Pelin,
Biliyorum, senin arkadaşların çoktur. Yaşın gençti ama yaşamın yaşlıydı. Nasıl mı? Aslında hepimiz gibi. Kürdistan’da yaşayan herkes iki talihle doğar. Bu yüzden hiçbirimiz kendi tarihimizi ve yolumuzu, diğer ülkelerin çocukları gibi yalnızca evlerimizden ibaret çizmeyiz. Esasında bir evimiz de yoktur, çünkü güvende değildir. Bir başkasının güvenlik güçleri, bizim güvensizliğimiz için kapıdadır. Belki de hayatımızın hayat olmadığını, ilk kez onların çaldığı zille anlarız.
İşte bu yüzden iki talihle doğarız. Kürdistan’da doğarsan, evin, köyün, komşuların, sohbetin ve telaşındaki konular hep ikilidir. Hayatımız iki dillidir. Her şey tam da bu iki dil gibidir: Kürtçenin kendine göre köklü bir tarihi, Türkçenin kendine göre bir tahakküm iması vardır.
Bu yüzden hepimizin gerçek hayatı evde başlar, sokakta ise başka bir kılığa bürünür—bize ait olmayan bir kılığa. İş saatlerinin zoraki akışı gibi. Bu yüzden hepimiz biraz da işçiyiz. Gerçi siyasal literatürde bu köleliktir. Ama koskoca 500 bin kilometrekarelik bir toprağı, on binlerce yıllık yerleşik tarihi, onlarca etnik ve kültürel çeşitliliği, sayısız dili ve dini içinde barındıran bir halk köleliği kabul eder mi? Köle sayılır mı?
Pelin, sence köle kimdir? Köle; aç, bilaç, sağa sola saldıran, talan yapan, insan öldüren ve kanla boy atanlardır.
İşte o kölelerle savaştayız. Bu yüzden biz sadece birbirimize benzeriz. Çok benzediğimiz için son isyanımıza var gücümüzle sarıldık. Dağ, taş, ova, şehir, mahalleler, miting alanları, savaş meydanları, hapishaneler, kahvehaneler, hastaneler ve siyasal tarih dolup taştı yüklerimizle.
Kürdistan’da direndik ve bu direnişi, bizi göçe zorlayanların komşuluğuna kadar taşıdık. Hiç öğrenemediler komşuluğu. Ama dara düştüklerinde komşuluğu bırak, kardeşliği, dini, imanı bile hatırlıyorlar. Kur’an’dan söz ediyor, anayasa hukukunu hatırlıyorlar.
Ama ilk fırsatta komşunun evini talan etmeyi ve çocuklarını öldürmeyi ihmal etmiyorlar işte.
Tüm bunları bile bile komşuluk ettik, sivil ve kültürel çalışmalarımızı mega metropollerine taşıdık. Bizimkisi de garip bir sevda. “600 yıl tebaa yaşamış,” ulufe ile rızkını bulmuşlara; Zagros’un zorluğunu, Gîlidax’ın heybetini, Dicle ve Fırat’ın bendlerini yıkan gücünü, ekmeğini taştan çıkaran Dersimli’yi ve Feraşîn Yaylası’ndan Elemdağ’a koyun sürülerini besleyerek geçimini sağlayan Kürt’dün mütevaziliğini öğretiyoruz işte.
Elbette hiçbir şey için nafile değildir. Dünya hızla değişiyor. Onlar bizim sabrımızı, mütevaziliğimizi, emeğimizi, ovamızı, nehirlerimizi, dağlarımızı ve değerlerimizi çalarak devletçilik oynuyorlar .
Biz ise onların kentlerinde partilerimizi kurarak iddiamızı sürdürüyoruz.
Kürdistan’da bizi ayıran yollar, Ege’de, Akdeniz’de ve Marmara’da buluşturmuştu.
Biz Ege’de, İzmir’de karşılaştık. Kol yapısında çalışıyorduk. Pırıl pırıl gençlerdik. Sırt çantamız, kitaplarımız, ekmeğimiz ve kardeşliğimizle, hatta arkadaşlıklarımız dahi her şey vatan konusuydu. Bir mücadele vardı ve biz de onun yükünü hafifletmeye çalışan gençlerdik.
Ne çok çalışıyorduk… Sabahtan gece yarılarına kadar, bulunduğumuz kentlerin tüm sokakları ve Kürt evleri bizim evimizdi.
Çok tanışmaya gerek yoktu. Birbirimize anlatacak sırlarımız da yoktu.
Biliyorsun Pelin, o zamanlar on sekiz – yirmi yaşlarında, tek sırrımız ve tek gizli buluşma konumuz Kürdistan özgürlük mücadelesini daha da güçlendirmek ve kendimizi bilinçli, kültürlü insanlar haline getirmekti.
Ama buna rağmen aramızda bazıları hep daha çok koşar, daha çok çalışır, daha çok düşünür ve karar alırdı.
Sen, fazla karar alanlardandın. O kararlar seni dağlarımıza götürdü.
Gerillaya gittiğini arkadaşlardan duydum. Ama insan, ölümle tanışmadıkça yaşam o kadar dokunulmaz ve geçici ki… Hiçbir şey sana dokunmuyor sanıyorsun. Her şey güllük gülistanlık gibi geliyor. Yaptığın her şey sana doğru ve sana aitmiş gibi hissediyorsun.
Senin de haberin vardır mutlaka: Okuduğun kâğıt sayfa kitapların ve dergilerin, gazetelerde çalışan arkadaşların verdiği haber sayfalarının yerini şimdi dijital platformlar aldı. Artık haberler, dostluklar, bilgilenmeler buradan sağlanıyor. İl binasında oturup kadın ve gençlik yapıları olarak gündem değerlendirmesi , saatlerce eğitim tartışması yaptığımız, son kuruşumuzu birbirimize verebildiğimiz o cömert arkadaşlıklar yok artık.
Misal, ben ANF’den öğrendim yaşama veda ettiğini. 20. Yılını kutlayan KJK’nin üyesi olduğunu da…
Son fotoğraflarını da gördüm kardeşim. İnan, hiç değişmemişsin. İl binasında en küçük olarak oturuşun, yumuşak sözlerin ve belki de “xerzi” olmanın asaletiyle… Gülüşün ve inancın…
Sen inançlı bir Kürt kızıydın.
Şimdi ülkesi için hayatını yitiren bir Kürt kadınısın.
Sana söz falan veremem. Ama…
26 Nisan’da Rojava’da, Kürt Ulusal Kongresi’ne benzer tarihî bir konferans yapıldı.
İnan bana; dili, dini, siyasi görüşü ne olursa olsun, dört parça Kürdistan’dan, diasporadan ve dost devletlerden sayısız ve koşulsuz destek geldi. Kürtler—yani biz—dünyanın gözü önünde, büyük devletlerin dayanışmasıyla masalarını nihayet kurabildi.
Masada kim vardı biliyor musun? Divanı kim yönetti, dünyaya sesimizi kim duyurdu, sence ?
Kürt kadınları…
Yani senin emeğin ve mücadelen karşılık buldu, xwenga min..
“Mekânın cennet olsun” diyeceğim ama zaten cenneti andıran bir ruhun vardı.
O ruh sağ olsun işte .
Bir de ailen ve silah arkadaşların…
Başları sağ olsun…