Bölgesel politik gelişmeleri takip eden herkesin üzerinde uzlaştığı bir gerçeklik var: Ortadoğu bir savaşın içinde ve bu savaş yayılıp büyürken Kurdistan, Suriye, Irak ve Türk devletini de içine alarak İran’a doğru ilerlemesini sürdürecek. Muhtemelen bir sonraki savaş alanı da Rusya ve Çin olacak ama ona daha çok var. Şimdiki sürecin bile sonuçlanması yıllara dayanacak olduğu için önümüzdeki bu sürece yoğunlaşmak daha sağlıklı olacaktır.
Türk devletinde 31 mart tarihinde yapılacak olan yerel seçimler, daha önce yapılmış olan seçimlerin heyecanından ve değişim umudundan uzak bir şekilde propaganda düzleminde sürdürülüyor. Tek farkı seçime katılan partiler içinde DEM Parti’nin seçim çalışmaları ve vaatleri ile diğer partilerin çalışma ve vaatleri arasındaki farklılık diyebiliriz. DEM Parti yerel seçimlerin kazanılması ve yapılacak hizmetlerin ne olacağından daha çok (doğal olarak) seçim çalışmasını Türk devletinin seçimden sonra atayacağı muhtemel kayyımlara geçit vermemek, Kurdistan’ın mümkünse her yerinde seçimleri kazanarak bir irade netliğini göstermek ve bunun dışında Türk illerinde de kazanabileceği yerleri alıp “ittifak” temelinde bir “Türkiye partisi” olduğunu ve bunun da stratejik bir anlayışa dayandığını göstermek istiyor. Elbette bu seçim çalışmalarını da gelenekselleşmiş olarak devletin ağır baskısı altında sürdürmeye çalışıyor. Tutuklamalar, engellemeler, sahte seçmen listeleri ve daha birçok sorunla boğuşarak seçimlere hazırlanıyor. Diğer partiler ise “dostlar alışverişte görsün” mantığından yola çıkarak ne DEM Parti’nin yaşadıklarına ilgi duymak, dillendirmek, yanında olmak, ne de bu seçimlerde iktidar ittifakı kaybederse, iktidarı almak için erken seçimlere gidilmesi yönünde bir tutum alınmasını sağlayacak bir çalışma yürütüyorlar. En net ve en keskin mücadeleyi kendi içlerinde yürütüyorlar: kim, nereden listeye girebilir, hangi koltuğu kazanabilir ve ne kadar gelir elde edebilir mücadelesi, iktidara karşı yürüttükleri mücadeleden daha keskin ve net yürütülüyor.
Seçimlerde adı geçmeyen, bırakalım devlet medyasını, muhalefet adı verilen medyada bile yer almayan sosyalist adaylar da bulunuyor. Bu adaylardan biri de Tunahan Dursun. Yaptığı açıklamayla DEM Parti lehine tutum aldı. Seçimlere sadece “oy” noktasından bakanlar için bu açıklamanın bir değeri yok. İttifak denilince Türk devletinin “sol” içindeki temsilcileri, Kürtlerden alınan oylarla kazanılan vekillikler için yapılan sahte “birlik” çağrıları kulağa daha hoş geldiği için daha görünür ve tercih sebebi oluyor. Oysa emekten yana tutum almanın karşılığı oy ise, dönüp ittifak dediğimiz partilerin üye sayılarına da ve tespit edebilirsek DEM Parti’ye verilen oyların sayısına da bakabiliriz. Ancak emekten yana tutum almanın karşılığı oy değildir, devrimci tutumdur. Politik tutumuyla görünür olan TİP’in Kürtler nezdinde yeri net olarak belli olmuştur ama nedense DEM Parti bunu görmezden gelip içinde TİP, EMEP gibi partilerin de olduğu“ adı var kendi yok ittifakı” ayakta kalsın diye bedel ödüyor.
Seçimler olmadan veya sonrasında özellikle DEM Parti’nin karşılaşacağı en büyük sorunlardan biri de Türk devletinin ilan ettiği ve zamanının yakınlaştığı savaşın daha görünür ve daha anlaşılır düzeyde olmasıdır. Bu, kuzey Kurdistan’da yaşayan Kürtler açısından ağır bir kırılma noktası daha olacaktır. Çünkü devlet tarafından ince bir politik dille medyaya servis edilen yeni çözüm süreci ve sayın Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılacağı umudu kitlelerde duygusal bir beklenti oluşturuyor. Ancak ortada net bir gerçeklik var: Türk devleti İran-ABD/İsrail savaşının başlama ihtimalinden bile yararlanarak Rojava bölgesini ve hatta Güney Kurdistan’da bununla beraber işgal ederek yeni yüzyılın, yeni Türk devletinin ilanı gerçekleştirilebilir, koşullar buna uygun bir hale gelebilir. Bu durumun olabilirliğini gösteren politik ve askeri görüşmeler Türk devleti ve ilgili devletler nezdinde yoğunlaşan bir şekilde sürüyor.
Türk devleti genel saldırının öncesinde veya içindeyken politik bir hamle yaparak gerek “barış sürecinin yenidenliği”, gerekse sayın Öcalan’a yönelik tecridi kısmen hafifletme yoluna gidilebilir. Başka ve en kötü bir olasılık ise saldırı başlatıp yukarıdaki seçenekleri de gündeme koymak olabilir. Böylece hem “barış havarisi” olarak görünmek isteyecek, hem de siyasal alanda Kürtleri zor bir duruma sürükleyecektir. Böyle bir durumda hem DEM Parti, hem de Türkiyeli sol, sosyalist ve demokrat kesimler tercih olarak değil, zorunluluk olarak bir tutum belirlemek durumda kalacaklardır. Rojava’nın her yerini işgal edecek bir devletin barış çağrısı tıpkı Hitler’in politikaları gibidir. İşgale karşı çıkanları iç politikada düşmanlaştıracak, ağır cezalara mahkum edecektir. Karşı çıkmayanlar ise zaten kendisinin yedeği demektir. Kehanet değil: böyle bir durumda Emek ve Özgürlük İttifakı içinde TiP ve EMEP “M. Niemöller” kıyafetını giyeceklerdir.
Seçimler, kendi içeriğini çoktan aştı. Kürtler için sadece bir irade beyanıdır. Ortada demokratik kanun ve kurumlar yok. Hiç birimiz seçilenlerimizin bildirgelerine bakmıyoruz. Saldırılara karşı bir tutum belirliyoruz.
Temel olarak defalarca yazılanı bir kez daha yazmak gerekiyor: kendimizi sömürge olarak mı yoksa baskıcı bir devletin söz hakkı olmayan üyeleri olarak mı değerlendiriyoruz? Bir sorunu tanımlama ve çözme açısı, o soruna yönelik alınacak tutumu belirler. En net olan: bizler Kurdistanlıyız ve ülkemiz işgal altındadır.