Diyarbakır’da yaşayan kadim halklar tatlarını sokaklara yansıtmışlardır. Bu kadim halkların bazıları şehrimden küs (türül)müş olsalar da izleri hala kara taşlı duvarlarda, dar küçülerde, tatlıda, ekşide, tuzluda her yerde var.
Güneşle bir yarış halindeyiz, o sarı uzun saçlarını yaymadan şehrimin üzerine ya da saldığı saçları topladıktan sonra biz müptelası olduğumuz tatların peşine düşeriz. İşte o vakitler şehrimde mangal partisi vardır. Eşsiz lezzet ciğer kebabı. Ciğer kebabının yanında sokakta satılan tatlar da sayısızdır.
Bugün sokak satıcıları; evin ilk işi olarak temizlenen dar, bazalt taşlı, kapıları açık, oturulup sohbet edilen, çocukların oyun oynadığı, herkesin birbirini çok iyi tanıdığı küçeler kalmasa da eskisi kadar bağıra bağıra gezmeseler de sayıca azalan bazı tatları çarşıda bulabiliyoruz.
Benim çocukluğumda mahallemizde günün belirli saatlerinde gelen dört gözle beklediğimiz sokak satıcıları vardı.
Hem onları bekler bazen de onlardan rol çalardık. Bunlar; cici bici, Şam balı, beze, leblebi tozu, erik, elma şekeri, aluce şekeri, çağala, halka tatlı, pamuklu şeker, horoz şekeri, kıtı, salatalık, Mardin acuru, bol köpüklü naneli ayran, meyan şerbeti, dut, karahübür, marul, dondurma, eskimo gibi daha niceleri.
Satıcıların küçeleri gezerken her birinin söylediği farklı farklı tekerlemeleri vardı.
-karahöbür, karahöbür
-Yemesi sevap leylası arap
-iç, iç limon iç
-Leymunata leymun
-Şam şeker
-Parayı cepten çeker,
-Parası olmayan hasret çeker
-Ava suse, ava suse (meyan şerbeti)
Karahübür; kara taşlı avluların tulumba suyuyla serinletildiği, çocukların dinlenmek için eve girdikleri vakit satıcının tok sesi tekrar bizleri sokağa dökerdi. Baldan daha tatlı karahübürler. Merakla etrafına toplanır, kürek kürek ölçtüğü karahübürleri alıp eve dönerdik.
Azizoğlu sokağında oturan ve oradaki mahalle fırınında pişirilen Şam balı, yaşlı satıcının kafasındaki büyük dikdörtgen fırın tepsilerinde satılırdı. Satıcının elinde küçük parçalar halinde kesilmiş saman kağıtları olurdu. Tatlıyı bu kâğıt parçalarının üzerine koyar servis ederdi.
Komşumuz Sadullah amca, yumurtanın akını ve şekeri huni kabında köpürtene kadar elindeki çırpma telliyle çırpar, kağıtların üzerine dörder bezeyi kaşıkla döker, mahalle fırınında pişen bezeleri, okulun önünde satardı. Kâğıda yapışık olan bezeyi parçalamadan koparmak büyük marifetti.
Horoz şekeri satan satıcı, şekeri sepetin deliklerine tane tane yerleştirir sepetini koluna takar ‘’ horoz şekeri ‘’diye bağırarak dar küçelerde gezerdi. Horoz şekerinden alıp birbirimizi ‘’üüürü üürüü ‘’diye kovalar, ısırıp yediğimizde yere düşen parçaya bakıp üzülürdük.
Okul kapısında erik satan satıcının ölçü kabı çay bardağıydı. Gazete kağıdından külah yapar aluceleri içine boşaltır, bir tutam da tuz verirdi.
Ayrıca, erikten (aluce) şekeri yapılır, elma yerine ekşi erikler tercih edilirdi. Üstü tatlı altı ise ekşi harika bir tattı. Bunlar tepsiye sapları yukarda şeker kısmı yerde olacak şekilde dizilirdi. Satıcı kafasında taşıdığı tepsiyi ‘’aluce şekeri aluce şekeri ‘’diye bağırır, hemen etrafına toplanırdık. Bir tane yetmezdi küçücüktü birkaç tane alırdık.
Çağala vakti geldiğinde, çağalalar tabla üzerine tepeleme konur yine bardakla ölçülür külaha konur, tavlacının tuz kabından bir tutam tuz alıp yerdik.
Kıtı (acur), salatalık, Mardin acuru, meyve yapraklarının üzerine el arabalarına dizilir, sokak başlarında ya da çarşının belli yerlerinde, bazen de el arabasından sular damlaya damlaya sokak sokak gezilip satılırdı. Hava sıcak olduğu için satıcı arabada gezdirdiği su dolu plastik kovadan bir tas alır diğer elinin avucuna döker, avuçtaki suyu fıskiye gibi kıtının üzerine saçardı.
