Her toplumsallığın üst yapısı, altyapıya uygun bir şekilde belirlenir. Ahlaki, dinsel, felsefi ve hukuki olarak adlandırılan normlar o toplum hakkında bize nasıl ürettiği, düşündüğü ve yaşadığı konularında bilgi verir. Bir toplumun üstyapısı, o toplumun altyapısı tarafından belirlenir bu nedenle bir toplumu anlamak için bu iki kavrama bakmak, bize o toplumu anlatır.
Her toplumsallık bu iki kavramın üzerinde beliren bir iktidar olgusunun nesnel gerçekliğini taşır. Iktidar, o toplumun bağrından çıkan ilişkiler bağlamında, o ilişkileri taşıyan kişilerin anlayışlarıyla şekillenir. Ancak hayat akar, hep akar ve hep ileriye doğru akar. Tarih üretim ilişkileri bakımından kimi zaman daha ağır akar ve geriye doğru yaşanıyormuş gibi görünse bile değişim mutlaka gerçekleşir. Tarihte bazı zamanlarda sanki yüzyıllar boyunca gerilen bir yayın bir anda bırakılarak okun ileri fırlaması gibi ani bir sıçrama gerçekleşir. Bütün ilişkiler alt üst olur ve eski ilişkiler tam anlamıyla ölmeseler bile yeni ilişkiler yaratılır ve egemenliğini kurmaya başlar.
Tarihsel olarak elimize ulaşan belgelerden biliyoruzki, her toplumsal yapı iktidar olgusuyla beraber var olmuştur. Bir gerçeklik olarak kabul etmemiz gerekirki, iktidar denilen olgu: i̇nsanın insanlaşacağı, kendi kaderi hakkında kendi kararını vereceği, kısacası kendine, emeğine, doğaya ve dünyaya karşı yabancılaşmayı ortadan kaldıracağı güne kadar var olacaktır.
İktidar çokça kolaya kaçılarak anlaşıldığı gibi sadece görünen bir yöneticiler topluluğunun veya yöneticinin varlığından oluşmaz. Aileden itibaren başlayan bir gerçekliktir. Geniş bir toplumsal ortaklık ve kabul gerektirir. Kadının ilk toplumsallıktan itibaren geriye itilmesi ve erkeklerin iktidarı, hayatımızın her alanına sızmış bir sekilde belirleyici olmaktadır. Kutsal olarak kabul edilen kitapların dili, günlük sohbetler, kimi zaman hukuk kavramları, felsefi tanımlar vb… Genelde eril bir dille kendini ifade etmiştir. Bunların değişmesi bile çok uzun zamanlara yayılan bir mücadelenin koşuludur. Kadının bu duruma baş kaldırarak hayatı paylaşmak, karar süreçlerinde kendisi ve toplumsallık üzerinde söz sahibi olmak mücadelesi, bugün yeteri kadar görünür olmasa bile gelecekte mutlaka gerçekleşecek, o zaman yabancılaşmanın içinde yer alan engellerden biri olan iktidarlaşmanın bir ifadesini söküp atmış olacağız.
İktidarlaşma bir gerçekliktir. Toplumsal ilişkilerin günümüz aşaması başka bir yönetim şekline-şimdilik- olanak tanımamaktadır. Izlenecek yöntem, iktidarlaşmayı genel deyimle “devrimden sonraya bırakmak” değil, adım adım kaldırmak yönünde irade ve kararlılık göstermek olmalıdır.
