Süleyman Demirtaş: Gemlik’ten Ordu’ya bir yolculuk hikayesi

Yazarlar

Gemlik’ten Ordu’ya Yeşil Giresun adında bir otobüs firması ile yolculuk yapıyorum. Ordu’da  gençlik kampında arkadaşlarla 2 hafta Karadeniz tatili yapacağız. İş nedeniyle geldiğim Gemlik’ten direkt geçiyorum buluşma yerimiz olan Ordu şehrine. En arka beşli koltuğun bir önündeki sırada, pencere kenarında oturuyorum. Yanımdaki yolcu, arka beşli ile memleket meselelerine dalmış, hararetli bir şekilde tartışıyorlar. Ben muhabbete dahil olmamak için kulağımdan Walkman’imin kulaklığını çıkarmıyorum. Müzik dinliyormuşum gibi camdan dışarıyı izliyorum.

Otobüs Karadeniz’e doğru yönelmiş ve asi Karadeniz’in dik başlı yiğitlerini anıyorum. Doğa bütün gücüyle asfalta, betona saldırıyor Karadeniz’de. Konuşulanları aslında tamamen duyuyorum çünkü Walkman’imin pili yok! Ekonomiden Kürt sorununa oradan hükümet ve seçimlere adeta sörf yapar gibi, konudan konuya geçiyorlar. Kürtlere kötü bir şey denmiyor ama “arkadaş ne vardı yani Türk olsaydınız” gibi bir kıvamdalar. Oysa ki konuşanların Rum, Laz veya Hemşin olabilirliği geçiyor aklımdan. Ne vardı biz de onlar gibi Türkleşseydik diye sormuyorum bile kendime.

-Niye Kürt iken Türkleşeyim ki ?

Bileniniz var mı diye sorsam önce kafaları sonra da ortalık karışacak.

Türkleş yoksa seni imha ederim mi diyecekler. O zaman buyur elinden geleni ardına koyma. Hadi gel bir yüzyıl daha kıralım birbirimizi denmez mi? Denir tabi ki. Her kırım direnişle karşılık görmemiş mi peki?  Asimile olmuşa, ölmüşe çare yok. Madem daha sağız, o zaman Kürdüz ölene kadar.

Gece saat 01:00 gibi muhabbeti bitirdiler ve her zamanki gibi bir sonuca varamadılar. Kulaklıklar rahatsız ediyordu kulağımı ve çıkardım o sıra. Zaman kaybetmeden sorular geldi. Nerelisin, nereye gidiyorsun, ne iş yaparsın diye soruları yağdırmaya hazırlanıyordu ki tam, ilk cevapta tökezlediler. Diyarbakırlı’yım cevabını duyan, arka beşli de dahil bir hıııııı diyip sustular. “Olsun” diyene “o olsun, sana girsin” demek için hazır bekliyorken ben, kimse de “olssuunn” demedi bu sefer. İçime şüphe düştü şimdi de. Acaba o kadar da mı olmadı. Olsun dan daha kötü benim durum sanki. Cam kenarındayım, kaçamam da. Acaba ne kadar oldu, ne kadar olmadı birazdan anlaşılacak…

Yanımdaki,

Diyarbakırlılar merttir, serttir, hoştur, beştir diye girdi lafa.

Çok bozuldum o an. Beklediğim bu değildi. Mert de sert de hoş da sensin laann diyesim geldi. Sonra bir dakka ya dedim kendi kendime, bu adam pozitif bir şey söylüyor. Yeşil Giresun Turizm güvencesiyle Karadeniz’den Diyarbakır övgüleri dinliyorum. En iyisi biraz kurcalamalıyım bu işi.

-Sen nerelisin, dedim

Gümüşhaneli, dedi.

-Allah aşkına sen hayatında kaç Diyarbakırlı tanıdın da hoşturlar beştirler diyorsun?

-Hizmet içi eğitim için Elazığa gitmiştim. Orda tanıdım Diyarbakırlı’ları…

Ben de hala nedense adamı bir bozma duygusu egemen.

-Bilmiyorum, her memleketin iyisi kötüsü vardır, dedim.

Muhabbeti tıkadığımı, yokuşa sürdüğümü fark ediyor. Bir suskunluk hakim oldu. Arka beşli de merakla ilerleyecek miyiz diye izliyorlarken tam, yanımdaki yine, az daha yüksek sesle bu sefer,

-Aslında sen de haklısın. Bu memlekette ben Palu’nun üstüne yer tanımam. Elazığ’da tanıdım onları. Tavuk için adam keserler deniyordu onlara ama bence mesele tavuk değil, haksızlığa  gelemiyorlar, demez mi!

