Savaş… Soğuk ve yıkıcı bir kelime. Ilk uyandırdığı izlenim, istenmeyen bir seçenek, endişe yüklü yaşayış ve sonunda paramparça edilen hayatların öyküsünün bütünüdür. Ancak savaşın yıkıcılığı aynı zamanda yeni bir hayatın doğumuna da ebelik eder. Her türden gericiliğe, faşizme ve sömürü düzenlerine karşı yapılan savaşlar ne kadar keder yüklü olurlarsa olsunlar bu anlamda olumlanırlar.
Ya, barış? Kulağımızda, ılık bir bahar akşamında batan güneşin dingin kızıllığının ufukta ağır ağır kaybolmasının güzelliği, bahçelerin binbir çiçekle ahenkli ve rengarenk açılması gibi, bir dost elinin sımsıcak uzanması ve ekmeğin bölüşülmesinin tınısını uyandıran bir kelimeyi çağrıştırmasına rağmen, barış adı altında yaşatılan zulümler de var, egemenlerin kendi çıkarlarının barış diye dayatılması da var. Kelimeler, eylemler ve hayatın anlatımı, kişilerin ve toplumların durdukları yerlere, kendi çıkarlarına göre şekillenmektedir.
Demek ki savaş ve barış genel bir doğruyu aşarak kişilerin veya toplumsal kitlelerin çıkarlarına göre anlam kazanmakta, yorumlanmaktadırlar. Öyleyse bizler de takınacağımız tavrı doğal olarak durduğumuz yere, yani sınıfsal veya ulusal çıkarlarımıza göre belirlemek zorundayız, bu zorunluluk bir tercih değil, hayatın gerçekliğinden kaynaklanmaktadır.
Kuzey İrlanda ve İngiltere bağlamında gelişen ve yüzlerce yıllık bir sorunun yakın tarihte “barış” adı altında kısmen de olsa çözüme kavuşması incelenmeye değerdir. Görülecektir Ki isimler ve eylemlerin neredeyse sadece isimleri değişmekte, yaşananlar coğrafyamıza benzerlik göstermektedir. Çoğu zaman şaşkınlıkla göreceğiz ki direnişçilerin, işbirlikçilerin ve sömürgecilerin aldıkları kararlar ve gösterdikleri tavırlar nerdeyse diğer cografyalardakilerle benzerlik göstermektedir. Öyleyse oradaki sürecin gelişimi incelenirse bir anlamda edinilen tecrübe, bizlere de yol gösterecektir. Edineceğimiz tecrübe kendi koşullarımıza uygun mücadele stratejisi ve taktiklerini belirlemede yol gösterecektir.
Kısa bir tanıtım bilgisini yazmak, bilmeyenler ve hafızayı tazelemek açısından yararlı olacaktir.
Temel olarak Katolik ve Protestan olarak ayrılmalarına rağmen, sorun boyutlanmış ve Kuzey İrlanda sorunu, genel anlamıyla milliyetçilik, mezhepsel ve dini olarak tanımlanmıştır ve gerçekten karmakarışık bir gelişim izlemiştir. Aynı dine inanmalarına rağmen, mezhep farklılığının zamana yayılarak ezilmeyi, sömürülmeyi ve asimilasyonu getirmesinin sonucunda bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. 1100’lü yıllarda İngiliz sömürgecilerinin adaya gelmesi ve egemenlik kurmasıyla başlayan sömürgecilik uzun dönemler boyunca örgütsüz, amaca uygunluktan uzak, dönem dönem darbe alıp gerileyen karşı isyanlarla sürüp gitti. Sömürgeciliğin vazgeçilmez çocuğu olan asimilasyonun katkısıyla yapılan savaşlar sonucu adada katoliklerin oranı %59’dan %22’ye kadar düşmüştür. Direnişin güçlenmesi ve karşısındaki sömürgeciliğin de uyguladığı politikalarını değiştirip koşulları ağırlaştırmasına gerekçe olmuştur. Katoliklerin memurluk yapmaları, silah taşımaları, oy kullanmaları ve parlamentoda görev yapmaları yasaklanmıştır.
