Açlık grevleri, Suriye görüşmeleri ve İstanbul seçimleri

Yazarlar

Açlık grevleri 6 aydır devam ediyor. HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in, İmralı’da PKK lideri Öcalan’a uygulanan tecride karşı başlattığı eylem, Türkiye cezaevlerinde ve Türkiye’nin dışındaki birçok şehirde sürüyor.

Binlerce insanın aylardır devam ettirdiği, 15 tutsağın da 30 Nisan itibariyle ölüm orucuna çevirdiği açlık eylemini ülkedeki ve dünyanın her yerindeki Kürtler de yakından izliyor. Katılsalar da katılmasalar da Kürtlerin en önemli gündem maddelerinden birini açlık grevleri oluşturuyor.

Türkiye kamuoyunun, sıradan Türklerin ise konudan haberi yok dersem sanırım abartmış olmam. Türkler, binlerce insanın tecride karşı açlık grevinde olduğunu sanırım İstanbul seçimlerinin iptal edilmesi sayesinde (!) öğrendi.

Sıradan Türkler artık Cumhuriyet kurulduğundan bu yana ülkenin en önemli meselesi olarak sürekli gündemde olan Kürt sorunuyla değil, sürüldükleri açlık sınırında yaşama tutunmanın ve ayakta kalmanın yol ve yordamıyla ilgileniyor. Onların gündemlerini ağırlıklı olarak işsizlik, yoksulluk, açlıkla ilgili sorunlar işgal ediyor.

Elbette aynı sorunları geniş Kürt kitleleri de yaşıyor. Onlar da enerjilerinin önemli bir kısmını ekonomik sorunlarla boğuşarak tüketiyor ancak,bunu özgürlük özlemlerine ve insanca yaşama hayallerine sırt çevirmeden, özgür gelecek umutlarını yitirmeden yapıyor. Ne de olsa Kürtler için hayata tutunmanın yolu kimliklerinin ve değerlerinin özgürlüğünden ve temel haklarına saygı gösterilmesinden geçiyor.

Öte yandan Kürt ve Türkler arasındaki algı,dikkat ve gündem farkına çok da şaşırmamak gerek. Bu durum devlet politikasının sonuçlarından biri olarak ortaya çıkıyor ve asıl bu yarılmanın nasıl aşılacağına; Kürtler ve Türklerin ortak değerler etrafında toplanmalarının nasıl mümkün olacağına ya da olup olamayacağına kafa yormak gerekiyor.

Kürtlerle Türkler arasında yaşanan ayrışmanın ve farklılaşmanın ne kadar derin olduğu son gelişmeler ışığında yeniden görüldü. İmralı’da yasal bir görüşmenin gerçekleşmesi, daha açıkcası gasp edilmiş anayasal bir hakkın bir saatliğine verilmesi bile toplumsal ve siyasal dinamikleri farklı noktalara sürüklemeye yetti. Görüşme ‘demokrasi güçleri’ için bile sorun, sıkıntı, kaygı ve kriz üretti.

Dediğim gibi; Türkiye kamuoyunun ağırlıklı kesimi açlık grevlerinden ve Öcalan’a uygulanan tecritten İstanbul seçimleriyle ilgili YSK kararıyla haberdar oldu. PKK lideri Öcalan’la 2 Mayıs’ta yapılan avukat görüşmesi İstanbul seçimlerin yenilenmesine karar verildiği 6 Mayıs günü değil de, 7 Mayıs’ta veya başka bir gün açıklansaydı, sanırım çoğu kimsenin tecritten ve açlık grevlerinden haberi olmayacaktı.  

Ayrıca İmralı görüşmesiyle Yüksek Seçim Kurulu (YSK) kararı arasında bağ kuran, anlamadan, dinlemeden ve düşünmeden ortalığı ayağa kaldıran ve bir çırpıda faturayı Kürtlere ödetmeye kalkan kerameti kendinden menkul ‘demokrasi güçleri’ de, açıklama başka bir gün yapılmış olsaydı Öcalan’ın mesajını görmezden gelecek, açlık grevleriyle ilgili yine tek bir laf etmeyecek, aylardır olduğu gibi yine duymadım, bilmedim, görmedim tavrını sürdüreceklerdi.

Ne var ki görüşmeyle seçim kararı çakıştı ve hem Türkiye’nin açlık grevlerinden ve tecritten haberi oldu hem de ikiyüzlülüğü siyasetin merkezine koyanlar deşifre oldu. Bu anlamda elbette hayırlı da oldu.

Diğer yandan; İmralı görüşmesinin İstanbul seçimlerin yenilenmesiyle bir alakası olduğunu düşünenler Kürt/ Kürdistan meselesinin Türkiye için taşıdığı hayati önemi bilmeyenler veya görmezden gelenlerdir. Bunlar bu yakıcı sorunun niteliğinin ve belirleyici özelliğinin farkında olmayan ufku küçük, kendi küçük çevrelerdir.

Konuya az-çok ilgisi olan biri Öcalan’a uygulanan tecridin önemli bir sorun olduğunu, açlık grevlerinin bunu uluslararası kamuoyunun gündemine taşıdığını ve ayrıca Türkiye’de, Suriye’de ve bölgedeki Kürtlerle ilgili her gelişme ve görüşmede konunun ele alındığını bilir. En azından tahmin edebilir.

