– Kürt sorununun çözümünde Kemal Kılıçdaroğlu’nun samimiyetine inanmak istediklerini belirten HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, seçimlere dair “darbe” açıklaması yapan Süleyman Soylu için “Kendisi siyasi darbecidir” dedi.
Yeşil Sol Parti Antalya Milletvekili Adayı Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Türkiye’deki seçim gündemine dair Mezopotamya Ajansı‘nın sorularımızı yanıtladı. Özellikle Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümü noktasında Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun samimi bir tutum sergileyeceğini dile getiren Oluç’a göre; 14 Mayıs seçimlerinde otokrasi ve demokrasi arasında bir tercih yapılacak.
21 yılın ardından AKP’nin 2015’ten sonra MHP ile birlikte belirginleştirdiği savaş politikaları, çoklu iç ve dış krizler başta olmak üzere birçok sorun, Türkiye ve Kurdistan halkları açısından derin yaralar açmış durumda. Tarihi önem atfedilen ve “varlık-yokluk seçimi” olarak değerlendiren bu seçimleri siz nasıl okuyorsunuz?
Bu aslında bir kader seçimi. Türkiye toplumu şuna karar verecek. Bu tek adam yönetimi ve tekçi rejim bu şekilde devam etsin mi? Otoriter rejim, otokrasi bu şekilde devam etsin ve daha derinleşsin mi? Tek adam yönetimine bir son verilsin ve bunun yerine Türkiye’de demokratikleşmenin önü açılsın mı? Bunun kararının verileceği bir seçim. Hemen demokratikleşme olacak bitecek seçimden sonra diye bir şey söylemek mümkün değil elbette ama o demokratikleşmenin önü açılacak diye düşünüyoruz. Dolayısıyla bu hem toplum açısından hem ülkenin tamamı açısından baktığımızda bir kader seçimi diye düşünüyoruz.
Cumhuriyetin ikinci yüzyılına giriliyor. Cumhuriyetin birinci yüzyılı esas itibariyle tekçi bir ideoloji, tekçi bir anlayış üzerine bir rejimin inşa edildiği bir yüzyıl oldu, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılının demokrasiyle taçlandırılıp taçlandırılmayacağına dönük bir seçim olacak. Bir de elbette ki Kürt halkı açısından ve Türkiye demokrasi güçleri açısından baktığımızda da çok önemli bir seçim. Hem rejim tartışması açısından rejimin değişimi açısından. Sandıkta hesap sorulacak. 2019 sonrasında yerel seçim sonrasında seçilmiş olan bütün belediyelerimize neredeyse beşi haricinde kayyım atandı. Kürt halkının iradesi gasp edildi. Seçim hukuku, sandık hukuku yok sayıldı. 2019 öncesinde de elbette ki kayyım atamaları vardı ama son seçimden bu yana yapılmış olanların hesabının sandıkta sorulacağı bir seçim. 2016 4 Kasım’ında bir siyasi darbe yapıldı. O zamandan bu zamana kadar da arkadaşlarımız hükümsüz olarak cezaevinde tutuluyor. Ve esasında siyasi rehine olarak tutuluyorlar. Şimdi bunun hesabının sorulacağı bir seçim aynı zamanda. Türkiye demokrasi güçleri bunun hesabını sormayacak mı?
Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluklarının ve talanın yapıldığı bir dönem yaşanıyor, inanılmaz hırsızlıkların olduğu bir dönem yaşanıyor. Bunun hesabı sorulmayacak mı? İç politika açısından baktığımızda en büyük Kürt düşmanlığın yapıldığı, en sinsice Kürt düşmanlığının yapıldığı ve hem içeride hem dışarıda bu politikaların sürdürüldüğü bir dönem yaşandı. Sinsice diyorum, çünkü sözde bir taraftan Kürt halkının haklarını veriyormuş gibi görünen ama Kürt halkını her alanda statüsüz ve haksız bırakmaya çalışan, hem Rojava’da hem Irak Kürdistan’ında bunu yapmaya çalışan, dünyanın neresinde Kürt varsa örneğin Japonya’da Kürtçe bir kurs açılmasına bile müdahale eden bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu seçimin sonunda da gerçekten Türkiye’de yeni bir dönemin açılacağını, yeni bir dönemin başlayacağını düşünüyoruz. Her türlü sorunun ortadan bir anda kalkacak diye bir beklentimiz yok elbette ama sonuç itibariyle bir nefes alınacak, bir ortak akıl geliştirilecek ve bazı konularda adım atılması sağlanacak, bir diyaloğun kurulması sağlanacak. Bütün sorunlar hakkında müzakerenin olması sağlanacak ve ortak akılla bir gelecek inşa edilecek. Bu açıdan biz bu seçimi birçok önemli bir kader seçimi olarak görüyoruz.
Seçimlere Yeşil Sol Parti ile girme kararı alındı. Artık çok kısa bir süre kaldı. Yeşil Sol Parti, AKP sonrası demokratik cumhuriyete giden bir süreçte nasıl bir rol alacak?
Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girdiğimiz bir dönemde Meclis’te güçlü bir Yeşil Sol grubunun oluşması gerekiyor. Güçlü derken, biz 100 vekil hedefledik ama elbette ki buna yaklaşmak için her türlü mücadeleyi veriyoruz. Birincisi Türkiye’de bir demokratikleşme olacaksa, şu anda iktidar değişimi olduğu zaman bu demokratikleşmenin ve gerçekten evrensel anlamda hukuki ilkelerinin işlemesinin önüne engel olabilecek siyasi anlayışlar da var. Doğrusu bunu ağırlaştırmaya çalışmak gerek. Demokrasinin her anlamda gelişmesini engellemeye çalışacak siyasi anlayışlar var. Bunun karşısında güçlü bir Yeşil Sol grubunun demokratikleşmenin teminatının olması demektir. Bir tür sigorta rolü görmek anlamına gelir. Hem yasaların çıkarması, çıkarılması anlamında anahtar role sahip oluruz hem de anayasa açısından. Çünkü baktığımızda bütün şu andaki yoklamalar da simülasyonlar da gösteriyor ki, Millet İttifakı’yla Cumhur İttifakı kendi başına Meclis’te 301’i bulacak ve anayasa değişikliği açısından 360’ı bulacak bir güce erişemeyecekler. Biz inşa gücü olduğumuzu düşünüyoruz. Önümüzdeki dönem açısından yeni yaşamın inşa edilmesi, hukukun sağlanması, toplumsal adaletin sağlanması, bir hukukun üstünlüğünün tekrardan işler hale gelmesi açısından bir inşa gücü olduğumuzu düşünüyoruz. Böyle bir iddiamız var.
Bizim bir önce bir yol temizliğine ihtiyacımız var. Çünkü bu iktidarın ortaya koyduğu bir çeşitli alanlarda atılmış olan adımlar, hukuk alanında olsun yasalar anlamında olsun son derece sıkıntılı adımlar var. Bu adımların değişmesi gerekiyor. Bunun içinde bir yol temizliği lazım. Yol temizliği dediğimiz yasa değişikliklerini kastediyoruz. Bu konuda bizim hazırlıklarımız var. Millet İttifakı’nın da hazırlıkları var. Hem ortak mutabakat metninde de bunu gördük hem de anayasa değişikliğiyle ilgili yazdıklarında bunu gördük. Oluşturdukları belgelerle bizim söylediklerimize çeşitli konularda örtüşmeler, benzetmeler var. Elbette ki bunları değerlendireceğiz. Elbette bu farklılıklar elbette ki tartışılacaktır. Şimdi Millet İttifakı da bunu görecek, görüyor da. Cumhur İttifakı da bizim gücümüzü, pozisyonumuzu görüyor, görecektir de. Dolayısıyla bütün bunların hepsini konuşarak müzakereyle çözmek mümkün. Biz yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Yeni bir anayasaya, demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasaya. Bunu da sadece bir tarafın, yani muhalefetin ya da iktidarın tek başına yapması mümkün değil. Yeni bir toplumsal sözleşmeden söz ediyorsak, o zaman iktidarıyla, muhalefetiyle herkesin birlikte bu konuda bir tartışmayı sürdürmesi gerekir. Bizim bu konuda önerilerimiz çok açıktır. Her iki ittifak da bizim bu konudaki olumlu yaklaşımımızı bizim bu konudaki olumlu katkılarınızı görecektir diye düşünüyoruz ve inşa gücü olmanın gereğini de yerine getireceğiz.
