Ali Engin Yurtsever: Savaşın Kapımızdaki Sesi

Yazarlar

Tarih, kendiliğinden olan, kendisi için gerçekleşen bir nesne değildir, i̇nsanın kendi amaçları için gerçekleştirdiği, anlam kazandırdığı eylemliliklerden oluşan bir bütündür. Kendi başına hiçbir şey ifade etmez, bir amaca da sahip değildir.

        Kurdîstan tarihinin yazımı yüzyıllarca adeta tarihin ellerine bırakıldığı için yazılmamış, yazılması ertelenmiş, teoriden pratiğe dökülmemiş bir eylem isteği olarak kalmıştır. Ancak “doğa ve toplum boşluk kabul etmez” yasası gereği Kurdîstan tarihinin yazımını gerçekleştirmek için yeniden yola çıkıldı. Çeşitli zamanlarda, hangi isimler altında olursa olsun bu yazım devam ediyor. Kurdîstan, özgürleşene, dünya halklarının arasında yerini alana kadar da devam edecektir.

        Kurtuluş mücadelesinin bütün parçalarda sürdürüldüğünü ancak tarihsel koşullar gereği ağırlığının Rojava’da yoğunlaşacağı bir süreci yaşıyoruz. Güney Kurdîstan’da sürdürülen savaş, bir soykırıma giden yolun taşlarını döşemeye çalışmak olsa bile, gündemin görünürlüğüne ağır ağır damgasını vurmaya hazırlanan Rojava’nın işgali ve orada oluşturulan öz yönetimin dağıtılarak Türk devletinin kimi yerlerde doğrudan, kimi yerlerde de oluşturduğu çeteler aracılığıyla işgali olacaktır.

       Üzerinde düşünülmüş ve çalışılmış bir plan doğrultusunda hareket eden Türk devleti, kuruluşunda sömürgeleştiremediği ama aklından da hiç çıkarmadığı Misak-ı Milli hesabı gereği cumhuriyetinin kuruluşunun yüzüncü yılına, dünyanın coğrafi dengelerinden de yararlanarak buraları da sömürgeleştirerek girmek istiyor. Irak ve Suriye devletlerinin parçalanmışlığı ve sürdürülemez siyasi yapısı, Rusya’nın Ukrayna işgalinin Ortadoğu’da yarattığı belirsizlik, ABD ve AB’nin de bu coğrafyada söz sahibi olmak istemesi gibi faktörlerin belirleyiciliği sorunun sadece Kürtler ve Türkler arasında çözülecek olmasından daha çok soruna dahil olan ve belirleyiciliği bulunan yapıları da göstermektedir.

     Nelerin olabileceğini tahlil edebilmek için nelerin ol(a)mayacağını görebilmek gerekir. Birinci soru: bu durum Kurdîstan’ın herhangi bir parçasında geliştirilecek bir “barış” ile çözülebilir mi, sağlanan bu “barış” Kurdîstan’ın bütün bölgelerini de kapsayarak nihai bir “çözüm” olabilir mi? Elimizdeki bütün veriler bunun olamayacağını, sömürgeci devletlerin Kurdîstan’ın sömürgeleştirilmesinden vazgeçmeyeceğini göstermektedir. Diğer bir sosyal gerçeklik ise sömürgeci devletlerin halklarının nüfusunun büyük bir bölümünün bu durumdan rahatsız olmadığını, taşıdıkları kimliklerinin bir “üst kimlik” olduğuna inandıklarıdır. Daha net bir ifadeyle sömürgeci devletlerin aidiyetini taşıyan halklar, devletlerinin başka bir halkı sömürgeleştirmesinden rahatsız değiller hatta ırkçılığın şaheserini sergilemeye hazır olduklarını da son süreçte daha da net görebiliyoruz.

