İçine düştüğümüz dijital çağda gerçekliğin türlü krizleriyle karşı karşıyayız. Toplumda, kurumlarda ve genel olarak kitle iletişim araçlarında üretilen sahte ya da karmaşık gerçeklikler, en çok ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel krizlerin yaşandığı bugünlerde, tam da bu kriz hallerinin çözümsüz kalması adına üretilmektedir.
İnsanları özdüşünümsel kılacak, ‘doğru’ diye adlandırılanı sorgulayacak, toplumu giderek özgürlük fenomenine meylettirecek iletişim ve etkileşim alanları olan medya, sanat vb. üretkenler, dijital ortamda sayısal verilerin, manipülatif istatistiklerin ve komplocu eğilimlerin işgali altına girmiştir. Yaşadığımız gündelik praksis ve tarihsel dünya sahte / karmaşık gerçeklikte kaybolup gitmektedir. Vicdan ve akıl adına üretilebilecek fikirler ve eylemler böylece daha baştan hasarlı şekilde ortaya çıkmaktadır.
Son yıllarda Rojava’ya (Kuzey ve Doğu Suriye) yönelik saldırıların sebeplerinin ve ağır insani sonuçlarının olası güvenilir analizi ve üzerine düşünme süreçleri, bu gerçeklik krizlerinin en ciddi kurbanlarından biri durumundadır.
Yeni, çoğulcu ve ekolojik bir toplum modeliyle sistemini dizayn etmeye çalışan ve bunun için ağır toplumsal bedeller ödeyen (Kobani direnişi gibi), bitişik komşu coğrafya olan Rojava’ya Türk toplumunun bakış açısı, özdüşünümsel süreçten oldukça yoksun, ne olduğunu, neler olduğunu algılayamayacak kadar yabancılaşmış bir eğilimde. Türkiyeliler, Rojavalıların saldırılardan nasıl etkilendiğini, hangi dehşet ve yıkımı yaşadığını, kendilerinin de bu savaştan nasıl ve ne derece etkilendiğini düşünme halini, gerçeklik krizlerini yaratan kitle iletişim araçlarına (ve iktidara) bırakmış durumdalar.
Gelenek ile yenilik / Doğu ile Batı arasındaki türbülanstan onlarca yıldır çıkamayan, bu yüzden birlikte yaşama becerisinden muaf olmuş Türkiye toplumu, şimdi de sanal dezenformasyonun dünyada en iştahlı alıcıları arasına girdi.
The War Game / Savaş Oyunu (1965)
İkinci Dünya Savaşı sonrasında gerçekliğin üretilmesi ve algılanışının dünyada sorgulanmaya başlandığı yıllardır. Bu sorgu alanlardan biri de sinema olmuştur. İtalya’da Yeni Gerçekçilik, Fransa’da Yeni Dalga, Amerika’da Dolaysız Sinema gibi akımlar, sinemadaki klasik anlatının dışına çıkıp gerçekliğin sorgulandığı, eleştirel – modern anlatı tarzlarını geliştirdiler. Yine bu akımlar arasında 1960’larda, İngiltere’de ortaya çıkan ve adına Sahte Belgesel denilen akımın dikkat çeken yönü, belgesel sinemadaki gerçekliği tartışmaya açmasıdır.
Seyircinin belgesel sinemaya olan koşulsuz inancına karşı, belgesel sinemanın bir yapıntı olduğunu hatırlatan Sahte Belgesel, izleyiciyi, anlatıya olan güven konusunda şüpheye düşürmeyi amaçlar. Bunu yaparken bazen parodiyi, hicvi kullanır; bazen de bilinçli bir kandırmacaya veya seyirciyle oyun oynamaya girişir. Seyircinin alışkın olduğu bir yapıyı bilinçli şekilde bozar. Ve seyirciden oyunun gerçek olmadığını yakalaması beklenir. Hedef seyirciyi aktif katılımcı yapmaktır. Sonuçta, insanların medyada her gördüğüne inanmaması, her şeyin eleştirilebilir, değiştirilebilir olduğu bilincini sağlamak, Sahte Belgesel’in asıl amacıdır. (Akıl oyunu, yap boz)
Peter Watkins’in 1965’te çektiği The War Game (Savaş Oyunu), Sahte Belgesel’in en çarpıcı ve kışkırtıcı politik örneklerinden biri olarak karşımıza çıkar. Yönetmenden nükleer silahlanma ile ilgili BBC’nin yapımcılığını üsteleneceği bir belgesel yapması istenir. Çünkü soğuk savaşın sürdüğü 1962 yılında, SSCB ile ABD nükleer bir savaşın eşiğine gelmiştir ve bütün dünya büyük bir tedirginlik içindedir.
