7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e saldırısıyla başlayan yeni çatışma dönemi, Orta Doğu’daki kırılgan dengeleri yeniden sarsarak bölgedeki istikrarsızlıkları daha da derinleştirdi. İsrail’in Gazze ve Hizbullah’a karşı operasyonları uluslararası bloklar arasında keskin bir bölünmeye yol açarken, bu gelişmelerin tam anlamıyla bir üçüncü dünya savaşı endişesi yaratıp yaratmayacağı tartışılıyor.
Bu karmaşa ortamında Kürtlerin durumu ve bölgenin yeniden şekillendirilmesinin Kürtlere yaratabileceği fırsat ve tehditler kritik bir öneme sahip.
Ronî Riha:
ABD’nin Güney Kürdistan ve Rojava’daki Kürtlerle yürüttüğü işbirliğinin uzun vadeli bir stratejik ittifaka mı, yoksa bölgedeki gelişmelere göre değişen bir ilişkiye mi işaret ettiğini ele almak üzere, eski uluslararası koalisyon sözcüsü, emekli ABD Ordusu albayı ve New Lines Strateji ve Politika Enstitüsü’nde kıdemli araştırmacı Myles B. Caggins ile görüştük.
Hamas’ın 7 Ekim saldırısı ve ardından gelen İsrail-İran çatışmasının ardından Batı ve Avrasya blokları arasındaki artan gerilim, Orta Doğu’daki dengeyi nasıl etkiliyor? Bu durum, gerçekten üçüncü bir dünya savaşının kıvılcımını ateşleyebilir mi?
Mevcut iklim, gerilimi gözle görülür şekilde artırmış durumda ve 7 Ekim sonrasındaki olaylar küresel çapta bir yankı uyandırdı. Bölgedeki kırılganlıklar daha belirgin hale gelirken ve bloklar arasındaki bölünmeler keskinleşirken, tam anlamıyla bir üçüncü dünya savaşı çıkması olası görünmüyor; zira tüm taraflar, insan hayatı ve ekonomik yıkım maliyetlerini ödemek istemiyor. Büyük güçler, böyle bir çatışmanın bedellerinin farkında olup stratejik ittifaklar, bilgi savaşı ve diplomatik baskılarla nüfuz kurmaya odaklanıyor. Durum hala öngörülemez bir şekilde gelişebilir, ancak küresel bir savaş senaryosundan çoğu aktör kaçınmaya çalışıyor.
Dünya, Gazze’de 40.000’den fazla Filistinli sivilin hayatını kaybetmesiyle dehşete düşmüş durumda. İki milyon Gazze sakininin diğer fiziksel ve zihinsel yaraları ise nesiller boyunca etkisini sürdürecek.
Ancak maalesef, İsrail ve İran arasındaki karşılıklı çatışmalar devam edecek; zira her iki ülke de halka karşı kararlılık gösterme ve vatandaşlarına yanıt verme ihtiyacı hissediyor. Bu durumda da en çok siviller zarar görüyor.
İran’ın, İsrail ve ABD’nin İsrail dışındaki askeri olmayan hedeflerine – büyükelçilikler ve siviller dahil – saldırması durumunda bu, büyük bir tırmanış ve İran’ın tam kapsamlı bir savaş istediğine dair bir gösterge olur. Bunun gerçekleşeceğini düşünmüyorum; ancak kan dökmekten çekinmeyen rejimlerin davranışlarını tam olarak öngörmek mümkün değil.
Orta Doğu’da sınırların ve haritaların yeniden çizilmesinden söz ediliyor. Bu süreçte Kürtlerin konumu ne olacak? Bölgenin yeniden şekillendirilmesi Kürtler için nasıl bir gelecek vaat ediyor?
