Ali Emre Malatyalı: Azra Kohen’in linç edilmesi 

Yazarlar

Türkiye’te Yahudi yazarlara karşı eşi benzeri görülmemiş bir şiddet örgütleniyor: Mario Levi’nin kitapları “Yahudi mallarının protestosundan” nasibini ilk alanlardandı. İkinci olay Azra Kohen oldu. Kohen’in kitapları mahalle baskısıyla toplatıldı. Kohen’in kitaplarını toplayarak, ona karşı sanal saldırılar gerçekleştirerek, Filistin davasına omuz veriliyor…!

*

Son yüz yılda Filistin tarihi şiddet, hukuk ve merhamet üçgeni üzerinde gelişiyor ve garip bir yazgıda bu üçgene eşlik ediyor: Kralların kararlarıyla, halklar helak ediliyor! Şiddet var ve bu şiddet, varlığını şiddetin uyanmasında buluyor. Şiddet dal budak saldıkça, futbol maçları gibi tarafların sesleri yükseldikçe, ölüm, bir insanın ölümü olmaktan çıkıyor, bir gole ya da bir mağduriyet halesine dönüyor; ne ulusal ne uluslararası hukuk devreye giriyor, daha çok hukuk, metafizik bir boyut kazanıyor; kıymetli olan benim ölümdür, başkasının ölümü hiçbir anlam taşımıyor; benim ölümüm halkı uyuşturmak ve halkı harekete geçirmek arasına sıkışıp kalıyor.  

Savaşları aynı kişiler çıkartıyor, aynı biçimler. İsmail Haniye ile Netanyahu aynı kişilerdir; ikisi de totaliterdir; ikisi de ırksal üstünlüklerini din adı altında duyurmaktadır, ikisi de şiddeti emretmektedir, ikisi de mutlak terörün arş-dukalarıdır, ikisi için de şiddet bir yönetim biçimi bile değildir, şiddet ikisinin de özüdür. İkisi de bitmişliklerini, bitişiklerindekini öldürme yolunu seçiyorlar, böyle var oluyorlar. Arapça ve İbraniceye yazıktır ki bu adamların dilleri olmuştur. Araplara ve İbranilere yazıktır ki bu amaçsızlar tarafından yönetiliyorlar. İkisi de güç tekeli peşindedir, ikisi de kendiliklerinden nasip almamış kimselerdir. İkisi de sosyalist, demokrat parti ve gurupları bastırmış, hatta onları marjinal konuma getirmiş, milliyetçiliğe bel bağlamışlardır.  

İlk görüntüleri hatırlayalım (7 Ekim); Hamas bir saldırı düzenliyor ve bu saldırı da kadın, çocuk dinlemeden, önüne gelen herkesi öldürüyor. Çıplak bir kadının Hamas militanlarınca çırılçıplak bir vasiyette, taciz ve işkenceye dönüşen görüntüleri hala hepimizin belleğindedir. Dahası da var. Bu görüntüler geldiğinde iki TV’de birden olup biteni izleyen Hamas sözcüsü Haniye ve ekabiri namaza duruyor, dua ediyor ve kazandık naraları eşliğinde ibadet ediyorlar. Kılınan namaz değildir; ibadet değildir, savaşı kutsama, ben öldürdükçe ve benden olmayan öldükçe, zafer kazanıyorum duygusunun verdiği sarhoşluktur bu. Bir insan ölürken, çıplak bir kadına işkence edilirken, yaşlı insanlar rehin alınırken, elbette Hamas’ın naraları, sırıtmadan öte bir şeyle açıklanmayacaktır.  

İsrail, aynısını yapıyor; İsrail, kadınları, çocukları öldürüyor. Kimi çocukların cesetleri orta yerde duruyor. Kadınlar gözyaşları içinde, babalar çocuklarını nasıl gömeceklerini bilmiyor. Dahası İsrail, Hamas’ın yaptıklarını bir fırsata çeviriyor, onlar başlattı deyip her gün katliam üzerine katliam yapıyor. Gücünü de Hamas’tan alıyor. Hamas’ın düşünsel bir temeli yoktur; bağlandığı Müslüman Kardeşler de ırkçı bir yapıydı; kurucusu Hassan El Bena’nın fikriyatı Arap Birliği’ni hiçbir zaman geçmemiştir; Bena, Arapların İslam ilkeleri etrafında bir araya gelmelerini savunuyor. Bena’nın gayesi fetihti; İslam’ı kabul etmeyenlere karşı emredilen bir tek şey vardı, bu enfaldi, tehcirdi; bunun karşılığı selefi cihattır. Hareketin lideri olan Seyyid Kutup’da Yahudi düşmanıydı, fikriyatını bunun üstüne kuruluydu. Kutup’a göre Osmanlı’yı Yahudiler yıktı; Türkiye Cumhuriyeti, Yahudilerin kurduğu ilk devletti. Oysa bu topraklar ne kadar Türklerin yaşadıkları yerlerdiyse, o kadar da Yahudilerindi; yönetimin başta Osmanlı ailesinin sonra Türklerin elinde olması bu toprakları Türk ve Müslüman yapmaya yetmezdir.    

