Deprem kuşağı üzerinde yaşamanın sonuçlarından biri de bu doğa olayının getirdiği tanımları öğrenmektir. Artçı deprem, öncü deprem, fay hattı gibi… Politika dışı olarak görülen ama politik eylemleri anlatmak için kullanılan birçok tanım gibi, depreme ilişkin tanımlar da politik terimler sözlüğünde yerini almıştır. Fay hattı da bunlardan biridir. Genelde koptu kopacak ilişkilerin zayıflığını ve değişimini anlatmak için kullanılan bu tanım, günümüz politik gerçekliklerinin anlatımı için kullanılabilir.
Bir maddenin genel değerlendirilmesi yapılırken çoğu zaman bütünü gözden kaçırıp, parçaya odaklanmak gibi eksik bir anlayış genellikle hayata dair bakış açımızı belirleyen bir etken oluyor. Oysa ağaca bakıp ormanı görememek, en başından başlayarak eksikliğe giden yolun döşenen ilk taşlarıdır.
TC’nin tıkanan ekonomik-politik ilişkileri ve çökmeye yüz tutan sistemini de değerlendirirken bakış açımız da geneli kapsamalıdır. Sadece adına tek adam diyerek yumuşatmaya çalıştıkları oysa özünde diktatörlükten başka bir şey olmayan bu sistemin “çöktü, çöküyor” tanımını neden aldığını, yaşanan sürecin kurtarılıp kurtarılamayacağını geniş ilişkilere bakıp yorumlamamız gerekir. Peki değerlendirmeyi neye göre yapmalıyız? Bu konuda herkesin üzerinde uzlaşacağı bir yöntem maalesef bulunmuyor, çünkü hepimiz ailemizden, çevremizden, aldığımız eğitimden başlayan veya bizi şekillendiren ideolojik anlayışımıza göre değerlendirmede bulunuyoruz. Çoğunlukla karşı tezleri araştırmadan, içinde bulunduğumuz grubun, partinin veya oluşmuş kişisel görüşlerimizin doğruluğundan emin olarak hareket ediyoruz. Konuyla ilişkili bir açıklamayı da yazmak gerekir. Marksizm’in ekonomik belirlenimci olmadığını dair, Engels’in yazısı yerinde olacaktır.
Hayata dair kimi zaman “toplum mühendisliği” kimi zaman da başka tanımlarla nitelenen Marksizm’in, haksız veya eksik değerlendirme sonucu büyük bir çoğunlukla ekonomik değerler ve değerlendirmeler üzerinden hareket ettiği düşünülür. Oysa gerçeklik böyle değildir. Bu konuda Engels’in bir yazısından alıntı yapmak yeterli olacaktır: “Materyalist tarih anlayışına göre, tarihte belirleyici etken, son tahlilde, maddi yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir. Ne Marx, ne de ben, hiçbir zaman daha fazlasını dile getirmedik. Eğer sonradan, biri çıkıp da, bunun anlamını, ekonomik etken tek belirleyicidir diyecek kadar zorlarsa, bu ifadeyi, boş, soyut ve saçma bir söz haline getirmiş olur.”
Süreci en net özetleyen tanım burada yer almaktadır: “Maddi yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir.” TC, yüz yıldır aynı politikayı yeniden üretmeye devam etmektedir. Bir isyanla karşılaştı mı, hemen baskı ve işbirlikçi yaratıp ve “vatan, bayrak, ezan” politikası yürürlüğe konulur. Ekonomik yapı bozulmaya mı yüz tuttu, hemen yaratılan iç ve dış düşman argümanı dillendirilmeye başlanır. Özünde düzenin birer sürdürücüsü olan politik sistem tıkanmaya mı başladı, hemen yeni aktörler öne sürülür. Böylelikle “maddi yaşam”ını ağır aksak da olsa devam ettirme refleksi gösterir.
