadece ekonomik değil, ideolojik ortaklıkları da var.

Yaşam tarzına müdahale eden politikaların dış kamuoyuna yansıması bunlar olurken, içerde RTÜK, TV’lerde yayınlanan dizilere ve filmlere dekolte cezaları kesmeye devam etti. Buna bir de Basın İlan Kurumu’nun ilan kesme cezası olarak kullandığı gerekçeler eklenince, AKP’nin yaşam tarzına müdahale eden politikalarının kurumlar eliyle nasıl hayata geçirildiğine dair somut örnekler de ortaya çıkıyor.

Bu politikaların uygulayan kurumlara Valilikleri, AKP belediyelerini, Devlet kurumu olmayıp devlet kurumu gibi örgütlenen ve yetkilendirilen kuruluşları (TÜRGEV, Ensar Vakfı vb.) da dahil edince, AKP’nin yaşam tarzına müdahale politikası ve araçları, bunları uygularken harekete geçirdiği mekanizmalar daha net görülecektir.

Bir yandan hayatın her alanında müdahale eden AKP, neden alkol yasağının üstünü örtmek mantık dışı kararlara imza attı? Bu, AKP’nin Gezi korkusu mu? Bu noktayı biraz eşelemekte fayda olabilir.

İslamcı gelenek, Osmanlı’nın yıkılışından sonra Cumhuriyetçiler karşısında hep bir adım geride durmak zorunda kaldı. Cumhuriyetçiler de yeni bir devlet kururken görece laik ancak islami kimliğinden çok Türklük kimliği ön planda bir yapı inşa ettiler. İslamcılar da varlıklarını Türklük kimliğini de giyinerek devam ettirdiler.

Ancak islamcılarla cumhuriyetçiler arasında zımni uzlaşmalar olmakla birlikte aralarındaki gerilim he olageldi. Bu yüzyıllık gerilim sonucu, bu iki politik hat arasında bir denge oluştu. İslamcılar, Cumhuriyetçilerin tepkisini çekmeden örgütlenmek ve kendi varlıklarını korumak için “Biz kimsenin yaşam tarzına müdahale etmiyoruz” mesajı vererek, “Şeriat getirecekler” tabusu ile ifade edilen karşı politika reflekslerini harekete geçirmemeye çalıştılar.

Cumhuriyetçiler de “İslami hassasiyetlere dikkat edelim” mottosu ile türklüğü islamcılar için birincil kimlik haline getirmeye devam ettiler. Her iki kesim de, aralarındaki çelişkilere ve husumetlere rağmen oluşan bu dengenin bozulmaması için çaba gösteriyor.

AKP’nin alkol yasağı sonrasında alelacele açıkladığı ve “sadece alkol değil, tarak da yasak” şeklinde kodlanan, mantık dışı yasakların esas sebebi, bu dengenin bozulmaması için verdiği uğraş. Bu “Gezi Korkusu”nun bir yansıması mıydı? Kısmen evet. Gezi Direnişi, salt olmamakla birlikte aynı zamanda bir yaşam tarzı direnişiydi. Ancak onu ortaya çıkaran sebepler vardı. Bunlardan en önemlisi de Çözüm Süreci’nin varlığıydı.

Militarist örtü kalkmadan yeni bir Gezi mümkün görünmüyor

Çözüm Süreci, topluma giydirilmiş olan militarist örtüyü de kaldırmıştı. Militarizmin altına saklanılan sorunlar gün yüzüne çıkmaya başlayınca Gezi Parkı’nın yıkılmasına yönelik girişim, bir isyanı da tetiklemiş oldu. AKP’nin yaşam tarzına müdahale tartışmaları da ön plana çıkmaya başladı. Hükümet de bu direnişi kendilerine yönelik Cumhuriyetçilerin gizliden örgütlediği bir kalkışma olarak tanımladı. AKP ve Cumhuriyetçiler, Gezi’yi kendi aralarındaki gerilime sıkıştırmaya çalıştılar.

Kürt Hareketi bir süre Gezi Direnişi ile ilgili nasıl bir tutum alacağını kestiremedi. İki nedenle. Birincisi, Çözüm Süreci’nin bozulacağına karşı duyulan endişeydi. İkincisi de, iki kesim hesaplaşırken, araya girilmesinin farklı sonuçlar yaratabileceği endişesiydi. Bunlar da, Kürt hareketini kilitleyen hususlar oldu. Bu noktada Öcalan, siyaset kurucu rolüne ve kitleleri dönüştürücü gücüne güvenerek Gezi Direnişi’ni selamladı.

Geniş kitleler üzerindeki militarist örtünün kalkması aslında herkes için yeniydi. Bu olmasaydı, Gezi olur muydu? Benim buna cevabım, hayır. Çünkü 8 yada 13 (bu rakamları psikolojik savaş enstrümanı olarak en çok kullanılan rakamlar olduğu için kullanmak istedim) asker cenazesi gelseydi, Gezi Direnişi’nde yer alan kitle çok hızlı şekilde militarize olabilirdi. Bu, bugün için de geçerli. Çatışmaların her geçen gün arttığı bir ortamda, Gezi benzeri bir direnişin gelişebileceğini düşünmüyorum. Tek asker cenazesi ile bile geniş kitleleri militarize edebilen bir devlet geleneği karşısında, bunu zayıf bir ihtimal olarak görüyorum. Kürt Sorunu’nun çözümü askıya alınmış ve çatışmalı süreç artarak devam ediyorken, yaşam tarzına müdahale söylemlerinin bu nedenle de bir direnişe dönüşmeyeceğini düşünüyorum.

Ancak ortaya çıkabilecek bir direnişe ya da tepkiye öncülük edebilecek demokratik kesimlerin cezaevinde olduğu gerçeğini unutmamak gerek. Cumhuriyetçi geleneğin temsilcisi olarak görülen CHP’nin ya da CHP tandanslı örgütlenmelerin yaşam tarzına müdahale eden bu politikalara karşı harekete geçeceğini düşünmek de her açıdan saflık olur. CHP’nin bu konuda ortaya koyacağı politika, “İslamcıların hassasiyetlerine dikkat etmek”ten, onların Türklük kimliğini ön plana çıkarmaktan öteye geçmez.

Türkiye’de yeni bir direniş ya da yeni bir Gezi ancak toplumdaki militarist örtü ortadan kalkınca ortaya çıkar. Elbette ki tüm bunları geçmişe bakıp söylemek mümkün. Umarım gelecek hepimizi yanıltır ve yanıldığımızı yazabiliriz.

İlginizi Çekebilir

Sibel Özbudun: Zindanlardan haykıran şiirsel estetik
Suna Arev: Hangi Anneler Günü..?

Öne Çıkanlar