Bu savaş çokça çıkar üreten/ pragmatizmin tavan yaptığı bir savaştır. Hamas ve Netenyahu, güç tekeli peşindedir. İkisi de mitlerden besleniyor; oysa ne Mescidi Aksa ne Ağlama Duvarı, öldürülen bir çocuğun tırnağı bile değildir. İnsan varsa, dini yerlerin, ibadetlerin bir kıymeti vardır; insanın katledildiği yerde, hiçbir dinin, düşüncenin kıymeti yoktur. Burada az olmanın da çok olmanın da bir anlamı yoktur. Çoğunluk tarihin bütün çağlarında azınlığın haklarını çiğnemiş ve bunları, kendine hak saymıştır; çünkü adaleti kendinden menkul kabul etmiş, bunu benimsemiştir.    

Türkiye’nin hem sağı hem solu Filistin’le propagandayı geçmeyen bir bağ kurmuştur. Deniz Gezmiş ve dönemin diğer gençlerinin geniş bir Filistin bilgileri yoktur. Filistin’e gitmek, o zamanlar, legal, hatta gidenlerin ifadesiyle “havalı” bir şeydir. Yapmak istedikleri şey, devrimcilik değil, vatanseverlikti. Türkiye’yi seviyorlardı; 1964’ten 1980’e kadar, sağın da solun da iki hammaddesi vardı: Kıbrıs ve Filistin. Biri sağ, diğeri sol yumruğunu kaldırarak Kıbrıs ve Filistin’i savunmuştu. 2000’lerde moda olan dizi filmlerde, sağ ve sol, aynı firmaya danışmanlık yaptı! Bu kadar da ucuzdur. Gerçek şu: Kendisiyle hesaplaşmamış bir geçmişe sahip kişi ya da ülkenin ahlaki olarak bir yere varamayacağıdır.   

Filistin’le ilgili eylemlerde bir yapaylık vardır. Kola şişelerini kırmak, sahtesinden camii çıkışı slogan atmak vs eylemlerle Filistin meselesi çözülüyor; bir siyasetçinin diğerini susturmak için Filistin’i konuşması da ne kadar geriliğimizin bir kanıtıdır. Açıktır, Filistin, bir mesele değil, bir malzeme haline gelmiştir.   

Yalakalık ve takipçi bulma, beğeni toplama adına can yakmaktadır. Eli kalem/ klavye tutan herkes bir anda Filistin yanlısı olmuştur.  

Garip bir kibir ve utanç dünyasıdır bu. Kibir de utanç da başkası olma istediğini aşmıyor. Filistin yanlıları kim olmak istiyor?  

Netenyahu ve Hamas, her ikisi de ölümü Allah’ın emri haline getirmiyorlar mı? Barış için ikisinden birinin bir adım atmışlığı var mı? Biri Filistin’i, diğeri İsrail’i tanımıyor. Örneğin ikili devlete, ikisi de karşı.  

Bir diğer nokta: Entelektüeller!  

Türkiye’te Yahudi yazarlara karşı eşi benzeri görülmemiş bir şiddet örgütleniyor: Mario Levi’nin kitapları “Yahudi mallarının protestosundan” nasibini ilk alanlardandı. Levi, beş yüz yıldır İstanbullu idi. İstanbul’un her sokağını, her taşını bilirdi. Onlarca hikâye yazdı, romanlar şiirler. Ayrıca atölye yapardı; yazar yetiştirirdi. Yani bir hikâyenin, romanın nasıl yazıldığını bilen nadir kişilerdendi. Türkiye Yazarlar Sendikası ve PEN, kurum olarak birer bildiri yayımladılar ama Türk aydınları Levi’ye yapılan saygısızlığa sessiz kaldılar; ne sosyal medya hesaplarında bir dayanışma gösterdiler ne bu baskının karşısında durdular. Levi çok satan değildi, yazardı…  

İkinci olay Azra Kohen oldu.  