Buradan hareketle de tecrit kaldırılmadan içeride ve bölgede Kürt meselesiyle alakalı olumlu bir adımın atılmayacağını, atılamayacağını öngörebilir.

Kürt/Kürdistan meselesinin nasıl bir seyir alacağı, yeni uluslararası düzende Türkiye’nin yerinin ne olacağı meselesi Öcalan konusunda nasıl bir adım atılacağı meselesiyle doğrudan alakalıdır.

Türkiye Kürt meselesinde çatışmacı siyaseti sürdürecek ise elbette bununla bağlantılı olarak tecridi de sürdürecek, sürdürmek isteyecektir.

Ancak eğer çatışma siyasetinden dönecek, Amerika’nın da teşviki ve desteğiyle güney komşusu SDG’yle iyi ilişkiler geliştirme basiretini ve becerisini gösterecekse o zaman Öcalan’a uygulanan tecrit de anlamsız hale gelecektir.

Son zamanlarda taraflar arasında bir arayış ve görüşme trafiğinin yaşandığı gözleniyor. SDG Genel Komutanı Mazlum Ebdi’nin deyimiyle, Türkiye ile Suriye Kürtleri arasında ‘dolaylı diyalog’ yaşanıyor. Bunun kalıcı olup olmayacağı bilinmiyor ancak görüşmeler ve pazarlıklar sürüyor.  

En azından ‘dolaylı’ da olsa bir diyalog süreci yaşanıyor. Henüz mutabakat yok ancak açıklamalardan anladığımız kadarıyla bir ‘yakınlaşma’ var. Bunun da elbette İmralı’ya da bir yansıması olacaktı. Kaldı ki Öcalan’ın uzun bir aradan sonra yaptığı bu ilk görüşmede Suriye Kürtleri meselesine öncelikli yer vermesi konuyu yakından izlediğine işaret ediyor.

Suriye Kürtleriyle ilgili görüşmelerin devam etmesi halinde ki -şimdilik- devam edeceği görülüyor, İmralı’daki görüşmelerin de devam edeceği anlaşılıyor. Yeni görüşmelerin yapılması, İmralı kapısının açık tutulacağının anlaşılması halinde ise açlık grevleriyle ilgili yeni değerlendirmeler yapılacaktır.  

Ne olacağı da zaten birkaç gün içinde belli olacaktır zira, özellikle ölüm orucundakiler zamana karşı yarışmaktadır ve buna insani, siyasi, hukuki ne derseniz deyin bir çözüm bulunması kaçınılmazdır.

Öte yandan İmralı görüşmelerini sadece Amerika’nın arabuluculuğunda yapılan Suriye Kürtleri -Türkiye devleti görüşmelerine bağlamak açlık grevindeki binlerce insana haksızlık olur. Açlık grevleri direnişlerinin ve bu süreçte ödenen bedellerin de payı görmezden gelinemez. İçerideki direniş, dışarıdaki görüşmeyle birleştiği için görüşme gerçekleşti demek daha isabetli olur sanırım.

Bitirmeden; Türkiye’nin ‘demokrasi güçleri’ Öcalan’la görüşme gerçekleşti diye Kürtlere ver yansın edeceklerine açlık grevinde yeni ölümlerin yaşanmaması için iktidara yüklenseler hem kendileri hem ülkeleri için daha hayırlı bir iş yapmış olurlar.

Son olarak; HDP’nin ‘Türkiye siyasetinin kulvarını değiştiren’ 31 Mart stratejisi kalıcı, uzun vadeli, çok bileşenli, zamanın ruhuyla ilgili kapsamlı bir stratejidir ve iktidar ile ana muhalefetin gündelik siyasi eğilimlerinden ve küçük hesaplarından bağımsız bir stratejidir.

Küçümsemek ya da eleştirmek için söylemiyorum ama HDP’nin açlık grevleri ve Kürdistan’daki seçimlerde yaşadığı çelişkiler ve gel-gitler strateji karşısında yetersiz kaldığını da gösteriyor.

Bu stratejiyle aslında Kürt siyasi hareketi bir bütün olarak Türkiye’nin demokratikleşmesine öncülük etme misyonunun gereklerini yerine getirmeye çalışıyor.

Çözüm Süreci bu anlamda önemliydi fakat önü kesildi. Ve ne yazık ki o süreçte Öcalan, AKP’nin hegemonya inşa etmesini önlemek için çok çaba porno 64 sarf etti ancak, ‘Beyaz Türkler’, özellikle de CHP çözüme destek vermek yerine muhalefet etti.

Oysa sürece destek verseydi Türkiye’nin kaderi daha rahat değişir, özgür bir gelecek, insan onuruna yaraşır bir sistem inşa edilebilirdi.

Ne var ki şartlar herkesi yeniden düşünmeye zorluyor.

İç ve dış şartların zorlamasıyla Kürt/Kürdistan meselesi er ya da geç yeniden çözüm eksenine girecektir. Ve o gün geldiğinde AKP’nin Kürtleri kazanma, CHP’nin kaybetme şansının olmadığı görülecektir…

İlginizi Çekebilir

Müslüm Yücel : İstanbul’da seçimlerin yenilenmesi: CHP ve ittifakları
Ferhat Tunç : Her şeyin güzel olması bizim elimizde

Öne Çıkanlar