Atilla Özdemiroğlu’nun hüzünlü bir piyano resitali ile başlayan kısa bir videosunu ,sevdiğim bir arkadaşım geçen hafta whatsapp üzerinden bana yolladı,belki de gülebileceğimi hesapladı.Yavuz Tuğrul’un yazıp yönettiği Muhsin Bey, sinema filminden kısa kesitler alınmış ve günümüze uyarlanmış bir videoydu.
Ali Nazik sinema kesimlerinde olduğu gibi korunmuş, Muhsin Bey karakterini Türkiye rejiminden usanmış bir genç canlandırıyor.
Şöyle başlıyordu:
Genç; İlk turda biterse kutlamaya Üsküdar’a gidelim, Kızkulesi’ni görmeye tabi duruyorsa. Yeter evde Halk TV’yi seyrettiğim.
Ali Nazik: Yerde çömelmiş, kan ter içinde çiğköfte yoğurmaktadır. ‘Ben bir kebapçı dükkanı kapatıram,sırf döner kebap versinler.
Genç: Beyoğlu’ndan kutlamaya başlarız ,eski arkadaşlar toplanır fasıl geçeriz ,beraber şarkılar söyleriz, gece on ikiden sonra eski günlerdeki gibi.
Ali Nazik; İpek bir göynek alırım, pempe; beyaz bir elbise, altın kolye, (Muhsin Bey’e bakar gözlerinden cahillik akar) İbrahim gibi (Tatlıses)…Bu arada gözleri parlar İbrahim, olur).
Genç: Yurtdışını gezelim vize engeli kalkınca, biletleri de ikramiyeler yatınca alırım.
Ali Nazik: Birsürü xariyi koynuma alırım yiyip bitirsinler bele. Burnunun sümüğünü çeker, ‘karılar’ derken ağzı sulanır, cinsel açlıkla tecavüze zaten dünden hazır gibidir.Nasılsa rol modeli İbrahim abisidir.
Fakat Muhsin bey öyle mi? Muhsin, ‘Bey’dir, İstanbul’dan Beyoğlu’ndandır, beyefendidir…
Bu filmi ne zaman izlemiştik hiç hatırlamıyorum, fakat ziyanı yok ,günümüzde tekrar izleme şansımız nasılsa var.
1987 yapımı filmin senaryo yazarı ve yönetmeni Yavuz Tuğrul’dur. 12 Eylül cunta yönetiminden sadece yedi yıl sonra bu film çekilmiş ve abartısız epeyce de ses getirmiş,ödüller almış, bugün bile kesitleriyle güncelliğini koruyor.
Ali Nazik, Urfalı bir Kürt’tür. Sesinin yanıklığına güvenerek emmisi Bitli Salman’ın aracılığıyla İstanbul’a organizatör Muhsin Bey’i bulmaya gelir. Nazik’in bütün derdi şöhret olmaktır.
” Bitli Salman, canım hani şu ayakları 10 metre öteden kokan senin askerlik arkadaşın var ya, ha o işte… ‘Kürt Ali Nazik’in amcası da olsa olsa bitli olmalı ayaklarının kötü kokusuyla on metre öteden tanınmalıdır! Döneme uygun tokat hazırdır.
Ali Nazik, ilk defa Urfa’dan ayrılmış yoksul biridir, doğru dürüst Türkçe konuşamaz. Başka bir dilin hamuru olduğu hemen anlaşılır. Fakat her ne hikmetse gözü çok açık ve ‘papuç gibi de dili’ var.
Muhsin’in yakasına yapışır. Abisi (İbrahim Tatlıses) gibi olmak için her türlü oyunu ve sahtekarlığı mübah sayar. Muhsin kaç defa kovar ama geri gitmez memleketine, gurursuzdur…
Daha geldiği ilk gün rengini belli etmiştir, tuttuğu otel odasında kalmaz, dışarıda yağmurun altında üşür, Muhsin’in ona acıyıp içeri alacağının hesabını yapar,bunu da anında itiraf eder.
Muhsin’e, ‘Muhsin Bey’ demez. ‘Ağam’ der , hep ‘Ağam’… Boynu öne doğru hep eğiktir, elleri önünde bağlı. Ağa’nın yardımına muhtaç, nedense çok kurnaz olabildiğince kültürsüz cahildir. Ünlü bir türkücü olmak için kaç defa ‘boğunu yem ağam’ der.