      Türk devletinin Rojava’yı işgal ve ilhak etmek niyetinin Batı dünyası tarafından onaylandığı yapılan açıklamalar ve pratik adımlardan anlaşılmaktadır. Türk devleti tarafından yapılan açıklamalar ve bölgeye yığılan askeri ekipmanlar ile son günlerde yoğunluk kazanan diplomatik görüşmeler sürdürülen savaşın yeni bir cephesinin daha açılacağını gösteriyor. Rusya ve İran’la yapılan görüşmeler ise bu ülkelerin de onayını almaktan başka bir anlam taşımıyor. Devletlerin medyada yayımlanan açıklamalarına bakarsak “huzur” veren, gönül alıcı ve Türk devletini uyarıcı söylemleri manşetlerden inmiyor.

Oysa durum böyle değil, çok daha başka ve çok daha ağır günlerin eşiğindeyiz. Kapalı kapılar ardında Türk devletinin işgal ve ilhakına onay verilmiş durumda. Kürtlerin soykırımdan geçirilmesine, öz yönetim bölgelerinin işgal edilmesine ve Türk devletinin barbarlığına bu kadar karşılarsa, medyada esip gürlemeye gerek yok. Uygulayacakları birkaç yaptırımla önünü kesebilirler. Örneğin, aylardır kullanılan kimyasal silahların insanlık suçu içerdiğini, başta Efrîn olmak üzere işgal edilen bölgelerin hemen boşaltılmasına, Güney Kurdîstan’da kurulan işgal üslerine kadar eldeki veriler ışığında yaptırım uygulayabilirler. Rojava hava sahasını uçuşa yasak bölge ilan edebilirler. Ama yapmayacaklar çünkü Türk devletine satacakları milyar euroluk birkaç ticaret nesnesi, bu devletlerin gözünde dökülen Kürt kanından ve işgal edilen Kürt topraklarından daha değerlidir, daha önemlidir.

      Rovaja yönetiminden yapılan açıklamalar savaşın kapıya dayandığını gösteriyor, hiç kimse Türk devletiyle oturulacak bir masanın umudunu taşımasın. Hatta çürüyen ve dökülen devlet yapısını düzeltmeyi hesaplamasın. Hitler’in yıkıma uğrattığı Almanya’da ne sosyal demokrat, ne dindar, ne komünist, ne de başka bir siyasal yapı Hitler’le oturup karşılıklı çıkarlar doğrultusunda anlaşma yapmayı düşünmedi. Çünkü biliyorlardı ki, başta Hitler ve mevcut Alman devleti yıkılmadan hiç kimseye yaşama hakkı tanınmayacaktı.

      Sorunun bir başka bakışı ise sadece Kürtlere ilişkin olmadığıdır. Sadece vicdan taşımak bile bir halkın soykırımdan geçirilmesine, o halkın topraklarının işgal edilmesine karşı çıkmayı gerektirir. Dökülecek olan bir halkın kanıdır, kırmızı boya değil. Hayatlarımız birer rakamdan daha büyük ve daha değerlidir. Kaçınılmaz olan savaşa hazırlanmanın sivillere düşen görevlerinden biri, Rojava’nın hava sahasının uçuşa yasak bölge ilan edilmesi konusunda geniş ve sonuç alıcı bir kampanya yürütmektir.

     Tarafsız kalınmayacak bir döneme giriyoruz. Barış, adalet ve insanca yaşamak isteyen kim varsa Türk devletinin bu politikasına “amasız, fakatsız” karşı çıkarak ilk adımı atmalıdır, öyle “tarafsızlık” kisvesi altında “her iki tarafa da çağrıda bulunuyoruz” söylemlerini dile getirmemelidir.

     Barbarlığı meslek edinmiş bir devletin insanlık suçlarıyla dolu zaferinin kutlayıcısı olmaktansa, onurun temsil edildiği yenilginin safında olmak bizi insan yapacaktır.

İlginizi Çekebilir

Suna Arev: Altı delik torba…
Oktay Candemir: Uçağa kafa, tanka tekme atanlar

Öne Çıkanlar