Baş döndürücü bir hızda yaşanıyor içinde bulunduğumuz günler. Çok değil bir kaç yıl öncesine baktığımızda yıllar, durgun akan bir nehir gibi yaşanıyordu: sakin ve ağır. O durgun akan nehrin altında kabaran dalga şimdi yüzeye vurdu ve artık yıllar onca zaman yaşamadığı bir süreci şimdi yaşıyor. Tıpkı bir film karesinin hızlandırılması gibi, tıpkı acelesi olan ana gecikmenin telafisini sağlar gibi. Öyle hızlı bir zamana girdik ki, günler dakikaların hızına, yıllar da günlerin hızına eş değer bir şekilde geçiyor.
Dünya yeni bir değişime gebe. Ancak bu değişimi tetikleyen ülkeler neyin, nasıl olacağı konusunda yaptıkları planların istedikleri gibi işleyeceğinden pek emin değiller.Olmaları da mümkün değil, çünkü eşyanın tabiatına aykırı bir şey bu. Belirlenmiş bir plan dahilinde bir olaylar zincirini tetiklemekle, o olayların birey ve kitlelerin yaşamında nasıl bir hal alacağı çok farklı şeyler.
Bir anlamda yüzyıl öncesine benzer bir sürecin içine girdik diyebiliriz. Ülkelerin hazırlandığı yeni bir dünya savaşı, sınırların yeniden çizilecek olması ve bu iki gerçekliğin ardından kurulacak olan yeni toplumsal üst yapıların nasıl bir tanıma kavuşacağı gibi sorular: ne bu savaşlara hazırlanıp başlatacak olanların, ne de bu savaşların içinde hayatlarını kaybedecek, sürgünlere savrulacak ve uzun zamanlara sarkacak olan acıları yaşayacak olan toplumsal kitlelerin yanıtlayabileceği sorular değil. Yeni bir dünya, yeniden ama eski koşullarda kurulacak: kan ve gözyaşı eşliğinde. Ne teknolojik gelişmeler, ne de üretim ilişkilerinin üretkenliği hepsi savaş sanayisinin “biraz daha kar” sloganı eşliğinde çöpe atılacak. Kapitalizm var olduğu sürece yapısallığından kaynaklı her bunalım ve kriz dönemini savaşla atlatmaya çalışacak. Bir kez daha unutmamak gerekir ki kapitalizm, düşen kar oranlarını telafi etmek için sosyal faydaları ve çalışanların maaşlarını kısmak, toplumsal üretim eksikliklerini kapatmak için de askeri saldırganlığı geliştirip bir savaşla bu ekonomik-politik durumu zirveye çıkarmak zorundadır.
Türk devletinin İsrail ile İran arasında çıkması beklenen ve bu beklentiyi doğrulayacak olan koşulların giderek olgunlaşmaya başlamasının evresinde Kurdistan’a yönelik saldırı hazırlıklarını ve kendi savunmasını bir üst seviyeye çıkarmaya başlamasının ardından geriye dönüşün pek kolay olmayacağı bir sürece daha girildi. Bu savaşın içinde bir şekilde yer alacak ülkeler adım adım hazırlıklarını tamamlamaya, savaşa hazırlıksızyakalanmamaya çalışıyor. Öyle ki, Avrupa ülkelerinin bazıları da bu savaşın kendileri açısından Rusya’nın da dahil olacağı ve kendilerine yönelik bir tehdit yaratacağı hesabıyla hazırlanıyorlar. Henüz hazırlıklar bitmedi, çünkü bu savaş çıktığında genişleyecek ve zamana yayılacak. Sınırları ve iktidarları değiştireceği için direnenlerin direncinin kırılması kolay olmayacak.
Türk devleti yüzyıllık hesabının yarım kalmışlığını bu sefer kalıcı bir şekilde kapatmaya çalışıyor. Ermeniler ve Rumların soykırımının ardından yarım kalan Kürt soykırımını tamamlamaya çalışacak ancak Kürtler eski Kürtler değil. Eski isyanları bastırdıkları gibi Kürtleri birbirinden ve dünyadan soyutlayarak bu isyanı bastırmak ve Kürt soykırımını gerçekleştirmeyi başarmaları mümkün değil. Kurdistan Özgürlük Hareketi öncülüğünde başlayan isyan, tıpkı bir kalenin surlarını döven darbeler gibi süreklileşti ve dalga dalga yayıldı.