Son günlerde neredeyse bıktırıcı bir şekilde gündemden düşmeyen döviz kurlarının hareketleri yanlış bir okumayla TC’nin batışı şeklinde değerlendiriliyor. Oysa sorun salt döviz kurları değildir, sadece döviz kurlarıyla bir ülke batmaz. Böyle olsa, bir iktidar değişikliğinin ardından uluslararası kapitalist sistemin açacağı kredilerle uzun vadeye dayalı ama yine kendini tekrar edecek olan ekonomik sıkıntılar giderilir, politik sahnede de, bolca verilen vaatlerin ardından kadife eldivenli yeni politikacılar arz-ı endam eyler ve tıkanıklık aşılırdı.
Oysa sorun başka yerdedir. Sorun devletin yapısının artık işlemez olduğudur. Bunu da neredeyse son 70 yıla damgasını vuran Türkiye ve Kurdîstan devrimcilerinin özellikle de daha çok son 50 yılda ağırlığını gösteren Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin mücadelesidir, bu mücadele sürekliliğiyle bir anlamda maddi yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir. Önceki isyanlar gibi kısa süreli savaşıp ardından acı dolu yenilgilerle sona ermek yerine, o çokça övündükleri NATO’nun ikinci büyük ordusunu, elindeki bütün teknolojik olanaklara rağmen gerilla karşısında dize getirerek, yaratılan ulusal bilinç ve mücadelede ısrarın, amacına ulaşarak ve halk desteğinin sahiplenmeye dönüşmesi yaratmıştır. İstatistiksel rakamlarla yazıyı boğmak yerine, anlaşılabilir bilgilerle devam edelim. Temelinde Kürdistan’daki savaşın oluşturduğu, ikincil olarak da gözü doymaz bir hırsızlıkla çalınan maddi değerlerin yarattığı ekonomik yıkım, kuruluşundan bu yana TC’ye en büyük maliyeti çıkarmıştır. Kapitalizmin genel yasalarının bile uygulanmadığı, yerine günü kurtarma hesaplarıyla yaratılan ekonomik kararların gerek dış gerekse iç kapitalistlere güven vermediği, bu nedenle de kendini yenileyemediği bir süreçtir bu. İktidar sahiplerinin sözleri ve eylemlerinin kendi maddi yaşamlarını yeniden üretemez durumda olduklarını göstermektedir.
Bir ülkenin ekonomik değerlerinin bozulması sadece geniş halk yığınlarına yoksulluk olarak geri dönmez. Bir toplumsallığı oluşturan ahlaki değerlerin çöküşü olarak da geri döner. Her ne kadar kuruluşundan itibaren genel anlamda kabul edilebilir bir ahlaki değer yargılarından bahsedilmese bile, yüzyıllarca oluşan değerlerin hızlı bir şekilde aşınmasının getirdiği çöküntü kısa veya orta vadede düzeltilebilir değildir. Nasıl olabilir ki zaten? Halkları soykırımdan geçirip, ölümlerin üzerine basarak maddi birikimlerine el koyarak yaşamanın nasıl ahlaki bir değeri olabilir, nasıl?
Çöküntünün farkına varıldığı için şimdi soldan ve sağdan hep beraber devletlerini kurtarmak için seferberlik ilan etmiş gibiler. Bizler açısından tehlikenin kaynaklandığı nokta, her iki tarafın da HDP’yi kendilerine yedeklemeye çalışma çabasıdır. Ancak başarılı olamadıklarını için iktidar, HDP’yi kapatma davasıyla, muhalefet de belirsiz vaatlerle yanına çekmeye çalışmaktadır. Bu durum bile onlar açısından bir körlüğü ifade etmektedir. Bunca yıldır savaştıkları Kürdistan Özgürlük Hareketi’nden bir şey anlamamış demektirler.
Politik zeminin altında biriken enerji, fay hatlarını zorluyor. Bu hatlar kırılacak hem de tarihte görülmediği, yaşanmadığı gibi kırılacak. Üzerinde yükseldikleri ne varsa, onlarla beraber yerle bir olacaklar. Yeni kurulacak yapı, herkesi kapsayacaksa, herkes kendine yaşanacak bir alan, alınacak bir nefes bulacaksa; bu, Kürtler olmadan olmayacak. Duyduğumuz sesler, yaşanan her şey fay hattının harekete geçtiğini gösteriyor. Kırılmasının yarattığı depremin etkileri, inanın, dünyanın her yerinden duyulacak…