Emek ve Özgürlük İttifakı, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kılıçdaroğlu’na destek kararı aldı. Beklentiler var, Kürt sorununun çözümünde Kılıçdaroğlu samimi bir refleks sergileyecek mi? Buna inanıyor musunuz?
Kürt sorununun demokratik ve barışçı çözümün gerçekleşmesi gerekiyor. Biz de demokratik siyaset alanındaki bu konunun muhatabı olarak Meclis’te neler yapılabilirse, bunları yapmaya hazır olduğumuzu söyledik. Bu konudaki önerilerimizi dile getirdik. Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümünü konuşmaya başlayacağız. Böyle hemen birkaç ayda her şey hallolacak gibi beklentimiz yok. Bu çok naif bir beklenti olurdu. Ama şu önemli bizim bu konuda bir iddiamız var, bir irademiz var. Demokratik siyaset alanında biz bu iddiamızı ve irademizi ortaya koyuyoruz dedik. Sayın Kılıçdaroğlu da yaptığımız görüşmede çıkıp kendisi de bu açıklamayı yaptı. Daha sonra demokratik bir çözümün Meclis’te konuşulması ve çözüm yollarının bulunması gerektiğine dair sözlerini söyledi. Biz de bu konudaki yaklaşımımızı her zaman söyledik. Evrensel topluluk hakları, kolektif haklar var. Bu evrensel hakların konuşulması, tartışılması gerekiyor. Ana dilde eğitim meselesi var. Güçlü bir yerel demokrasinin inşa edilmesi hem Kürt sorununun çözümü açısından hem bütün ülkede yerel demokrasinin güçlü olması açısından bir önem taşıyor. Dolayısıyla bütün bunların müzakere edilebileceği bir ortamı Meclis’te sağlamak mümkün. Hep beraber bunu yapmamız mümkün. Biz gücümüze güveniyoruz.
Halkların Demokratik Partisi, bileşenlerimiz, ittifakımız o kadar ağır saldırılarla karşı karşıya kaldılar ki hala da bu saldırı sürüyor. Eğer bu herhangi bir parça olsaydı, biz hep söylüyoruz, kimse artık o partiden hiçbir iz göremezdi. Esas itibariyle ama halkın o kadar büyük bir desteği var ki Kürt halkının ve Türkiye demokrasi güçlerinin o kadar köklü bir desteği var ki bu destek sayesinde aslında bizler politika yapmayı sürdürebiliyoruz. Bu çok önemli ve o nedenle de kendi gücümüze güveniyoruz. Hem Kürt sorununun demokratik çözümünde hem Demokratik Cumhuriyet yönünde adımlar atılması konusunda muhataplarımızın samimiyetine inanmak istiyoruz. Bunu göz ardı etmiyoruz. Ortalıkta söylenmiş laflar var. Kapalı kapılar ardında hiçbir şey bu anlamda konuşup bağlanmadı. Tam tersine ne konuştuysa heyetler olarak bunların hepsini hem Sayın Kılıçdaroğlu hem bizim eş genel başkanlarımız açık yüreklilikle kamuoyunun önünde, basının önünde dile getirdiler. Kürt sorununun demokratik çözümü açısından da Kürt halkının taleplerinin karşılanması açısından da bu konuda hiç gizli bir şey yoktur.