Sonunda Muhsin ona acır elinden tutacağına bir kaset yapacağına dair söz verir.
Neden mi?Şöhret ve para için:
“Hayatım felaketle geçmiştir, okula gidemedim, arkadaşlarım kerhaneye, pavyona giderken ben bulaşık yıkadım. Şimdi benden kötü sesler hep şöhret olmiştir, ben hala süriniyem…’
Ülke 12 Eylül felaketini yaşıyor. Hapishaneler tıklım tıklım dolu, gözaltılar, işkenceler, idamlar sürüyor. Cuntanın başı, “Asmayalım da besleyelim mi?” diye kinayeyle soruyor fakat, Ali Nazik’in derdi çok başkadır. Onun derdi çok da ağırdır: Pavyona gidememektir bütün derdi! Demek ki Ali Nazik, o dönemde bir mağarada yaşıyor olmalı, onun hiçbir akrabası vurulmamış, hapishanelere atılmamış, yoksulluk nedir ,cunta nedir, baskı nedir,idam nedir..? Hiç duymamış, hiç bilmemiş, bunları yaşamamış, kıyısından bile geçmemiş. İlle de Abisi İbrahim, olacak ille de bir sürü kadını koynuna alacak:
” Bi sürü xarıyı koynuma alırım, yiyip bitirsinler bele”
Muhsin Bey, Ali Nazik’e şöhretin kapısını aralayacak. “Urfa Türküleri” kasetini yapacaktır fakat parası yoktur. O da dolandırılır, bürosundan olur, bir kahvede tekrar mekanını kurar. Kendisi de dolandırmaya karar kılar. dümeni, “Benim memurum işini bilir” diyen Özal’ın işaret ettiği yöne doğru çevirir.
Muhsin Bey, artık kendisine ‘Ağam’ diyene karşı güçlüdür; film boyunca Ali Nazik’e epeyce hakaret eder. Sadece ona mı?
” Bütün İstanbul’u kebapçı dükkanına çevirdiniz. Acılı Adana, Acılı lahmacun, Acılı çiğköfte…! Ne bu yahu, nerede o güzelim İstanbul yemekleri?”
Muhsin Bey, akıp gelen Kürt göçüne de karşıdır. Göçün nedenini, çürümüş sistemi hiç sorgulamaz. Eskiyi arar, öyle ki; bir zamanlar gazinolarda yıldızı parlamış, şimdi düşkünler evinde bir sandalyeye çakılmış, hareket edemeyen, konuşamayan ve adeta canlılık belirtisi göstermeyen bir zamanlar aşık olduğu Afitap hanıma derdini anlatır. Şimdilerde sevdiği kadından; ‘Sevda’dan söz eder:
“Aslında size benziyor..”
Sevda, Afitap’a benzediği için sevilir, Sevda olarak değil. “Evlenmiş ayrılmış, bir çocuğu da var.” Sevdiği kadını pavyon köşelerinde işe koymuştur, sevdiği kadına karşı cesaretsizdir, ona bir türlü sevdiğini söyleyemez nitekim onun pavyon köşelerinde yem olmasının önüne de geçemez.
Garibanları dolandırdığı parayla Ali Nazik’e “Urfa Türküleri” kasetini çıkartır fakat kendisi de hapse girer. Yıllarca Afitap yüzünden düşmanlık besleyen aynı meslekten bir rakibi vardır Muhsin’in; Şakir…
Şakir, Muhsin hapisteyken, Ali Nazik’i, Sevda’yı ve yardımcısı Osman’ı elinden alır. Ali Nazik, ucuz bir pavyon köşesinde bilmem kaçıncı sırada sahne almaktadır, artık kendince sınıf atlamıştır. “Pembe göynek, bayaz bir elbise ,altın kolye” ile Abisi İbrahim gibi Arabesk ağlamaktadır. Muhsin’in sevdiği kadını bile koynuna almıştır.
Muhsin hiç evlenmemiştir, kendine ait bir mülkü yoktur, kiracıdır, yaşamın zorluklarına sık sık değinir, parasızlığın getirdiği zorluklardan epeyce şamar yer.
Fakat Muhsin, bunun sebebini sistemde aramaz kişileri suçlar, sınıfını belirleyemez. Sonunda hapisten çıkar, yıkık dökük Beyoğlu’nda ilerler, film boyunca üzerinde hep eski pardesüsü vardır.