Kürt halkının modern çağa özgü sıkıntıları, bir asırdan fazla bir süre önce alınan kararlara dayanıyor; özellikle 1916’daki Sykes-Picot Anlaşması ve 1923’teki Lozan Antlaşması. Sykes-Picot, Orta Doğu’nun büyük bir kısmını İngiliz ve Fransız etki alanlarına ayırırken, etnik veya kültürel sınırlar dikkate alınmadı ve Kürt nüfusunu Türkiye, Irak, Suriye ve İran gibi yeni devletler arasında böldü. Daha sonra, Sevr Antlaşması’nın yerini alan Lozan Antlaşması, modern Türkiye sınırlarını resmi olarak tanıdı ancak Kürt özerkliği ya da tam hakları için herhangi bir düzenleme yapmadı. Bu anlaşmalar, Kürtleri en büyük devletsiz etnik gruplardan biri olarak bırakırken, onların arzuları çoğu zaman yaşadıkları ülkelerin egemenliğiyle çelişti.
Bugün sınırların yeniden çizilmesine dair tartışmalarda, bazı Kürt liderler, tarihçiler ve aktivistler bağımsızlık çağrıları yoluyla bu tarihsel adaletsizlikleri düzeltme fırsatı görüyor. Her ne kadar ihtimali düşük olsa da, radikal bir şekilde yeniden şekillenen bir bölge, İran ve Türkiye’de artan özerklik ya da yarı özerk bir Kürt bölgesi için bir yol açabilir. Irak Kürdistan Bölgesi, anayasal tanınması ve hakları nedeniyle uzun vadede varlığını sürdürebilecek tek bölge gibi görünüyor. Kürtlerin öncülüğündeki Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi, çok etnikli ve çok dilli bir yönetim örneği sunuyor; ancak ABD askerlerinin Suriye’den ayrılması halinde bu yönetim, Esad rejimi, Rusya ve Suriye tarafından büyük olasılıkla zorluklarla karşılaşacaktır.
Kürtlerin ulusal sınırları aşan birliğinin sağlanması muhtemel değil, zira Kürt toplulukları farklı siyasi gerçekler ve çıkarlarla karşı karşıya. Kürtler için yeniden şekillenen bir Orta Doğu’daki geleceği, karmaşık bölgesel dinamikleri yönetme yeteneklerine, siyasi ittifaklar kurmalarına ve uluslararası desteği kazanırken, bulundukları ülkelerin egemenlik haklarına saygı duymalarına bağlı. Kürt siyasi gruplarının büyük çoğunluğu, yaşadıkları ülkelerde tüm vatandaşlar için geçerli olan haklar ve adil bir anayasal muamele talep etmektedir.
Kritik önemde olan, Kürtlerin elindeki Irak ve Suriye’deki petrol ve doğalgaz kaynaklarıdır. Kürdistan Bölgesel Yönetimi için, Bağdat’taki merkezi hükümetin uluslararası petrol şirketlerinin petrolü Irak-Türkiye boru hattı üzerinden ihraç etmesine izin vermesi ve ek yatırımlar çekmesi gerekmektedir. DAANES (Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi) ise bir ikilemle karşı karşıya, zira Suriye petrol rezervleri şu anda uluslararası ticaret piyasalarının bir parçası değil; BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı Suriye barış anlaşması, petrol kaynaklarının kontrolünü ele almalı ve sivil petrol ile gaz altyapısı Türkiye’nin saldırılarından muaf tutulmalıdır.
ABD ve uluslararası kuruluşlar, IŞİD ve iç savaşın yaralarını sarmaya çalışan bölgelerdeki sivil halk üzerindeki ekonomik yaptırımların olumsuz etkilerini dikkate almalıdır.
ABD, hem Güney Kürdistan’da hem de Rojava’da Kürtlerle işbirliği yapıyor. Sizce ABD’nin Kürtlerle uzun vadeli bir stratejik ittifakı var mı, yoksa bu ilişkiler bölgedeki gelişen duruma göre mi şekillenecek?