Kovadaki suyla önce yıkanır sonra satıcının ustaca kullandığı bıçakla özenle kabukları soyulup dört parçaya kopmadan bölünür tuzlanıp uzatılırdı. Sıcağı bol memleketimin tuz ve su kaybını bu şekilde dengelerdik. Büyük emaye kovaların içinde buzlu, naneli ayranlar, Köşe başlarında yerlerini alır, satıcının elindeki kulplu tasla havalandırılarak köpürtülür, buz gibi ayran, taslarda satılırdı.
Meyan şerbeti satan satıcılar, kırmızı, beyaz özel kıyafet giyer, şerbetin soğuğu işlemesin diye sırtına minder geçirir şerbet kazanını öyle taşırdı, elindeki tasları bir zincire bağlar, bu tasları ve zincirleri hareket ettirerek şakır şakır ses çıkartır ‘’ ava suse ava suse ‘’ diye bağırırlardı. Bakır tasları özenle zincirden çıkarır eğilerek kazanın çeşmesinden şerbeti doldurur ya da beline kemer gibi bağladığı bakır kabın içindeki bardaklarla bizlere şerbeti sunarlardı. Yaz gecelerinin ve ramazan ayının vazgeçilmez içeceğiydi.
Tadı şimdiki dondurmalara benzemeyen mis gibi süt tadı gelen bol mahlepli, keçi sütünden evlerde yapılan dondurmalar satıcının elinde taşıdığı silindir şeklindeki sıkı sıkı kapalı bir termosta durur, termosa yapışık sepette ise külahlar olurdu. Kapalı bir tasta su taşır, dondurma kaşığını bu tasa batırırdı. Mahallede bir köşesi vardı Hüseyin Abinin. Günün beli saatlerinde gelip o köşeden dondurma dondurma diye bağırırdı. Hemen kafasına toplanıp paramız ne kadarsa o kadar alırdık.
Eskimo; yazın sıcağını renkli renkli eskimo yiyerek geçirirdik. Evde kıştan kalan reçelleri sulandırarak ya da sütten, ayrandan, kahveli, limonatalı eskimolar yapılırdı. Alüminyum ilaç kutularına dondurulur, küçük tahta parçalarından sapı olurdu. En ucuz ve en kolay ulaşabileceğimiz yaz serinliğimizdi.
Pamuklu şeker
Şekerci amca şekerci amca sat bana çocukluğumu
Şeker tadında
Vereyim sana beş on kuruş
Hatırlat bana tüm sevdiklerimi
Arkadaş, dost, sırdaş yüreğimde ne varsa…
Şekerci amca
Kurmuş arabasını
Okulun önüne
Mis gibi şeker kokar hem kendisi hem arabası
Sıralanmış çocuklar ellerinde külahta toz mısır şekeri
Rengarenk pamuk şekerler beyazı, pembesi
Çarkı çevirir şekerci amca
Elinde çubuklar çevirdikçe pamuk toplar
Hem yemesi güzel hem satması
Hesaplar kafasında küçük satıcı
İki yüz elli kuruş şekere verdim
Beş yüz kuruş şekerci amcaya
Yirmi pamuk şekerim var
Satsam bunların hepsini
Kazanırım iki lira
Takar tahta saplı pamuk şekerleri kolundaki sepete
İncecik sesiyle bağırır ”pamuklu şeker, pamuklu şeker”
Kendisi de şekerden güzel
Oturur kapının eşiğine
Rengarenk sepeti önünde
Duyan çocuk koşar yanına
Bir ona bakar bir de pamuklu şekere
Parasını getirene uzatır
Alır parasını koyar kırmızı puantiyeli elbisesinin cebine
Sercan’a bedava almaz ondan para
Öper o tombik yanağından doya doya
Hayat tecrübesi kazanırdım o küçük yaşta…
Ne güzel bir duygudur kazanmak para
Biriktirirdim paramı İş Bankası kumbarasında…
Yine günlerden; şeker tadında hatıraların yüklendiği
en güzel vakit…
Küçük tatlıcı
Elimde küçük bir tepsi
Günün en erken vakti
Sıradayım tatlıcı Şükrü’nün evi
Fokurdamakta yağ koca alüminyum leğende
Yoğurmuş tatlıcı akşamdan mayalamış hamuru
Doldurur akan hamuru tatlı sıkma kalıbına
Yerleştirir koltuk altına
İki elle tutar kalıbın ağzını
Ne kadar güçlü belli değil mi
Bir halka iki halka sıkar leğendeki fokurdayan yağa
Üç ayak ocak, leğenin altında
Yakmış en yüksek harda
Ne de temiz işleri
Elinde şiş Zini bibi
Takar halkaları bilezik gibi
Yatırır soğuk şerbete
Çeker canına tatlı bayıla bayıla şerbeti
Uzatırsın tepsiyi
Doldurur tepsine istediğin kadar tatlıcının karısı
Acele etmen gerek
Ya senden önce biri almışsa tepsisini
Satmıştır bütün mahalleye tatlısını
Elinde kalır o zaman hepsi
Koşar adımlarla köşede yerini al
Sat taze taze tatlını
Çıkar verdiğin ana paranı.
Tepside ne kaldı hepsi kârın
Bu defa da kazandın…
Şeker tadında hatıraların yüklendiği en güzel vakitte kalmanız dileğiyle…