Katolik nüfusunun çoğunluğu asimilasyonun gerçekleştirilmesini zorlaştırmış birbirine paralel ve birbirini besleyen bir süreç olarak baskı ve direniş, koşullardan kaynaklı büyümüştür. Ingiltere, Irlanda meclisinde kendisine hizmet eden milletvekillerinin sayısını arttırmakla beraber vekilleri toprak ve para ile satın almıştır. Böylece görece anayasal ve hukuksal engelleri kaldırmıştır. Bir yasa ile 500 yıllık Dublin parlamentosu kapatılmış temsiliyet İngiliz parlamentosuna taşınmış ancak katolik vekil olmamasını koşul olarak belirlemişlerdir. 1845 yılında yaşanan kıtlığın azaltılması açısından yapılan yardımlar katolikleri kapsamayınca mezhepsel ve etnik soruna ekonomik sorun da eklenmiştir. Kendi topraklarında etkilerinin kalmadığını düşünen İrlandalıların bir bölümü ABD’ye göç etmiş ve burada lobi çalışmalarına ağırlık vermişlerdir. İleride gerçekleşecek barış ve çözüm sürecinin oluşmasında bu lobinin çalışmalarının etkisi tartışılmazdır. Bir başka yönden de ileride boyutlanacak olan silahlı mücadelenin lojistik altyapısı, maddi ve manevi katkı çalışmaları da göçmenler tarafından sağlanmıştır.
1. Dünya savaşının koşullarında kuruluşu ilan edilen İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) İngiliz Kraliyet polislerinden ikisini öldürünce, silahlı mücadelenin kentlere taşınmasının ilk adımı atılmış oldu, dönemsel siyasi karışıklık sonucu İrlanda Cumhuriyeti ilan edildi ve İngiltere Kuzey’de bulunan 6 eyaletin kendisinde kalması koşulu ile bu durumu kabul etti. 06 Kasim 1921 tarihinde Londra’da imzalanan anlaşma bu durumun ilan edilmesi oldu. Anlaşmanın önemli maddelerinden bazıları şöyleydi:
– İngiliz güçleri İrlanda’dan çekilmeyi kabul edecektir,
– İrlanda kendi hükümetine sahip olacak ancak İngiltere himayesinde kalacaktır,
– İrlanda yönetimine İngiliz yönetici atanacaktır,
– İrlanda parlamentosunun üyeleri İngiltere’ye bağlılık yemini edeceklerdir. (TC milletvekili yemininin bir başka versiyonu denilebilir).
Bu son madde Katolikler açısından ihanetle eşdeğer tutulmuş, devam eden askeri eylemlilikler kendilerine İngiltere’nin yanısıra Serbest İrlanda Cumhuriyeti’nde de alan açmışlardır. Irlanda Cumhuriyeti bu eylemliliklerden dolayı IRA’yi terör örgütü olarak değerlendirmiştir. (Sanki kulağımıza Güney Kurdîstan yönetiminin PKK hakkındaki değerlendirmesi çalınır gibi oldu). Protestanlar bu gelişmelerden sonra İngiltere’ye bağlı kalmak için IRA yöneticilerine karşı eylemler düzenlemeye başladılar. Resmi bakışa göre İrlanda Cumhuriyeti olmasına rağmen Kuzey İrlanda’da kalan protestanlar, Güney İrlanda’da kalan Katolikler yaşadıkları bölgelerde baskı görmeye devam ettiler. (Bir benzerlik daha mı demeliyiz, Güney Kurdîstan bölgelerinde PKK’li oldukları iddiasıyla baskı görenlere ne kadar benziyor). İrlanda Cumhuriyeti’nin bağımsızlık ilanı kördüğümü daha da arttırdı: Kuzey İrlanda’da kalan İngiliz yanlıları ve Britanya içinde kalan Katolikler sorunun daha da büyümesini sağladılar.
Sonuçta Irlanda yönetimi Ingiltere’den yardım istedi ve İngiltere baskı yönetimini engelsiz kurarak siyasi çözüm yerine askeri çözümü dayattı. Tarihe Kanlı Pazar olarak geçen ve silahsız 13 sivilin İngiliz askeri güçleri tarafından öldürüldüğü protesto eyleminin ardından, IRA, gerçekleştirmeden önce sivil can kaybını önlemek için verdigi haberleri keserek, haber vermeden eylem gerçekleştirmeye başladı. IRA, yöntemlerinin şiddet içermesi nedeniyle muhatap olarak görülmedi. (Öyle ya, şiddet uygulaması devletlere aittir, direnişçilerin şiddeti kabul görülmez).
Sinn Fein… 1905 yılında Arthur Griffith tarafından IRA’nın siyasi kanadı olarak kuruldu. Uzunca süre çatışmaların gölgesinde kalan parti, Gerry Adams başkan seçilince inisiyatif alarak öne çıktı. G. Adams “biz askeri zaferin olamayacağını biliyorduk, her iki taraf pata durumundaydı, tarafları buna ikna ederek süreci başlattık”. İniş çıkışlı süreçlerin ardından IRA 1993 yılında silah bırakmayı kabul etti, 1994 yılında ateşkes ilan etti ancak ateşkes 1996 yılında bozuldu. Sürece 3. taraf adına katılan ve adını anlaşmaya veren G. J. Mitchell anlaşma metninin bazı maddeleri şöyleydi:
– Barışçıl ve demokratik yöntemler kullanılacak,
– Silahlı örgütler, silahlardan arındırılacak,
– Taraflar birbirlerini tehdit etmeyecekler,
– İntikam saldırıları olmayacak…
Temel sorun olarak birbirlerine güvensizlik duyulduğu için taraflar arasında anlaşma sağlanması kolay olmuyordu. 10 nisan 1998 yılında imzalanan ve “Kutsal Cuma” olarak bilinen, 22 mayıs 1998 tarihinde de halk oylamasıyla yürürlüğe giren antlaşmasının bazı maddeleri şunlardır:
– Kuzey İrlanda’nın geleceğine Kuzey İrlanda halkı karar verecektir,
– Kuzey Irlandalılar, Britanya ve Güney İrlanda pasaportu taşıyabileceklerdir,
– Güney İrlanda Kuzey İrlanda’dan toprak istemeyecektir,
– Kuzey İrlanda halkı isterse Güney İrlanda’ya bağlanacaktır.
2005 yılında IRA’nin silah bırakmasıyla anlaşma yürürlüğe girmiştir. IRA tutsakları bir plan dahilinde serbest bırakılmış, sivil görevler üstlenmiş ve hayata uyum sağlamalarının koşulları bir ölçüde yaratılmıştır. Öte yandan oluşturulan yeni güvenlik birimi, eskiyi anımsatacak sembollerden arınarak, nefret duymayan eğitimli insanlardan oluşturulmaya çalışıldı. Gerry Adams bir röportajında: “işkenceyi yapan askerlerden biriyle sonradan karşılaştım. Özür diledi. İçki içtik”.
En sondan başlarsak “barış uğruna” işkencecisini affedebilmek ve onunla içki içebilmek, bunu da bir meziyet olarak anlatabilmek büyük bir başarıdır !.. Savaşlardan sonra barış geldiğinde bir takım suçlar affedilecektir ama işkencecileri affetmek üstüne karşılıklı içki içmek takdire şayandır! ve işkencecilerin affedileceği bir “barış” nasıl bir “barış” olacaktır. Bu durum tıpkı “17 bin faili meçhulü unuturuz” demek gibidir.
Sinn Fein IRA’nin siyasi kanadı olarak kuruldu ancak inisiyatifi aldığı ve bütün süreçlerde IRA’nin önüne geçtiği için belirleyici olmuştur.
İrlanda süreci zaman zaman bizlere örnek olarak sunulmasına rağmen tam anlamıyla uygulanabilecek bir örnek değildir. Çünkü Sinn Fein IRA’nin siyasi kanadıdır, oysa bizde askeri kanadın önüne çıkan bir siyasi temsilcisi yoktur, bunun yerine Kurdîstan Özgürlük Hareketi ve önderi temsilci sorumluluğunu üstlenmiştir. Siyasi kanat olarak HEP ile başlayan HDP ile devam eden partiler kamuoyunda görülmesine rağmen resmi anlamda böyle bir netlik yoktur. İngiltere bir noktadan sonra IRA ile müzakereleri başlatmış olmasına rağmen TC müzakere niteliğinden uzak, hiçbir taviz vermeden iki sene süren gayriresmi görüşmeleri bir kararla yok saymış ve daha ağır koşullar yaratarak mücadeleye devam etmiştir m. İrlanda örneğinde tarafsız ülkeler ve en çok ABD süreçte tarafsız yer almış, ancak bizdeki örnekte böyle bir girişim kısa süreli gerçekleşmiş hatta tarafsız ülke gözlemcileri TC tarafından bombalanmıştır.
Ingiltere’de, çatışmalı süreçte Ingiliz kamuoyu (etkisi az olsa) bile güçlü bir şekilde kendi devletlerine karşı çıkabilmişlerdir. TC’de ise bir grup sol, demokrat dışında “halk” toplumsallığından bir karşı çıkış, bir “neden Kürtlere karşı savaşıyoruz ?” sorusu gündeme gelmemiştir. Tarafsız ülke konumunda olup da örtülü bir şekilde görüşmelerin başlaması için görev alan ülkeler, çözüme yönelik çalışmaktan daha çok TC’ye silah satarak cinayetlerin önünü açmışlardır. AB olarak herhangi bir yaptırımda bulunmamışlardır. Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin örgütlenme, çalışma ve sesini duyurma alanını sürekli daraltmaya başlamışlardır.
İrlanda-Ingiltere sürecine bakarak yapılacak ana değerlendirmenin esas sorusu şu olmalıdır: savaşan taraflar ne istiyorlar? Kurdîstan Özgürlük Hareketi devrim mi yoksa ortak çözüm mü istiyor, TC Kürtleri tamamıyla imha ederek çözüme mi ulaşmak istiyor, yoksa sadece Kürt denilmesinin serbest olduğu bir çözüm mü istiyor?
Sorulara verilecek yanıtlar bir anlamda geleceğimizi çizecektir…