Suriye devleti bu haliyle kalamayacak. Savaş çıksın veya çıkmasın, Kürtler ve öncülük ettikleri özerk yönetim yıkılmayacak. Şam yönetimi ve arkasındaki güçlerden ağırlığa sahip olan Rusya da bunu biliyor. Belki biz Kürtler ödediğimiz bedellerden daha ağırını ödeyeceğiz ama topraklarımızın bir kısmı kurtarılmış olacak. Özerk yönetim tarafından yapılan açıklamada Şam yönetimiyle görüşmelerin sürdüğü ancak ilerleme kaydedilmediği açıklandı. Bu görüşmeleri zamana yayarak içini boşaltmayı bir çözüm olarak düşünen Şam rejimi elbette diğer yandan da Türk devletinin Rojava’ya yapacağı saldırıya da bel bağlamayı bir çözüm olarak görüyor olmalı ki, Türk devletinin ele geçirip işgal ettiği yerlere sesini çıkarmıyor. Çünkü o yerlerin Kurdistan olduğunu biliyor, tıpkı diğer yerler gibi.
Bu süreçte ABD tarafından yapılan açıklamalarda öne çıkan en belirgin sözler Kürtlerin iç çatışmalarına son vermeleri ancak bu durum bir “iç çatışma” tanımıyla geçiştirilemez. Türk devletinin bir parçası haline gelmiş, göbekten bağlanmış Güney Kurdistan, sömürgeciliğe karşı suskun ama bu sömürgeciliğe direnen Kurdistan Özgürlük Hareketi’ne karşı da olanca gücüyle karşı çıkıyor. Sömürgeci Türk devletine verilen topraklarda kurulan onca askeri üs, yapılan ticari anlaşmalar ve geleceğe yönelik yatırımlara baktığımızda nasıl bir “iç çatışma”dan söz edebiliriz?
Erdoğan’ın ABD’ye yapacagı ziyaret bir anlamda her şeyi daha da netleştirecektir. Ertelenen Kobane kumpas davası da bunu gösteriyor. Orada yürüteceği pazarlıklar sonucunda çok istediği ve kendisi için elzem olan Rojava özerk yönetiminin hakim olduğu bölgeleri de işgal edebilecek mi, bunu şimdilik bilemiyoruz. İzin almasa bile koşulları zorlayarak ferdi bir müdahalede bulunmaktan vazgeçmeyecektir.
Bu sene biz Kürtler için gerçek anlamda sömürgecilerimizle süregelen durumun artık netleşeceği bir sene olacaktır. Kuzey Kurdistan’da siyasi tutsakların göstermelik bırakılmaları, kazanılan belediye seçimlerinin sonuçlarına kısmen de olsa (ileriye bırakılarak) ses çıkarmamak ve Avrupa Birliği’nin yükselen itirazlarını yumuşatmak için atılacak adımlar geçici olacaktır.
Her koşulda Kürtlerin birliğinin sağlanması öne çıkıyor. Parçalı halde bu savaştan kazanarak çıkmamız mümkün değil, ancak Türk devletine neredeyse göbekten bağlanan Güney yönetimiyle bu zor görünüyor. Bu halimizle bir kaç sene sonra geriye kalacak olan yüzyıl önceki duruma geri dönmek olacaktır. Tek çözüm sömürgecilerle amasız, fakatsız bütün zincirleri söküp atmaktır. Gerisi abesle iştigal etmek olacaktır. Bütün savaşlardan sonra olduğu gibi yaşanması muhtemel bu savaştan sonra geriye kalacak olan, ne yaptığımız olacaktır. Çünkü bugün yaptıklarımız savaştan sonra kendi eserimiz olarak önümüze çıkacaktır.