Kohen’in kitapları mahalle baskısıyla toplatıldı. Yayınevleri ilk başta öz Türk ve Müslüman olmayan yazarları davet ederler. Buna çok kültürlülük derler. Bunun yanında azınlıkların bir kitlesi/ okuru vardır, nemalanmak isterler: “Ermeni, Rum, Yahudi, Kürt yazarlarımız var” diye hava atar, demokrat olduklarını hissettirirler, ne zaman ki Ermenistan’da, Yunanistan’da ya da şimdiki gibi İsrail’de bir sorun çıktı, her biri renklerini belli ederler; birden mahallenin namusundan söz ederler…  

Kohen, tanıdığım (okuduğum) bir yazar değildir. Ağır bir mahalle baskısıyla kitapları toplatıldı, dahası şimdi, internet üzerinden bir kitabını satın almaya kalktığımızda bir anda karşımıza Filistin’le ilgili kitaplar çıkıyor. Kohen’in kitaplarını toplayarak, ona karşı sanal saldırılar gerçekleştirerek, Filistin davasına omuz veriliyor. Böyle bir şey olur mu hiç.   

Nedir bu mesele? 

Kohen, sosyal medya hesabından bir takipçisine “Yavrusunu korumayan, yem eden hiçbir kimse yaşamı hak etmiyor” diyor.   

Kohen’in söylediklerine katılıp katılmamak elimizdedir. Bir yazarın yazdıkları, hatta söz ve eylemleri arasında her zaman aradığımız bir bağ bulunmayabilir. Kunt Humsun, hiçbir siyasi fikrine katılmam ama yayıncı olsam onun “Açlık” romanını yayımlarım, birine kitap önersem onun kitaplarını sırf fikirlerinden dolayı sakın okumayın demem; devlet olsam, fikirlerinden dolayı kitaplarını yasaklamam.   

Bu ilki, ikincisi konu Kohen’le takipçisi arasındadır ve ben, buna müdahil olmam. Dahası Kohen’in söyledikleri bir yorum mu yoksa bir fikir beyanı mıdır? Yorum da olsa, fikir de olsa, bir kişinin fikrine katılıp katılmamak gibi bir şansımız olmalıdır. Herkes bizimle aynı fikirde olmayabilir. Kohen’de başka bir şey söylüyor, kendince de olsa doğru da yanlış da olsa bir suiistimalden söz ediyor. Bu savaşta, kadınlar ve çocuklar suiistimal ediliyor diyor.  

Sahi doğru nedir? Benim ufkuma ve çıkarlarıma hizmet eden teoriler ve pratikler doğru, geri kalanlar yanlış demek midir?  

Olup biten üzerine Kohen’in kitaplarını basan yayınevi de bir açıklama yaptı. Dünya böyle bir açıklama görmemiştir. Yayınevi, “bu hassas konuda” (Filistin) samimi olduğunu ifade ediyor. Yayınevinin hassasiyeti, metin midir yoksa, İsrail- Hamas savaşı mıdır? Diğer yandan eğer samimiyse neden Kohen’in kitapları toplanıyor, neden kitapla yazarın sosyal medya üzerinden gelişen tartışmalarına taraf olunuyor. Samimiyse “bu kitaplar bizim kitabımızdır, yazarın diğer kitaplarını da basarız ama fikirleri (sosyal medya üzerindeki tartışmaları, hayatı vs) bizi bağlamaz” denmiyor. Daha can yakıcı olan, samimiyse, “sadece metinler üzerinden binlerce insanla çalışma ilişkisi” kurduğunu söylüyorsa, neden kabul görmüş, birkaç baskı yapmış Kohen’in kitaplarını topluyor… Sorun yazarın yazdıkları değil, sorun yazarın bir Yahudi olarak söylediklerdiyse, Kohen’e yapılan daha bir vahimdir.    

Açık bir şiddettir bu ve bir gün sonra kitap satılan, dağıtılan her yerde Kohen’in kitapları kaldırılıyor. Türkiye’de yazar sendikaları, uluslar arası yazar kuruluşları buna itiraz etmiyor, böylece sansüre ortak oluyor.   

Sahi bu söylenen, yapılan Natenyahu hükümetinin Arap/ Filistin politikasına benzemiyor mu? 

Bir yazar gözlerimizin önünde linç ediliyor. Açıklamalar bununla kalmıyor. Kimi yazarlara göre, örneğin Anadolu Ajansı’nın hemen bilgi aldığı Yavuz Yiğit (kim bu, edebiyata katkısı ne) Kohen’in İsrail ruhlu olduğunu söylüyor. Tehdit ediyor: “Bunlar kendilerini tutabiliyorlar ve içimizde rahat dolaşabiliyorlar.”   

İçimizde rahat dolaşabiliyorlar ne demektir?  Bu ifadeler, 6/7 Eylül’ün ayak sesleridir; tıpkı sermaye gibi kültür sanatın millileşmesidir; milli, denilen tekdüzeliktir, ayaktakımının birden düşünce adamı kesilmesidir. Böyle oturduğu yerden ahkam keserek, sadece ve sadece yoksul ve kimsesiz insanlar ölüyor…  

İlginizi Çekebilir

Tarık Ziya Ekinci yaşamını yitirdi
İran’da idamlar artıyor: Kadınlar hedefte

Öne Çıkanlar