Bunun karşısında mesela Kürt düşmanlığını zirveye taşımış olan bir Cumhur İttifakı var ve onun sözcüsü bir numaralı temsilcisi olan Recep Tayyip Erdoğan var. Yaptığı seçim çalışmalarındaki konuşmalarını izliyoruz. Daha geçen gün yine yaptığı Van konuşmasında halka yönelik nasıl hakaretler yağdırdığını gördük. Halkın siyasi temsilcilerine yönelik HDP’ye, ittifaklarına dönük nasıl hakaretler yağdırdığı gördük. Dolayısıyla bir taraftan ‘Kürt sorunu yoktur. Biz çözdük’ diyen bir Cumhur İttifakı ve Recep Tayyip Erdoğan var ve Kürt halkına yönelik dünyanın her yerinde büyük bir düşmanlık sürdüren bir Cumhur İttifakı var. Öbür tarafta da ‘Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümü için Mecliste adım atacağız, atmalıyız’ diyen bir Kemal Kılıçdaroğlu var. Dolayısıyla biz bu samimiyete inanmak istiyoruz.
Bir yandan seçim meydanları, diğer yandan anketler kısmen de olsa sonuçları gösteriyor. Hal böyleyken İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan “14 Mayıs darbe girişimi” açıklaması geldi. İktidar kanadından yapılan bu yönlü açıklamalar ne anlama geliyor?
Süleyman Soylu’nun kendisini siyasi darbecidir. Siyasi darbe odağının başında bulunan kişidir. Kayyım atamaları, bizim belediyelerimize, seçilmiş belediyelerimize sandık hukukunu, seçim hukukunu yok sayarak kayyım atamak demek, siyasi darbe yapmak demektir. Ve Süleyman Soylu bu siyasi darbe durağının başında bulunmuş olan kişidir. O yolsuzluk, hırsızlık, usulsüz harcama yapmış olan, kayyumları atamış olan kişidir. 14 Mayıs’ta sandıklar kurulacak, halk gidecek iradesini gösterecek. Sandık kurulmasına, sandık sonucuna bir siyasi darbe diyen anlayış esas darbecidir. İkincisi Binali Yıldırım şimdi aday da değil, çıkıp ‘biz ülkeyi işgal edenlere karşı işgal etmek isteyenlere karşı mücadele sürdürüyoruz’ gibi son derece tutarsız açıklamaları yapması… Bu halinizle mi aksakallılar içinde yer alacaksınız? Bu halinizle mi akil insan olacaksınız? Bunca yıl milletvekilliği, bakanlık, Başbakanlık yapmış bir kişinin gelmiş olduğu nokta böyle bir noktadır. Gerçekten yazıklar olsun demekten başka bir çare kalmıyor.
Bu açıklamalar ışığında seçim güvenliği konusunda endişeleriniz var mı?
Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Ulaştırma Bakanlığı… Acayip bir şekilde 3 bakan görevlerinin başında bakanlıklarını sürdürüyorlar ama öbür taraftan da bu 3 bakan AKP’den aday olmuş vaziyetteler. Bakanlık koltuğundan diğer partilere yönelik seçim çalışması sürdürüyorlar. Seçim güvenliği açısından en büyük tehdit bu ama halk buna elbette ki yol vermeyecektir ve halkın seçim güvenliği açısından gereken hassasiyeti göstereceğine eminim. Herkes sandıklara sahip çıkacaktır, bundan eminim, bu tür yorumlara, bu tür algı operasyonlarına kimse kolay kolay yol vermeyecektir. Adalet Bakanı olarak görevini sürdüren kişinin, aynı zamanda AKP adayı olarak görevini sürdüren kişinin kalkıp 14 Mayıs akşamı toplumda bu kadar ayrıştırma yaratacak nefret söylemiyle bir tarifte bulunması, ‘başı secdeye değenler ile şampanya içenler’ gibi abuk sabuk açıklamalar yapması da çok yazıktır. Yani ne yazıktır ki Türkiye muz Cumhuriyeti denen ülkelerden daha beter. Ülkeyi bu duruma getirmiş olan Tayyip Erdoğan yönetimidir, tek adam yönetimidir. Bu ucube yönetiminin değişmesi ve gerçekten bu hukuksuzlukların bu adaletsizliklerin sona ermesi acil bir ihtiyaçtır.
