Kendi evlatları tarafından dünyaya getirilmiş kadınlar”
Bir annenin yüreği, evladının kaybolmasıyla kanı çekilir. Bu çekilme, sadece kayıp bir evladın acısı değil, aynı zamanda insanlık adına vicdanın derin bir uçurumda kaybolmasıdır. İstanbul’un Galatasaray Meydanı’nda her cumartesi, kaybolanların izi peşinde toplanan anneler bu karanlıkla yüzleşir. Devlet-i Aliyye susmuş, kayıpları yok sayarak adaletin sesini boğmuş ve vicdanı köreltmiştir. Ama bu meydan, evlatlarının nerede olduğunu bilmeyen annelerin haykırışlarına tanıklık etmeye devam eder. Bu haykırış, ne yazık ki hep sessizdir; çünkü zulüm sessizliği sever.
Cumartesi Anneleri’nin gözyaşları, sadece kişisel bir kaybın değil, koca bir düzenin çürümüşlüğünün aynasıdır. O meydanda toplanan her bir anne, elinde bir fotoğrafla sistemin gözlerinin içine bakarak şunu sorar: “Evladım nerede?” Ancak sistemin cevabı hep aynıdır: Koca bir sessizlik. Çünkü bu düzenin işine gelmez adalet; bu gölge güçler için kayıplar sadece rakam, aileler ise istatistiktir. İnsanlık onuru, kör döngünün içinde yok olmuştur.
Annelerin elinde tuttukları fotoğraflar, sadece kaybolmuş çocuklarının suretini değil, yok edilen bir geleceği de taşır. Bu çocuklar, güç sahiplerinin politik oyunlarının kurbanı olmuştur; “faili meçhul” denilen cinayetler, gerçekte herkesin bildiği ama kimsenin konuşmadığı bir sırdır. Bir annenin içindeki acı, onu sessiz bir devrimciye dönüştürür; bu, kaybolan çocuklarının peşinde yürüyen kadınların adalet arayışındaki direnişini simgeler. Ellerindeki fotoğraflar, zulme karşı açılan bir savaşın bayrağıdır. Ama kurumların gözleri kör, kulakları sağırdır. Çünkü bir annenin gözyaşı, onlar için sadece bir damla sudur; asıl önemli olan, o düzenin devam etmesidir.
Her cumartesi, meydanda biriken bu sessizlik, aslında zulmün en gürültülü eleştirisidir. Sessizlik, düzeni rahatsız eder; çünkü dişliler gürültü ile beslenir. Medyanın yaygarası, siyasetin kısır döngüsü ve yalanlarla örtülmüş adalet, bu sessiz direnişi duymaktan kaçar. Annelerin adalet arayışı, nizamın görmezden gelmeye çalıştığı ama her geçen gün biraz daha belirginleşen bir yaradır. Bu yara, erklerin kasıtlı unutkanlığına rağmen büyümeye devam eder.
Meydan, yalnızca kayıpların adını anmakla kalmaz; aynı zamanda bu kayıpların ardındaki maskeli yüzlerin, statükonun arka odalarında planladıkları haksızlıkların da örtüsünü kaldırır. Her cumartesi meydanda toplanan anneler, ellerinde tuttukları fotoğraflarla sadece bir evladın yasını tutmaz; toplumun boğulmuş vicdanına bir ayna tutarlar. “Adalet” denen o kutsal kavram, bu meydanda bir tiyatro sahnesinden ibarettir. Çünkü adalet, bir zamanlar herkesin umudu olan bir kavramken, şimdi güçlünün çıkarlarına hizmet eden bir oyuncak haline gelmiştir.
Bu annelerin sessizliği bir meydan okumadır. Onlar evlatlarının akıbetini sorarken, güç sahibi ve onun kollarının çürümüş vicdanını sarsarlar. Egemen güçler, bu anneleri terörist olarak adlandırmayı tercih etseler de, anneler terörist değildir; onlar yalnızca kaybolmuş çocuklarının peşinde birer savaşçıdır. Ellerinde tuttukları her fotoğraf, birer bomba gibi gerçeği patlatır. O fotoğraflarda saklı olanlar, sadece kaybolan bedenler değildir; baskının, korkunun ve susturulmuşluğun suretidir.
Adaletin mezar taşları arasında kaybolmuş bu anneler, her cumartesi yeniden doğar. Ellerindeki karanfiller, zulmün kirli elleriyle kırılmak istenen umutların simgesidir. Karanfil, sessizdir ama her yaprağında bir başkaldırı taşır. Annelerin bakışlarında ise ne korku vardır ne de teslimiyet. Çünkü onlar bilir ki, evladını yitirmiş bir annenin kaybedecek bir şeyi kalmamıştır. Egemenlerin bükemediği tek şey bu kadınların sabrıdır.
Cumartesi Anneleri’nin meydandaki varlığı, yalnızca bir yas değil; hakim güçlerin vicdanla savaştığı bir cephedir. Onların onurlu sessizliği, “demokrasinin” kibirli sessizliğine en ağır tokattır. Her cumartesi o meydanda sorulan bir soru var: Berfo ve Fatma Kırbayır’ın bıraktığı yerden soruyoruz: Cemil Kırbayır nerede? Bu soru, müesses nizamın kirli defterlerini açmaya zorlayan bir meydan okumadır. Ancak cevap yine sessizlik olur; çünkü otoritenin kirli elleri bu sorunun ardındaki gerçeği açıklamaya cesaret edemez.
Meydanın her köşesi, adaletin kaçak dövüştüğü bir arenaya dönüşmüştür. Anneler, taşların üzerine otururken, o taşlar adeta kanayan vicdanlara dönüşür. Zamanın ve mekânın unutturmak istediği bu mücadele, sadece adaletin peşinden koşanların değil, insanlığın vicdanıdır. Her cumartesi, meydanda biriken sessizlik aslında büyüyen bir feryadın tohumudur. Sessizce oturan bu kadınlar, birer savaşçıdır; ama onların savaşı zulme, çürümüşlüğe ve adaletsizliğe karşıdır.
Bu kavga bir gün mutlaka kazanacak. Rejimin çarkları arasında ezilen bu anneler, her cumartesi meydanın ortasında sabırla oturarak, inatla o çarkları paramparça edecek. Zulüm, en büyük düşmanını unuttu: SABIR. Sabır, bir annenin evladına duyduğu sevgiden güç alır; o sevgi ise her türlü karanlığı yaracak kadar parlaktır. Annelerin gözyaşları bir isyana dönüşmüş; onların sessizliği, en büyük meydan okumadır. Ve bu meydan okuma, bir gün adaleti yerinden sarsacak