Semavi dinlerde kadının yaratılışı erkeğin kaburgasından yahut erkekten peydahlandığını söyler. Kadının erkekten yaratılması, kadının davranışsal karakterine yansıdığını ve böylelikle erkeğe göre kadın daha çok insana (aileye, anne, babaya) düşkündür.
Kadın duygusunun ve davranışının kökeni olarak görülen bu anlayış keza beraberinde erkeğinde davranışını açıklamaktadır. Kadının aileye, insanlara bağlı olmasının nedeni erkeğin bedeninden yaratıldığı kökenine indirgendiği gibi erkeğinde hiç kimseden yaratılmamasının göstergesi olarak insana ( aileye, anne, babaya) bağımlı olmamasını öne sürer.
Semavi dinlerinin yaratılış mitinden etkilenen bu hikayelerin perde arkasında kadının insana acıdığını, merhamet ettiğini ve dolaylı olarak erkeğe pay çıkararak da olsa itiraf etmektedir. Bu tür hikayelerin Semavi dinlerin yaratılışından etkilendiği açıktır. Nitekim kadın merhametinin erkekten yaratıldığına indirgenmesi ‘Luther’ gibi kadının merhametini ‘babaya’ (erile) mal etmeye çalışılmaktadır.
Semavi dinlerin anlattığı kadın gerçeği bu olmasa da nihayetinde anne duygusunun tanrı merhametiyle yarıştığı bir gerçek. Öyle ki Sümer inancının yaratılışında da eksik ve hizmet için yaratılan insana acıyan, merhamet gösteren ‘Tanrıça İştar’ yine bir kadındı.
Günümüzde onlarca örneklerini gördüğümüz engelli çocuklara sahiplenme koruma duygusu aile içinde sadece anne üstlenmektedir. Babanın ve kardeşlerinin gergin ve öteleme duygusuna karşı, annenin merhametini Erich Fromm böyle açıklamaktadır:
‘‘Aşk sevgisi verilen sözlerle devamı sağlanırken, kardeşlik sevgisi eşit insanlar arasında devamı sağlanır.’ Burada kusursuz ve şüphesiz kutsal olan sevgi ‘anne sevgisinin çaresiz insanlara karşı duyulan sevgisi olmasıdır.’ Tıpkı egemenlere karşı tanrının mazlumları kollayan kutsal sevgisi gibi anne sevgisinin de çaresizlere karşı duyduğu sevgi aynıdır. Bu olağanüstü duygunun tanrının bir parçası olarak insan cinsin de annede (kadında) yaşaması sosyolojik olarak yaşamın nihayete ermesi içinde bir tesadüf değildir.”
Koşullara bağlı olmayan kutsal anne sevgisinin hak edilmeden sadece var olması yeterlidir. Yine Erich Fromm annenin bu durumuna böyle işaret etmektedir: ‘’Beni, seni sevmekten, yaşamanı, mutluluğunu istemekten alı koyacak hiçbir yanlış, hiçbir kötülük alamaz’ der.
Anne sevgisinin sadece var olmak yetisi, tanrı sevgisi ile müthiş bir benzerlik içinde olduğu apaçıktır. Biraz daha öteye giderek annenin rahminden doğan ve tanrının ruhundan üflediği insanlara karşı sevginin hak edilmeden bu merhameti göstermeleri tanrı şahsında anneyi anne şahsında tanrı idrak edile bilir. Anne rahminden doğan çocuğun ‘anneyle ayrı tarafı bedenidir fakat ruh aynıdır. Hallâc-ı Mansûr ‘un ‘En-el Hak’ sözünü irdeleyen bu anlayış keza ‘ruhundan üfleyen tanrı’ şahsında da kavranabilir.
Anne ve tanrı arasındaki duygusal benzerliğin dışında özelde Kürt dilinde etomolojik olarak bir benzerlik görülmesi gerçekte duygunun benzerliği kadar şaşırtıcıdır. İrani ve Kürt dilinde Allah – Tanrı yerine kullanılan Xawedê, Xoda kelimesinin anlamı kendini veren, kendinden veren anlamlar içermektedir. İlginç ve şaşırtıcı olan Kürtçe’deki anne ismi de Da, Dê, Dayê , Dayik kelime anlamları da vermek kendinden vermek anlamlarını içermektedir.
Bu ilginç ilişkinin kutsal duygunun dışında bu benzerliği taşıması tesadüfün ötesinde bölgenin bir mirası olarakta değerlendirile bilir. Anadolu ve Mezopotamya’nın tarihsel değerlerinden ‘Tanrıça Kibele’ şahsında toprağın anneye benzetilmesi kuşkusuz annenin (kadının) doğurganlık ve olağanüstü tanrısal sevgisi, yaşamın, canlılığın devamı olarak görülmesidir. Yaşamın devam etmesi, canlılığın sürmesi adına bu kutsal anne duygusunun sadece insanlar için bağışlayıcı korumacı spesifik bir duygu olarakta düşünülemez. Bilakis Darwın yaklaşımıyla da doğadaki tüm dişi cinsinin en azından ezici çoğunluğu koşulsuz koruma, sahiplenme güdüsüne sahiptir. Bu duygunun kutsallığı canlıların devamlılığı açısından önemi ve değeri anlamlandırılabilir.
Nihayetinde ata erkilin evriminin başlamasıyla ‘yüce yerinden indirilmiş anne’ artık ‘baba’ (eril) ‘sevgisinin ona boyun eğerek, isteklerini yerine getirerek’ yaşamı ‘kazana bilir.’ kadının merhametinden sonra yaşamda bu sevgi ölçüsünün egemen olması anneyi toplumdan düşürdüğü gibi tanrıyı da toplumda düşürdüğü kuşkusuzdur. İnsan gelişiminin zorba ve koşullu doygunun muktedirliğine bağlanarak baba (eril), uygarlığın, dinlerin dümenini kendi çıkarına kırdığı açıkça görülmektedir. Babanın (erilin) başa geçme durumu birazda Kronos miti ve Freud’un ‘ilkel baba’ durumu gibi çocuklarını istiften uzaklaştıran tarafıyla da açıklana bilir.
Yakın bir zaman önce tüm dünyanın gözü önünde IŞİD sadistlerin, anne duygusuna vahşi ve barbarca tecavüzleri, babanın (erilin) ilk zamanlarında olduğu gibi ‘yüce yerinden’ indirilip ayaklar altına alınan kadın onuru, babanın (erilin), kadim mirasını tüm çaplılığıyla göstermektedir. Nihayetinde medeniyetin omuzlarında yükseldiği dinlerin içinde de bulunmayan bu barbarlık, açık bir şekilde babanın (erilin) muktedirliğinden türetildiği kuşkusuzdur. Özelde annenin (kadının) kutsandığı Anadolu – Mezopotamya topraklarında kadına karşı barbarlığın ilk günkü gibi bu topraklarda hala diri olması da tüm bu benzerlikler gibi tesadüf değildir.