Seçim meydanlarında bakılınca, buluşmalar mitinge dönüşüyor. Bu durum sandığa yansır mı?
Yeşil Sol’un sandıktan çok başarılı bir sonuç çıkaracağını düşünüyorum. Bir hedefimiz var. Ne kadar ulaşacağımızı göreceğiz elbette ama başarılı bir sonuç çıkaracağız. Çünkü birincisi halk bize güven duyuyor, ikincisi HDP’ye yönelik iktidarın saldırılarının çok büyük hukuksuzluk ve adaletsizlik olduğunu görüyor. O nedenle desteğini sürdürüyor. Kendi geleceğine sahip çıkıyor. Aslında Kürt halkı kendi siyasi iradesine sahip çıkıyor. İkincisi, toplumda iktidara karşı çok ciddi bir tepki var. İlk turda bir sonuç elde etmenin mümkün olduğu kanaatindeyim, ikinci tura kalmadan Cumhurbaşkanı’nın değişeceği kanaatindeyim. Bir demokratik değişimin adımın atılacağı kanaatindeyim. Aynı zamanda Meclis’te de biz olmadan herhangi bir ittifakın yeterli çoğunluğa ulaşamayacağı bir ortamın gerçekleşeceği kanaatindeyim. Demokrasi, hukuk, adalet, Kürt sorununun demokratik ve barışçı çözümü açısından baktığımızda, bu iyi bir sonuç anlamına gelir. Umudu büyütecek bir sonuç anlamına gelir. Bu ülkedeki bütün farklı inançların, kimliklerin ana dillerin ve kültürlerin eşit koşullarda bir arada yaşayabileceği ve Kürt halkının kendi haklarını kazandığı, gasp edilmiş olan, haklarını kazandığı bir ortama hep birlikte gidebileceğimiz olan inancım gerçekten büyük. Hep birlikte bunu başaracağımıza inanıyorum o ne nedenli de hepimizin yolu açık olsun diyorum.
Antalya’yı konuşalım biraz. Siz de buradan Meclis’e yeniden gitmesi kuvvetle muhtemel isimlerden birisiniz. Buradaki çalışmalar nasıl gidiyor?
Tabii Antalya’da da çalışmalar oldukça iyi bir durumda. Halkın gösterdiği ilgi oldukça yüksek. Halk toplantıları yapıyoruz, esnaf ziyaretleri, kahve buluşmaları, pazar ziyaretleri yapıyoruz. Antalya’da tarım emekçileriyle çok yakın ilişkilerimiz var. O alandaki sorunların çözümü için adım atmaya çalışıyoruz. Antalya çok önemli bir doğa ve tarih kültürünün olduğu bir yer ve burada büyük bir tahribat yaşanıyor. Doğa tahribatı açısından baktığımızda, işte maden alanlarının açılması, büyütülmesi, orman yangınları öbür taraftan ve tarihin çok önemli. Zenginliklerin olduğu bir yerdeyiz. Oralarda atılan adımların çok ciddi sorunlar yarattığını görüyoruz. Dolayısıyla çevre ve doğa katliamı açısından tarih katliamı açısından da Antalya’da atılması gereken adımlar var. Engellenmesi gereken girişimler var. Çok ciddi bir destek bulduğumuzu doğrusu düşünüyoruz. Hep birlikte buradan en güçlü şekilde Ankara’ya temsilcilerimizi göndereceğiz.
MA / Fırat Can Arslan