ABD-Kürt ilişkileri, karşılıklı saygı ve gerçekçilik (realpolitik) karışımı ile tanımlanıyor. Hem Irak Kürdistan Bölgesi’nde hem de Kuzey ve Doğu Suriye’de (Rojava), Kürt güçleri IŞİD’e karşı paha biçilmez müttefikler oldu ve bu tarih, güçlü operasyonel bağlar yarattı. Ancak ABD’nin yaklaşımı, her zaman Türkiye ile NATO ittifakı ve Washington’ın Bağdat’taki merkezi Irak hükümeti ile ilişkisini Erbil’deki Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile olan ortaklığının önüne koyması gibi bölgesel dinamikler tarafından şekillendi. Kürtlerle gerçek anlamda “uzun vadeli bir ittifak” birkaç faktöre bağlıdır; bunlar arasında devam eden güvenlik ihtiyaçları ve ABD’nin bölgesel istikrar algısı bulunmaktadır. Bir miktar güven ve süreklilik arzusu olsa da bu ilişki, ABD’nin bölgede birçok çıkarı dengelemeye devam etmesi nedeniyle, değişen jeopolitik ortamla birlikte nihayetinde değişebilir.
Bazı analistler, ABD’nin uzun vadeli bir Kürdistan projesi olabileceğine inanıyor. Sizce Washington’un böyle bir planı veya amacı var mı? ABD, bağımsız bir Kürt devleti kurulması sürecinde Kürtlere destek vermeyi planlıyor mu?
ABD Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon’daki liderlerle yakın zamanda yaptığım görüşmelerden, ABD’nin bağımsız bir Kürt devletini desteklemeye yönelik kısa veya uzun vadeli bir planı olmadığına eminim. ABD, Irak’ın 2005 Anayasası’na uygun olarak Kürt özerkliğini desteklese de tam bağımsızlığı teşvik etmek, bölgesel müttefiklerle olan ilişkileri ciddi şekilde zorlayacaktır. Bununla birlikte, ABD, mevcut sınırlar içinde Kürt özerkliğini veya ekonomik öz yeterliliği artıracak adımları destekleyebilir, ancak tam anlamıyla bağımsız bir Kürt devleti konusu ABD hükümet yetkilileri tarafından ciddi bir şekilde ele alınmamaktadır. ABD politikasının tutumu, mevcut ulusal çerçeveler içinde Kürtlerin istikrarı ve haklarını teşvik eden dikkatli bir destek sağlamak yönündedir; tam bağımsızlığı onaylamak yerine bu çerçeveye bağlı kalmaktadır.
Türk devleti ile PKK lideri Abdullah Öcalan arasında yeni bir müzakere süreci ihtimali konuşuluyor. Ortadoğu’daki gelişmeler ve artan gerginlikler, Türkiye’nin iç dinamiklerini ve Kürt meselesini nasıl etkileyebilir?
Türkiye hükümetinin PKK ile samimi bir barış anlaşması istediğine, görüşmelerin gerçekleştiğini gördüğümde ancak o zaman inanırım. Bu arada, PKK’nın 25 Ekim 2024’te Türk Havacılık ve Uzay Sanayii’ni hedef aldığını iddia ettiği gibi sivil hedeflere yönelik saldırılarını durdurması gerekiyor. Özellikle, Türkiye’nin Suriye’deki sivil altyapıya yönelik misillemeleri uluslararası toplum tarafından kınanmalıdır. Mevcut durum kimseye fayda sağlamıyor.
Rojava’daki sistem, Öcalan’ın “Demokratik Konfederalizm” modeline dayanıyor. 2014’ten beri Suriye’de aktif olan ABD liderliğindeki koalisyon güçleriyle bu sistem arasında bir etkileşim var. Sizce ABD, Öcalan’ın fikirlerini benimsedi mi yoksa Rojava’daki sistemi kademeli olarak değiştirmeyi mi hedefliyor? Kim kimi etkiliyor?