Tarihten bugüne kadar bütün örneklerinde görüldüğü gibi iktidarı elinde bulunduran güç mutlaka iktidarın baş döndürücü etkisiyle zehirlenmiştir. İktidar nedir, ne değildir diye tanımlarsak biraz daha netlik elde edebiliriz. Halklar üzerinde faşist bir aracına hizmet eden yönetim olarak bulunuyorsa, vergi toplayıp, silahlı güc muhafaza ediyorsa, eğitim başta olmak üzere kanunlar çıkarıyorsa orada bir iktidar var demektir. Önemli olan iktidar kavramının içeriğinin nasıl doldurulduğudur. Faşist bir baskı aracı olarak kullanılırsa elbette hayatı yaşanmaz kılar ama iktidar, kendini şehirler, ilçeler, kasabalar ve köyler olarak dağıtırsa, yetki de yerelliğe dayanırsa, yaşayanlar kendi kararlarını ortaklaşa alırlarsa o zaman iktidar bir baskı aracı olmaktan çıkar ve günümüzde bilinen ve baskı unsuru olan anlamını yitirir. Rojava toplumsal sözleşmesi klasik anlamda bir iktidar anlayışı değildir, daha ileri düzeyde yerelliğin iktidarıdır. Merkezi yönetim iktidarının mevcut tarihsellik içeren çıkmazlığı yerele devredilen iktidar ile çözüm şansına kavuşmuştur. İncelendiğinde de görülecektirki sosyalizm anlayışı bunu gerektirmektedir.
Yüzyıldır tek iktidarın (askeri-bürokrat Kemalizmin) varlığıyla yönetilen Türk devleti, iktidarını parça parça kaybetti ancak bu kaybedişi fark edemedi. Tıpkı Kapitalizmin kendi mezarını kazacak olan proletaryayı bağrında yetiştirmesi gibi, Kemalizm de kendi mezarını kazacak olan çürümüş ilişkileri kendi bağrında yetiştirdi. Ne gerçekleştirdiği soykırımlarla yüzleşti ne de iktidarların hırsızlığıyla birleşmiş dünya gerçeklerinden kopuk yönetim anlayışıyla… Başkaldıran devrimci direnişlerin en kararlısı, en savaşçısı ve en geniş örgütlü halk desteğine sahip olan Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin mücadelesi iktidar olgusunun tek başınalığına “dur” diyerek kendi iktidarını dayattı. Bugün Türk devletinin sömürgesi altında bulunan kuzey Kurdîstan’da askeri ve bürokrasi dışında bir gücünün kalmaması bunun somut bir ifadesidir. Bu iki (askeri-bürokrasi) kavram iktidar kavramının tam karşılığını içermez. Çünkü iktidarı belirleyen gereklilikler değişmeye başlamıştır. Yasa gerekmeyen toplumsal ilişkileri belirleyen sömürgeci güç değil, kendi iktidarını dayatan güçtür. Altyapı ilişkileri değişmeye çok önceden başladı. Olgunlaşmak için gerekli ilişkilerin gelişmesinin ve eski ilişkileri çöpe atmaya başlamasının ardından süreç şimdi iktidarı dayatmaktadır.
Sınıfsal veya ulusal bir hareket mutlaka ama mutlaka iktidara yönelmek, iktidarı hedeflemek durumundadır. Böyle bir hedefi olmayan yapılar, mevcut iktidar tarafından yenilgiye uğratılarak kanlarında boğdurulurlar. Yeni ilişkiler elbette sadece askeri olarak kazanılan zaferle gerçekleşmezler. Bu ilişkileri uygulayacak yeni dönemin insan yapısı da olmazsa olmaz denilen koşullardandır.
Önümüzde duran ikili iktidar anlayışı yani sömürgeci devletler ve sömürge ulusun iktidar anlayışının çatışmasının çözümü, sömürge iktidarını kabul ederek ve bir parçası olarak değil, o iktidarı tamamıyla alaşağı ederek elde edilecektir. Hayatımızın her anını bir ateş çemberine çeviren sömürgecilik, kendimizi inkar etmemizin karşılığında en fazla nefes almak hakkını verecektir. Çünkü iktidarından vazgeçmeyecektir.
İkili iktidarlar uzun süreli olmaz, mutlaka birinden biri kaybedecektir. Çürümüş, geleceği olmayan sömürgeci bir devletin ve toplumsallığının iktidarına ortak olmak, onu ayağa kaldırıp emperyal hedeflerine ulaşmasına destek olmak yerine, onu yıkıp halkların iktidarının dayatılmasını sağlamak önümüzdeki tercih değil bir zorunluluktur. Bir mücadele iktidar merkezine yönelmiyorsa, mevcut iktidarı tehdit etmiyorsa ve yıkmaya çalışmıyorsa anlamsızdır. Bu nedenle iktidarı istemeliyiz, hemen istemeliyiz çünkü yarın çok geç olacaktır, bugün tam zamanıdır…