Evinde çiçeklerini teslim ettiği Sevda, hanım yoktur, çiçekler ölmüştür. “Gitti o, gitti şu türkücü oğlanla gitti” der ev sahibesi. Düşkünler yurdundaki Afitap’da ölmüştür.
Muhsin, evin biriken kirasını karşılaması için eşyalarını ve anılarını ev sahibesi Madam’a bırakır. Ülke yaşanacak gibi değildir, sonunda son Rum Madam da Paris’e yerleşmeyi kafasına koymuştur fakat ruhu ve anıları ardından ağlamaktadır.
Son sahne: Muhsin,ucuz bir pavyondan içeri girer sahnede Ali Nazik, vardır tıpkı ‘’İbrahim gibi” inlemektedir:
“O eski halimden eser yok şimdi
Izdırap içinde yalnızım şimdi
Tutun kollarımdan düşerim şimdi
Yalnızım dostlarım yalnızım yalnız …
İki üç sandalye birleştirilmiş Sevda’nın çocuğu üzerinde uyumaktadır. Sevda, Ali Nazik’in hizmetçisidir, ter içindeki gömleklerini asar, sahnede değildir artık.
Ali Nazik, Sevda’ya kaba davranır onu bir et parçası olarak görür, onu döver,masalarda kendini pazarlamasını söyler, tıpkı ‘Abisi İbrahim’ gibi. Sonunda göz göze gelirler:
-Ağam çiğtın mı? Hoş gelmişsen buyur!
-Seni dinlemeye geldim.
-Nasılam beğendin mi?
-Arabeske başlamışsın
-Hee istiler
-Türkü arabesk karışık İbrahim gibi
-Hee ağzını öpeyim İbrahim gibi heee
-Boş ver böyle idare edik,viski içen mi?
-Bok herif bir daha bu kadına dokunma gebertirim seni.
-Bu çocuğa yazık değil mi Sevda hanım.
-Ağam kusura bakma kendimi kurtarmam gerekiyordu.
-Kurtardın mı bari..?
Muhsin, dışarı çıkar, arabasının yanında sessizce ağlar.
Sevda, ondan daha cesurdur kızının elini tutar Muhsin’in ardından koşar. Sevda Muhsin’i sevmektedir, sevdiği adamın arkasından koşar…Muhsin gazinodan ayrılırken hadi gel gidelim demediği halde, ardından çocuğuyla birlikte koşar:
-Muhsin bey, biz de gelelim mi?
-Kafandan o şeyi çıkar öyle.
Ortada uyuyan masum bir çocuk Sevda ve Muhsin’in arasında bir yataktadırlar.Filmin en güzel anlamlı vurgusu buradadır. Çok değil aradan bir yıl geçtikten sonra 1988 yılında yine Şener Şen’in başrolde oynadığı “Zengin Mutfağı” vizyona girer. (Başar Sabuncu) dönemin toplumsal olaylarına geniş bir çerçeveden bakmamızı uyanmamızı sağlar. Fakat bu film Muhsin Bey kadar ilgi görmez, adeta üzeri çizilir, gündemde tutulmaz yok sayılır.
BİR KÜRT OLARAK İBRAHİM NEDEN ÜNLÜ!
İbrahim Tatlıses’i her kuşaktan her milliyetten herkes tanır. Cahil, kültürsüz, saygısız edep yoksunudur. Kadını bir et parçası olarak görür, konuk ettiği sanatçıların orta yerinde müziğini böler araya hoplar. Davar güder gibi hay huy çeker.
” Ona zamanında iyi bindiğimi iyi bilir”
” Zamanında seni pezevenklerin elinden ben almıştım”
Sahnede kadınları elleyip mıncıklamaktan zevk duyar.
İyi bir iktidar yalakasıdır. El öper diz çöker ,bol bol ağlar. Kısacası Kürt, dedik mi akla gelen ilk o olur. Al sana ‘Anlı Şanlı’ Kürt, ya böyle olacaksın, ya da sürüm sürüm sürünürsün. Sisteme göre ne kadar rezil olursan o kadar iyi Kürtsün:
“İbrahim gibi…”
Hepsi bu…
Verin ki basak bağrımıza mühürünüzü. Kürdün öğrenilmiş çaresizliği, Kürdün, ezilenin yok sayılanın katledilenin acı gerçeği…
(Haftaya: Tarancı ve Abbas Oğlu Abbas hikayesiyle devam edecek.)