Dünya bugün yeniden bir savaşın eşiğinde. Ancak bu savaş, tarihte tanık olduğumuz diğer çatışmalardan önemli ölçüde farklıdır. Savaşın doğası ve koşulları değişmiş, modern savaş kavramları köklü bir dönüşüm yaşamıştır. Artık ulus devletler arası yaşanan geleneksel silahlı çatışmaların çok ötesine geçen bu yeni savaş, küresel boyutlarda bir olgu haline gelmiştir. Günümüz savaşları, coğrafi ve ideolojik sınırları aşarak sürekli, geniş çaplı ve çok katmanlı bir şekilde varlığını sürdürmektedir. Bu durum, dünya çapında sayısız çatışmayı beraberinde getirirken, kimileri kısa vadeli ve belli bir bölgeye özgü, kimileri ise uzun süreli ve genişlemeye eğilimli hale gelmiştir.
Günümüz savaşları, geleneksel devletlerarası silahlı çatışmalardan uzaklaşmış ve giderek iç savaş karakteri taşımaya başlamıştır. Egemen güçler arasındaki savaşlar artık bir devletin toprakları üzerinde yürüyen iç savaşlara benzemekte, yerel veya bölgesel bir çatışma gibi görünmesine rağmen arka planda küresel güç dengelerini şekillendiren unsurlar bulunmaktadır. Bu dönüşüm, savaşların niteliğini ve doğrudan etkilenen toplumsal, politik ve ekonomik yapıları derinden sarsmaktadır.
Geleneksel uluslararası hukuk ve savaş kuralları, bu yeni savaş biçimleri karşısında işlevsiz hale gelmiştir. Özellikle iç savaş karakteri taşıyan bu yeni tür savaşlarda, egemen devletler ve devlet dışı aktörler arasındaki ayrım bulanıklaşmış, hukukun tanımladığı savaş kurallarının geçerliliği sorgulanır hale gelmiştir. Devletler arası savaş hukukunun savaşın taraflarını tanımlamadaki zorlukları, uluslararası hukukun savaşa dair normlarının altını oymaktadır. Bu durum, özellikle hibrit savaşlar ve devlet dışı aktörlerin giderek artan etkisi ile daha da belirginleşmiştir. Savaşların doğrudan ulus-devletler arasında olmaması, bu aktörlerin rolleri ve statülerinin uluslararası hukuktaki karşılığını da belirsiz kılmaktadır.
Geleneksel olarak egemen devletlerarası ilişkiler üzerinden tanımlanan savaşlar, günümüzde devlet egemenliğinin erozyona uğraması ile birlikte farklı bir karakter kazanmıştır. Bu yeni savaş biçiminde, çatışmaların tarafları ulus devletler olmaktan çıkmış, ulus ötesi güçler, çok uluslu şirketler, paramiliter gruplar, terör örgütleri ve hatta siber aktörler ön plana çıkmıştır. Bu bağlamda, egemenliğin tek başına ulus-devletler tarafından temsil edilmesi olgusu da çözülmektedir. Modern devletin egemenlik anlayışı, artık savaşın ana aktörü olma vasfını yitirirken, yeni bir küresel güç hiyerarşisinin inşa edilmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.
Egemenlik kavramı, artık bir ulusa veya devlete atfedilen sınırları aşmış, savaşların çok boyutlu doğası gereği uluslararası ve küresel aktörlerin etkisiyle yeniden şekillenmektedir. Uluslararası hukuki, ekonomik, siyasi ve askeri kurumlar, bu yeni savaş biçimleri karşısında işlevsiz kalmakta, mevcut dünya düzeni hızla çözülmektedir. Bunun yerine, küresel ilişkilerin savaş yasaları çerçevesinde yeniden düzenlenmesi süreci başlamıştır. Bu bağlamda savaş, yalnızca toprak kazanma veya stratejik üstünlük elde etme amacı gütmeyen bir olgu olarak yeniden tanımlanmakta; savaş, küresel sistemin dönüşümüne ve yeni bir güç yapısının kurulmasına hizmet eden bir araç haline gelmektedir
Savaşın küresel boyutlarda yeniden tanımlandığı bu dönemde, Batı tarafından ortaya çıkarılan mevcut dünya düzeni ve uluslararası sistem hızla çöküş sürecine girmektedir. Bu çöküş, yalnızca savaşlarla ilgili değil, aynı zamanda ekonomik ve siyasi yapıların da sürdürülemez hale gelmesiyle ilgilidir. Küreselleşme, bir yandan ulus-devletleri zayıflatmış ve ekonomik sınırları aşındırmışken, diğer yandan küresel sistemin bir dizi çatışmayı doğurmasına ve sürdürülebilir bir küresel düzenin oluşturulamamasına neden olmuştur. Bu bağlamda, savaşlar artık ulusal sınırlar içerisinde değerlendirilemeyecek kadar karmaşık hale gelmiş, küresel sistemin tüm aktörlerini etkileyen bir olgu haline dönüşmüştür.
Yeni bir dünya sisteminin kurulma ihtiyacı, bu çöküşün en belirgin sonucudur. Eski dünya düzeninin yerini alacak bu yeni sistem, küresel ihtiyaçları karşılamak amacıyla inşa edilmek zorundadır. Ancak bu yeni sistem, barışçıl bir dönüşüm süreci ile değil, dünya çapında yürütülen ve giderek küreselleşen bir savaş ortamında doğmaktadır. Yeni bir hiyerarşik düzenin ortaya çıkması, ancak dünya çapında yürütülen savaşlar ve çatışmaların sonucunda mümkün olabilir.
Tarihsel olarak savaşlar, yeni güç dengelerinin ve hiyerarşik düzenlerin kurulmasında merkezi bir rol oynamıştır. Bu eğilim, günümüz savaşları için de geçerlidir. Küreselleşen dünyanın küresel ihtiyaçlarına uygun bir hiyerarşik sistemin yaratılması, ancak dünya çapında üretilecek bir savaşın sonucu olarak ortaya çıkabilir. Bugün yaşanan savaşlar, klasik emperyalist paylaşım savaşlarının çok ötesinde, yeni bir küresel düzenin inşasına yönelik çatışmalardır.
Bu savaşlar, yeni bir dünya sisteminin kurulmasını hedeflerken, mevcut uluslararası kurumların işlevsiz hale gelmesine neden olmaktadır. Uluslararası hukuki, ekonomik ve siyasi kurumlar, bu yeni dönemin gereklerine yanıt vermekten aciz kalmaktadır. Bu kurumların işlevsizleşmesi, dünya sisteminin yeniden şekillendirilmesi sürecinde savaşın merkezi bir rol üstlendiğini göstermektedir. Savaş, yalnızca çatışmanın bir aracı olmaktan çıkarak, aynı zamanda küresel sistemin yeniden inşasında bir katalizör görevi görmektedir.
Günümüzde savaş, yalnızca ulus devletler arası çatışmaların ötesine geçmiş, küresel bir olgu haline gelmiştir. Savaşın doğası, küresel güç dengelerinin yeniden inşası sürecinde merkezi bir unsur haline gelmiş ve savaşın karakteri iç savaş niteliği kazanarak uluslararası hukukun anlamını yitirmesine yol açmıştır. Bu yeni savaş biçimleri, küresel bir hiyerarşik sistemin yeniden kurulmasına yönelik bir adım olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla, savaş artık sadece bir askeri çatışma değil, küresel sistemin yeniden üretimini sağlayan bir mekanizma haline gelmiştir. Uluslararası sistemin çöktüğü bu dönemde, savaş yeni bir dünya düzeninin inşasına yönelik en güçlü araçlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır.