Bazı dönemler vardır ki topluca ve gür bir şekilde yükselen sesler aykırı tüm sesleri bastırır ve duyulmasını engeller. Bu dönemlerde genellikle umut baskındır. Geçmişin onca zulmünün açtığı yaraların sarılacağının beklentisi, güvensizliğin tohumlarının kurutulup yerine umuda dair bir başka tohumun ekilmesi ve geçmişin bütün acılarının bir tabuta konulup sonsuza kadar gömülmesi için yürütülen çalışmalar aynı zamanda yeni dönemi karşılayacak çalışmaların anlayışıyla beraber el ele yürümeyi de hedefler. Geçmişin kanlı izlerinin silinmesi sadece savaşanların değil, her iki tarafın toplumsal yaşamının yeniden örülmesi, hayatın yeniden kurgulanması ilk adım olacaktır.
Umut rüzgarının bizi saran ılıklığını hissederek gerçekliği de unutmamak gerekir. Savaşanlar arasında barışı oluşturmak kolay değildir. Belki kültürel alt yapısını geliştirmiş, toplumsal olarak olgunluk düzeyine erişmiş ve kedere doymuş toplumlar karşılıklı adım attıklarında barış her iki toplumu saran bir çembere dönüşebilir ancak bu düzeye erişmemiş toplumlar barış yolunda daha zor bir yolda yürüdüklerini bilmek zorundadırlar. Ve barış öyle söylenildiği gibi kolayca gerçekleşmiyor. Ilk anların umudu kolayca dağılır.
Kürtler ve Türkler arasındaki savaş kabaca bin yıldan bu yana devam ediyor. Kürtler sadece Türklerle değil, vatanını işgal eden diğer sömürgeci güçlerle de o savaşı sürdürüyor. Toprak, tarih ve kimlik üzerinde yürütülen savaşlar mağdurun tatmini sağlanmadığı sürece devam eder. Araya kan girmiş, kayıplar günlük yaşamın bir parçası olmuştur. Öte yandan zalimin (sömürgecinin) geliştirdiği üst kimlik ve eşitlenmeme alışkanlığı da belirgin bir şekilde kendini gösterir. Hayatın her alanında kendini üstün görme anlayışının kırılması başlı başına bir travmadır ve bu travma öyle kolay kolay atlatılacak bir travma değildir.
Artık süreç diyebiliriz. Her ne kadar Türk devleti uzun süre böyle bir tanımlamadan kaçıp yerine “fesih, silah bırakma ve teslim olmayı” öne çıkaran bir anlayış geliştirdiyse de geldiği nokta bir “sürecin” başlamış olduğu noktasıdır. Ancak kelimenin tam anlamıyla bir bilinmezliğin ortasındayız. Taraflar neyi, ne zaman ve nasıl yapacaklar bilmiyoruz. Böylesine ağır ve uluslararası niteliği olan bir sorunun sadece Kürtler ve Türkler tarafından çözüleceğini düşünmek saflık olacaktır. Hele Türklerin bin yıllık yaşamlarına bakıp kolaylıkla bir barış tarafı olacaklarını düşünmek de yine saflık olacaktır. Kurdistan Özgürlük Hareketi ilan etmese de zaten uzun süredir ateşkes niteliğinde bir süreci sürdürüyordu. Kuzeyde zorunlu olmadıkça savaşmayıp savunmada kalıp, güneyde ise savunma temelinde sömürgeci güçlere karşı direniş göstermekteydi. Şimdi başlayan bu süreç neyi, nasıl değiştirecek göreceğiz.
PKK’den kendini fesh etmesini ve silah bırakmasını isteyen anlayış önce dönüp kendi sorumluluklarını yerine getirmelidir. Son yirmi yılda güney Kurdistan’da kurulan askeri üsler, tutsaklar, Rojava işgali ve geçmişten bugüne işlenen savaş suçları hakkında ne yapılacağını Türk devleti açıklamalıdır. Öyle “terörsüz Türkiye” gibi sloganların arkasına saklanıp direnişçileri “terörist” kendilerini de “muzaffer devlet” göstermenin bir anlamı yoktur.
Bugüne kadar yürütülen gizlilik her ne kadar kabul edilmese bile yine de Kürt halkı tarafından bağlılık ve saygı gereği kabul edildi. Şimdi gelinen noktada Türk devleti hangi adımları atacağını açık bir şekilde ifade etmelidir. Öyle “yüksek dağları ben yarattım, küçük dağlar da babamdan kaldı” dönemleri geçti gitti. Hangi demokratik adımların atılacağını bilmek Kürt halkını da tutum almak konusunda rahatlatacaktır. Bu konularda devlet illegaliteye devam ediyor. Sonsuz kaçış yok, bir noktada yüzleşmek zorunda kalacaklar.
Yanıtlanmamış onlarca soru var ve bu sorular geçiştirilecek sorular değil. Hukuki ve ahlaki boyutları da içeren adımlar nelerdir? Özellikle son yıllarda hukuk tanınmadan mahkemeler yoluyla onlarca insana uygulanan kararlar ne olacak? Zorbalıkla alınan haklar ne zaman ve nasıl geri verilecek? Bu baskıları, işkenceleri uygulayanlardan hesap sorulacak mı? Örneğin öz yönetim direniş süreçlerinde yapılanların hesabını verecekler mi? Devasa bir bürokrasinin oluşturduğu imparatorluk nasıl dağıtılacak?
Kuzey Kurdistan yasal statüye kavuşacak mı, Kürtler kimlikleriyle var olacaklar mı? Sorular uzuyor, uzayacak da. Bunlara karşı ne yapılacağını “kervan yolda düzülür” diye değil, açık ve uygulanmasının nasıl olacağını belirten bir planlamanın ilan edilmesi sağlıklı olacaktır.
Bunca yıllık tecrübe birikti. Başı okşanan, sırtı sıvazlanan Kürtler değiliz artık. Çok iyi biliyoruz ki günümüz dünyası gücün hakimiyetinin haklılık sağladığı bir dünya. Mağduruz diye kimse hakkımızı vermiyor. Kabul edilmese bile silah belirleyici oluyor ve silahın gücü henüz sonlanmadı. Orta doğu’da herkesin silahlarına sarılıp haklarına kavuştuğu gerçekliğinden yola çıkarak kimsenin Kürtlerden ellerine çiçekleri almasını beklemeye hakkı yoktur.
Ne aşırı bir umut, ne de umutsuzluk beslemek gerekir. Sürekli Kurdistan Özgürlük hareketinden beklenti içinde olmak yerine Türk devletinin ne yapacağını beklemek gerekir. Yozgat, Kayseri, Erzurum, Trabzon gibi illere bir Kürt, Ermeni, Rum, Çingene veya Süryani halklarından vali, kaymakam atandığında, cumhurbaşkanı veya genelkurmay başkanı bu halklardan birinin açık kimliğiyle olduğunda “bu topraklara barış gelmeye başladı” diyebiliriz, ondan önce değil.