ABD’nin Rojava ile ilişkisi ideolojik değil, daha çok taktiksel ve operasyoneldir. Öcalan’ın Demokratik Konfederalizm modeli bazı yerel topluluklarda karşılık bulsa ve Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’nin yapısını oluştursa da, ABD’nin bu yönetim yapısını resmi olarak desteklemesi pek olası değil.
Ağustos 2024’te Suriye’ye seyahat edip Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) eski eş başkanı Salih Müslim Muhammed ile Suriye İç Savaşı’nın olası sona erişi hakkında konuştum. Müslim, Rojava’nın BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararıyla zorunlu hale getirilen Suriye barış görüşmelerinde temsil edilmesi gerektiğini önerdi ve bu görüşe katılıyorum. Bir bakıma, Suriye zaten Özerk Yönetim’in ve Kuzeybatı Suriye’deki isyancı bölgelerin de içinde bulunduğu yerel yönetim alanlarına bölünmüş durumda. Ancak Rusya, Türkiye ve İran, en az altı muhalif grubun temsil edildiği bu barış görüşmelerine Kürt otoritelerinin katılımını engelliyor. ABD’nin Rojava temsilcilerini bu görüşmelere davet etmeleri için Rusya, İran ve Türkiye üzerinde baskı kurması da olası değil; zira ABD, Türkiye’yi rahatsız etmekten çekindiği gibi, ABD-Suriye Demokratik Güçleri/ Özerk Yönetim ilişkisi de geçici ve karşılıklı çıkar temelli.
IŞİD Karşıtı Uluslararası Koalisyon, SDG’nin askeri kahramanlıklarını ve IŞİD’e karşı devam eden operasyonlarını değerli buluyor ancak siyasi ideolojiden ziyade ortak güvenlik çıkarlarına odaklanmaya özen gösteriyor.
Son olarak, olası bir İsrail-ABD ve İran savaşı bekliyor musunuz? Böyle bir savaş gerçekleşirse nasıl ve ne zaman başlayabilir?
İsrail, ABD ve İran arasında doğrudan bir savaş olasılığı düşük, ancak tamamen imkânsız değil. Açık bir çatışmanın sonuçları tüm taraflar için yıkıcı olacaktır ve ABD, geleneksel olarak İran’ın etkisini sınırlandırmak için yaptırımlar, diplomasi ve sınırlı müdahalelerle hareket etmektedir.
Her iki büyük ABD siyasi partisi – Demokratlar ve Cumhuriyetçiler – İsrail’i güçlü bir şekilde desteklemekte olsa da, Kongre üyelerinin İran’a karşı bir Askeri Güç Kullanma Yetkisi’ni onaylama ihtimali neredeyse hiç yok. Amerikan seçmeni savaş yorgunu ve politikacılar, Amerikan askerlerinin Orta Doğu’da yeni bir savaşa sürülmesi durumunda seçimleri kaybetme korkusu taşıyorlar.
Gerginlikler yükselmeye devam ederse, bir çatışma doğrudan askeri müdahaleden ziyade, başlangıçta vekil güçler veya siber operasyonlar aracılığıyla ortaya çıkabilir. Herhangi bir tırmanma, hem diplomatik çöküşlere hem de bölgesel yanlış hesaplamalara bağlı olacaktır; ancak şu an için öncelik, doğrudan savaştan ziyade caydırıcılığa verilmiş durumda.
*
Bio:
Myles B. Caggins III, Senior nonresident fellow, New Lines Institute for Strategy and Policy. Myles B. Caggins III is a retired U.S. Army colonel and previously served as spokesman for the Global Coalition to Defeat ISIS in Iraq and Syria. He is CEO of Words Warriors LLC–an international public relations, translation, and general services company with offices in New York City and Erbil, Iraq. He has completed studies at Hampton University, Georgetown University, and Harvard Kennedy School. He is a life member in the Council on Foreign Relations and is on the board of directors of the New York Kurdish Cultural Center.