Medeniyetler şehri Diyarbakır’da yaşayan kavim halkların mutlu, eşit, ayrısız gayrısız yaşadığı birlikte yiyip içip eğlendiği bir vakitte…
Diyarbakır surları; toprak damlı, geniş avlulu evleri hapsetmiştir, o cayır cayır yanan kalbinin içine. Memleketime aşık olan güneş de o uzun, sarı saçlarını saldıkça salar kara taşlı surlara. Şehrimin dört etrafını saran kara taşlı, kara bedenden yansıyan sıcaklık kor gibi düşer toprak damlı geniş avlulu evlerin üzerine.
Diyarbakır yine yanmaktadır. Toprak damlar üzerine kurulmuş tahta tahtlar, rengarenk stareler yayılmış kenarlarına moru, sarısı, beyazı ile… Bir renk cümbüşüdür damlar. Yatak yorgan ne varsa nasiplenir yeryüzünü kavuran ateşten… Katlanır kalır tahtta gün boyunca, akşam serinliği çökünce erkenden açılır, yayılır serinlesin diye. Uyunur damdaki tahtlarda gecenin serinliğinde. Damdaki tahtlar da bazen yetmez bu kavurucu sıcağa. Suyun serinliği başkadır buralarda.
Haziran gelmiştir işte ve yine yanıp durur memleketim. Dicle’nin serinliğine kavuşmak eğlenmek için hülle vaktidir. Güz soğukluğu çökene kadar kalınacaktır çay önünde. Büyük bir heyecanla hazırlanır çoluk çocuk. Evde bir telaş başlar. Taht indirilir damdan, zira ayakları batacaktır Dicle’nin serin sularına. Serin olur çayın önü birkaç yün yorgan, döşekler, kilimler, kırlentler hazırlanır ve büyük balyalar oluşur.
Koca kazanlar, taslar, tabaklar yerleştirilir balyalara… kısmetlidir çayın önü, misafiri bol olur. Yüklenir gidecekler sabahın erken vaktinde traktöre, üzerinde keyfi keyfeden hülleciler. Mardinkapı yokuşundan aşağı değirmenlerin önünden geçip Hevsele misafir Kırklar Dağı’na komşu olurlar. Dikilir beş altı kazık sıkı sıkıya çayın kum yatağına, sağlam yapmak gerekir rüzgârı güçlüdür çay önünün, yağmurda yağarsa hırçınlaşır Dicle ne varsa alır götürür. Hülleler kurulur; yarısı çakılın yarısı da çayın içine. Etrafına sazdan, hasırdan ya da ağaç dallarından stare. Üzeri kapanır dut dalları ve yapraklarıyla. Yanına ocak kurulur… mumbarlar, paçalar, dolmalar, meftune, pilavlar pişirilecek, misafirler titizlikl ve gönül zenginliği içinde ağırlanacaktır.
Ateşler yakılır, kazanlar kurulur Dicle’nin kumlu kenarına. Aklanır paklanır paçalar, sonra da koyulur kazana. Sabaha çok vardır, odun atılır altına hem aydınlatır etrafı hem de kaynar kazanda paça. Komşu hüllelerde kim varsa paylaşılır, sabahın erken vaktinde, Hevsel’in bereketinde…
Yine günlerden bir gün paça pişirilir komşu hüllede. ’’ Bize de düşer mi ‘’soran komşuya, ‘’yok valla anca bize yeter’’ denir. Kazan konur ocak üstüne, kazan sahibi kürsü koyar oturur yanı başına hem içer hem sabahlar, sızar kazanın başında. Canı çeken komşu kadınlar, sessizce yaklaşırlar kazana, ellerinde yamalı tutaçlar, tutarlar iki kulpundan. Getirirler kendi hüllelerine dökerler paçayı kendi kazanlarına.
Boş kazanı götürüp koyarlar ocağın üstüne. Komşu uyanır kazanı boş görür. ’’Kim aldı kim çaldı hele çıksın önüme…’’ Erkekler birbirine bakar iki komşu kadın çıkarlar önüne. ’’İstedik yok dedin bizde kendi payımızı aldık size kalmadı’’ derler. Yiğit komşu susar güler, erkeklere bakarak, ‘’karılarınız sizden daha erkek çıktı’’ der.
Hevsel’de bahçesi olanlar hem hülle kurmuşlardır hem de yetiştirdiklerini satarlar çay önünde. Taze taze sebze ve meyveler keyifçi hüllecilerin önlerine kadar gelir. Oyulur patlıcan, kabak, biber toplanmıştır Hevsel’den pazı, pel. Oturur komşular sarar, doldurur ekşi, acı dolmayı hem ziyafet vardır hem de ağır aziz misafirler gelmiştir, usta terzi Sarkis ve ailesi… Sofralar kurulur yenilip içilir, sazlı sözlü, cümbüş cemaat eğlenilir.
Eğlencesi, sazı, sözü çoktur hele bir de birkaç komşu birlikteysen gündüz bitmez erkekler işten gelene kadar. Çalınır söylenir Kürtçe Türkçe şarkılar, darbukasını getirmiştir Saliha abla. Kadın matinesi vardır. Söylenir şarkılar, atılır göbekler, çimilir esbapla çayda. Şakalar yapılır oyunlar oynanır çay kenarında. Oturur iki komşu kadın, nemli serin kuma uzatırlar ayaklarını diğerleri sıralanır atlarlar üzerinden ellerde naylon terlikler çekilmiştir donların lastikleri dize kadar hızlı atlayan yemez terliği yavaş olan ıslak bacakta yer terliği ‘’ay uy’’ yedikçe bağırırlar. Gülmeler şakalaşmalar keyiflidir hüllede çay önünde olmak.
Rakısız olur mu Dicle alışkındır, mest olur onlarla. Getirmiştir Telli Kado bir yetmişlik rakı gömmüştür Dicle’nin soğuk suyuna, hemen yanında Dicle yatağında büyüyen koca karpuzu, bir dilimde yanında örük peyniri, ince belli çay kadehinde rakı, yanık yanık söyler Telli Kado. ‘’Diyarbekir etrafında dağlar var, fitil işler yüreğimde yarem var aman…’’ Meclis büyür, kürsüsünü kapan gelir. Gömmüşlerdir kürsüleri ıslak kuma otururlar ayakları serin Dicle suyunda. Demlendikçe demlenirler. Çalar eğlenir söylerler. Serin çay önünde sabahı ederler. Salına salına akar nazlı Dicle, o da mı içmiştir bilinmez akar durur yatağında serin ve sessizce.
Çay önündeki kum yatakları büyütür dünyaca ünlü; iri, tatlı, sulu, koca Diyarbakır karpuzlarını. Yaz geldi mi yenir koca koca karpuzlar serinletir ahaliyi. Aynı zamanda eğlence olur çay önünde kalanlara. Karpuzlar oyulur içleri boşaltılır, ocaktaki yarı köz, yarı kül doldurulur içlerine çalı çırpı konur üstüne biraz gaz yağı dökülür, fener yapılır, konur Dicle çayına. Bir meşale alayı aydınlatır kıvrım kıvrım dolanıp akan çayı, gecenin karanlığında. Bir eğlence başlamıştır çay önünde zılgıtlarla kadınlı erkekli çoluk çocuk takip eder karpuzdan fenerleri. Yankılanır surlarda çay önünün eğlencesi. Hevseli aydınlatan karpuzdan fenerlere surlar hayran hayran bakar yukarıdan. Halkı eğlenirken çay önünde o korumaya devam eder şehrimi.
Dicle suyu seyre durur serinletir yatağına misafir olanları. Hevsel korur sessizliğini, azizliğini, o da açmıştır kucağını. Kavaklar, dut ağaçları eşlik eder salınır esen rüzgârda o da eğlenir. Bir de aşıklar vardır buralarda. Buluşurlar birbirini sevenler Hevsel’de kuytu bir yerde, dut ağaçları saklar onları, sırdaş olur. Bakışırlar her biri bir dut ağacının altında. Konuşamaz utanırlar. Dicle suyu kadar berrak, Hevsel kadar büyük, surlar kadar sağlam aşklarını. Kız aşık utanır saklana saklana döner hülleye, erkek aşık dönerken hülleye başlar söylenmeye:
-Dut ağacı boyunca
-Dut yemedim doyunca
-Ağzım dilim lal oldi
-Konuşmadım doyunca.
Dicle suyu, nice koca yürekleri yok etmişse de sinesinde, her damlasında sırlar saklar akar durur serin ve sessizce.
Dicle ve Hevsel’in bereketinin sizinle olması dileğiyle.