Film aslında, o yıllarda yaşanan nükleer silahlanma yarışında İngiltere’nin çizdiği politikanın yanlışlığı yüzünden çekilmek istenir. “1964’ün sonlarında seçimleri kazanan İşçi Hükümeti, seçim bildirgesini bozarak, geniş çaplı protestolara rağmen Britanya’da tam ölçekli bir nükleer silah programı geliştirir. O dönemde İngiliz televizyonunda, nükleer silahlanma yarışını tartışmak konusuyla ilgili belirgin bir isteksizlik görülür ve özellikle nükleer silahların etkileri konusunda kamuoyunda büyük bir sessizlik vardır.” * Peter Watkins ise, BBC’ye, olası bir nükleer saldırıda İngiltere’de nasıl bir felaket olabileceğine dair varsayımsal ve provokatif bir film yapmayı önerir.
Film için eski bir kışla, bir kasabaya (Rochester) dönüştürülürken oyuncular tamamen halktan seçilir. Filmde, ardı ardına iki füze saldırısı gerçekleşir. İlki tek megatonluk bir nükleer füzedir ve Manston havaalanını ıskalayıp kasabaya 11 km uzaklıkta havada infilak eder. Oluşan ısı dalgası, ilk anda gözü yakar, insanların vücudunda üçüncü derece yanıklar oluşturur. Kısa sürede aşırı ısı yüzünden eşyalar alev alır. Patlama sonrası 12 saniyede şok dalgası hemen yerleşim yerlerine varır. Birkaç dakikada oluşan ışığın şiddeti öyle büyüktür ki, öğle güneşinden 30 kat daha parlaktır. Göz retinası anında yırtılır. Büyük bir basınç dalgası yayılırken ikinci füze saldırısı olur. Patlama gerçekleştiğinde Kent şehri ve Rochester kasabası oluşan ateş fırtınasından dolayı yanmaya başlar. Bu saldırı, tıpkı İkinci Dünya Savaşı’nda nükleer füzelerle saldırılan Hamburg, Dresden, Tokyo ve Hiroşima bombalamalarına benzemektedir.** Hızı saatte 185 km’ye varan ateş fırtınası havayı emerek şiddetli rüzgarıyla her yeri ve herkesi yakar. Havadaki oksijen hızlıca tükenir ve yerini karbonmonoksit, karbondioksit ile metan gazı alır. Sıcaklık 800 dereceye kadar çıkar. Sıcak çarpması ve zehirlenme yüzünden insanlar 3 dakika içinde ölürler.
Savaş Oyunu, çok büyük bir dehşeti ve insanlık dramını ciddiyetle canlandıran, gerçek’le doğrudan temas kurmayı başaran bir filmdir. Film o kadar gerçekçidir ki, BBC tarafından gösterilmez. İngiliz Hükümeti ve BBC böyle bir ortak karar alır.
Yönetmen Peter Watkins, film yoluyla seyirciyi yani sıradan insanların, medyada inşa edilen gerçekliklere şüpheyle bakmasını amaçlar ve seyircinin harekete geçmesi için teşvik eder. Watkins, Sahte Belgesel tarzını, görünür bir uyarı işareti olarak kullandığını ifade eder.
The War Game, kurmaca ve belgesel arasında sınır ayrımı tanımayan bir filmdir. Filmin etki gücü, anlatımda belgesel özellikleri kullanırken (sokak röportajları, aktüel çekimler, öznel kamera, takip, haberci bakış, dış ses anlatıcı…) içerik olarak gerçekte var olmayan, yaşanmamış bir trajediyi anlatmasından gelir. Film, adındaki oyun sözcüğü ile onun zıddı olan savaş olgusu yan yana getirilerek daha baştan çarpıcı hale gelir. Filmin hemen hemen tamamı, mizansen ve kurmacadır. Bu kurmaca yapı, nükleer tehdidin, dolayısıyla savaşın bir oyun olmadığı, ciddiyetle ele alınıp sorgulanması gerektiğine yapılan vurgudur.
Sahte Belgesel ile diğer sinema akımları ve bütün yeni sanatsal hareketlilikler, yeni algılanma biçimlerine duyulan ihtiyaçtan, gerçeğin farklı temsil arayışlarından kaynaklanır. Çünkü gerçeklik, her zaman tartışmaya, eleştiriye açık bir olgudur.
Türkiye halkları da, başta Rojava Savaşı olmak üzere, tüm savaş ve saldırı gerçekliklerine yeniden bakıp gerçeklik karşısındaki konumunu gözden geçirebilir. Türk toplumu, dijital olan – olmayan bütün egemen söylemlerin ürettiği gerçeklik krizlerine son verip kendi hakikatini inşa etme sürecine girebilmelidir. Savaşın sonlandırılmadığı yerde, toplum son bulur. O yüzden bütün gecikmeler tehlikelidir.
*Elif Kurtoğlu Demoğlu’nun “Yeniden Konumlandırılan Sinema ve Seyre Dalmayan Seyirci” adlı makalesinden…
** 2019’da Rojava’nın Serêkaniyê yerleşim yerine yapılan bombalamada yasak beyaz fosfor bombası kullanılmış, siviller ve çocuklar yanarak ağır yaralanmıştır.