-Peki, sana bir şey göstereceğim ama bağırma bak, millet uyuyor dedim ve kimliğimde yazan Palu yazısını gösterdim.

Kimliğimi elimden çekip aldı;

-Vaayyy sen Palu’luymuşşssuunnn deyip bütün otobüsü uyandırdı. Herkes dönüp arkaya baktı. Biraz koltuğa gömüldüm o sıra. Ne bileyim sonuçta Karadeniz otobüsü. Birinin emaneti çekip arkaya doğru iki tane sallamayacağı ne malum.

Kimlik Palu ama Diyarbakır, Sur çocukluğum tutmasın! Emanet bizde de eksik olmaz.  Dur hele dur diyorum bu adam ne bağırıyor, ne olacak şimdi. Az önce Karadeniz otobüsünde Diyarbakırlı olarak giderken şimdi Palulu olmuşum. Tepkileri alalım bakalım.

-Ordu’ya niye gidiyorsun? ile başlayan ve Gümüşhaneli bir imam olduğunu öğrendiğim yol arkadaşımın binbir türlü derdini dinledim ama özellikle maaşının yetmediğini, iki çocuğunu İstanbul’da üniversitede okuttuğunu. Ordu’da Ağustos’ta fındık hasadı zamanı olduğunu, kimde para var bu zamanda, kim nereye takılır falan hepsini bildiğini ve Ordu’ya vardığımızda otobüsten benimle ineceğine kadar getirdi muhabbeti.

Çözmeye çalışıyorum bu adam benden ne istiyor, çok anlayamadım. Ta ki tanıdığı Palulu’ların Almancı , çok zengin olduğunu anlatınca meseleyi anladım. Bu adam beni Ordu’ya giden Palu’lu tozcu sanmış Quranıma 🙂

Yukarıda çantanda ne var, diye soruyor.

İçimden diyorum ki aç çantayı da bir haftalık kirli çoraplarım koksun, görsün uyuşmak neymiş diye.

-E Palulu’yuz dedik ya, ne olabilir dedim şımarık şımarık.

Tamam ben de seninle inecem Ordu’da. Vallahi imam maaşı yetişmiyor. Vermişler iki göz bir lojman köyde. Hayat mı yaşadığım! Yok ben seninle inecem Ordu’da, diye tutturdu.

Durum tespiti yapıyorum. Yeşil Giresun Turizm güvencesiyle Ordu’ya giden tozcu Palulu’yum şuan. Arkadaş ne dil kaldı, ne din kaldı, ne iman, ne bayrak, ne vatan. Tek yürek olmuşuz Ordu’ya gidiyoruz bu imamla.

Tövbe yarabbi. Bu adamı Ordu garında indirip ona Palulu ellerimle bir güzel Amed dayağı atıp Giresun otobüsüne geri mi bindirsem.

-Ulan İmamsın sen imam! Her işi yapamazsın diyorum. Yok diyor;

-Yaparım çünkü İstanbul’da kiralar uçmuş, imam maaşı yetişmiyor.

Fetvası da bu…

Sabaha doğru Ordu otogarında heyecandan bayılmış imamı uyandırmadan sessizce indim otobüsten. Hani şu valinin şehre girişlerini yasakladığı Kürt işçilere rastladım otogarda. 21 ve 72 plakalı minibüslerin durduğunu ve araç aralarında yere serdikleri sofrada kahvaltı yapan ,fındık toplamaya gelen Batmanlı, Diyarbakırlı işçileri görüp oraya yöneldim. Onlarla selamlaşıp bir çaylarını da içtikten sonra tatilimi yapacağım gençlik kampına doğru yol aldım.

Konu çıkarlar olunca imamın dahi gözünü karartıp tek millet, tek devlet, tek şirret olduğunu bir kez daha gözlemlemiştim.

Yeşil Giresun Turizmin sayın yolcuları birlik ve beraberliğe ihtiyacımızın olduğu şu günlerde, yani salı ve perşembe günlerinde. Değil miydi? Hangi günlerdi ki o günler. O da ihtiyaca binaen ha! Yoksa kimin ne işi olur öyle bir erdemle.

Savaşa, soykırıma, esir almaya, asimile etmeye ihtiyaç duyanların erdemli, medeni olmasını mı bekleyeceğiz? Yoksa çözüme ihtiyaç duymasını ve arayışta olmasını mı yeğleyeceğiz.

İlginizi Çekebilir

Boeing’in grevden sonra uçak üretimine devam etmesi haftalar alacak
The Guardian, artık sosyal medya platformu X’te paylaşım yapmayacağını duyurdu

Öne Çıkanlar