Ali Engin Yurtsever: ‘Kürt Entelektüeli’nin Yalnızlığı ‘Türk Aydını’nın Kalabalıklığı

Yazarlar

               Nupel.tv sitesinde de yayınlanan Müslüm Yücel’in “Türk Entelektüelleri” yazısı gündemi belirledi. Bu değerli yazı içeriği itibariyle haklı olarak bir tartışma başlattı. Aslında “tartışma”  demek pek de oturmayan bir tanım; çünkü yazının bakış açısına göre tartışmadan daha çok savunma ve saldırma ekseninde gelişen bir süreç belirgin oldu diyebiliriz. 

              Tartışmaya katılımcılardan Türk aydınları, haksız suçlamalarla dolu olan, devletçi değil de “entelektüel” bir çizgiye sahip olan isimlerin karalandığından bahisle, Kürt entelektüelleri ve okuyucuları ise yazıda ismi geçen veya geçmeyenlerin ise “Türklük sözleşmesi” bahsinden dem vurulduğu üzerinde yoğunlaştılar. Dolayısıyla yazının içeriği bir anlamda niteliksel olarak bulanıklaştı.

       Türk veya Türkiyeli kimliği ile Kemalizmle gerçek bir kopuş yaşayan, bunun bedelini de kimi zaman hayatı perişan edilerek, kimi zaman da canıyla ödeyen bütün devrimcileri ve vicdan sahiplerini ayrı tuttuğumu yazmak ve bu insanları saygıyla andığımı belirtmek isterim.

             “Entelektüel ve aydın” tanımını (her ne kadar üzerinde anlaşılacak ortak bir tanım olmasa bile) netleştirmeye çalışarak katkı sunmak isterim. “Aydın” denildiğinde görece eğitim görmüş, ileri düşünceli, toplumsal sorunlara kafa yoran ve çevresini bilgilendirmeye çalışan, resmi veya egemen ideolojinin çerçevesinin içinde (kabul etmese bile) yer alan, eleştirel baksa bile sınırları o çerçeveyle çizilmiş biri kabul edilir. “Entelektüel” ise bu vasıfların yanı sıra daha farklı ve cesur bir perspektiften yola çıkarak veya bilinçli bir tercihte bulunarak gerçeğin çarpıtılmasına itiraz eden, hiçbir egemen/ideolojinin içinde yer almayan, yaşananlara açıklık getiren ve sürecin netliğine dair oluşan kafa karışıklığını ortadan kaldırmaya yönelik fikir üreten ve “nereye gidildiğine” dair soru soran biri anlaşılır. Bir anlamda gidişatın bilinmeyen, görünmeyen yönünü bilince çıkarmaya çalışandır diyebiliriz. Bu yönüyle “aydın” tanımından (her ne kadar iç içe geçse bile) ayrılır.

      Türk aydınları genel anlamıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu itibariyle TKP, M. Suphi ve çevresini rehber edinerek yola çıktılar. TKP’nin SSCB ile kurduğu ilişkiler, gönderdiği raporlar 1970’lere kadar “sol” çevrelerin bir anlamda referansı olarak kabul gördü. Qoçgiri, Palu, Dersîm, Agirî ve diğer isyanlar “feodal gerici çevrelerin cumhuriyete karşı direnişi” olarak tanımlandı. Şex Seîd Efendi, Seyit Rıza, Alîşer ve diğer Kürt önderler “aydın, entelektüel” olarak görülmek bir yana hepsi “gerici ve feodal” unsurlar olarak görüldü. Çünkü tarihi; cumhuriyetin ideolojisinden öğrenmenin bireyleri götüreceği yer en fazla burasıydı. Tek itiraz noktaları “biraz demokrasiyle bezenmis yasalar olsaydı veya bizler de cumhuriyetin hedefleriyle aynı fikirdeyiz, görün bunu” demekten öteye gidemedi.

Ne de olsa Kurdistan Osmanlı’dan devralınan bir toprak parçası, Kürtler ise aydınlatılmaya muhtaç gerici bir kitleydi. Komintern kararları gereği her ülkedeki komünist partiler, o ülkenin iktidarının SSCB ile kurduğu ilişkilere göre mücadele hattı belirleyecek ve mücadele edecekti. M. Kemal iktidarı Kürtleri nasıl değerlendirdiyse “kızıl hat” öyle çizildi. Bu nedenle dönemin “solcuları” ancak birer “aydın” sıfatını hak ettiler!.. Çünkü kurulan cumhuriyetin kafa yorulması gereken sorunları vardı: Yeni bir tarih yazılacak, geri kalmış bölgeler aydınlatılacak ve “muasır medeniyet” düzeyine hep birlikte çıkılacaktı. Ancak kısa sürede görüldü ki Kemalizm bu “aydın” kitlesini bile kaldıracak düzeyde değildi. N. Hikmet’in 18 Ağustos 1938 tarihli M. Kemal’e yazdığı mektuptan alıntı yaparsam:” … Türk inkılabına ve senin başına and içerim ki suçsuzum, bağışla beni”… veya “Kurtuluş Savaşı/Kuvayımilliye Destanı” devrimci çizginin neresine uygun düşüyor? M. Kemal’e minnetle yazdığı mektuba karşılık, benzer bir mektup alan ve Kemalizme güvenerek çalışma yürütmek isteyen ama öldürülen M. Suphi’nin çizgisi komünist olmaktan çok “aydın” sıfatını taşımıyor mu? S. S. Aydemir komünist çizgiden Kemalist çizgiye savrulup “Tek Adam, Ikinci Adam” ve diğer kitapları yazdığında hangi sıfatla anılmalıdır? 1925 İstiklal Mahkemeleri sanıldığı gibi sadece Kürt isyanlarını cezalandırmak amacını gütmüyordu, Kemalizme karşı çıkanları hizaya getirmeyi de hedefliyordu. Başarılı oldu çünkü sonuç olarak “aydın, ilerici ve entelektüellerin çoğunluğu “uygun adım marş” diyerek o başarıyı tasdik etti. (M. Yücel yazısında isimlerin büyük bir bölümünün maharetini! andığı için tekrara gerek duymadım.) Türk aydınları bütün tarihleri boyunca Kemalist ideolojinin etkisiyle büyüdüler.

Kemalizmi ilerici, devrimci bir hareket olarak değerlendirdiler. Jakobenist bir tavır benimsendi bu kadar basit. Canını kurtarmak adına entelektüel olmak bir yana, aydın bile olunamadı. Devletin parmağı nereyi gösterirse “hakikat” orası oldu. Kürtlerin aydını veya entelektüeli bu nedenle kabul görmedi, görmeyecek de. Kemalizmin egemenliğini sürdürdüğü günümüzde Kürtlerin esamisi hiç okunabilir mi? Dünya çapında değer görecek kalemler Kürt oldukları için üzerleri silinip geçildi. Örneğin sayın Öcalan’ın fikirlerine katılmak zorunda değil hiç kimse ama yazılan ve toplumsal yaşama dair bir önerme sunan kitapları hakkında kaç tane değerlendirme yazısı kaleme alındı, kaç panel, kaç toplantı düzenlendi? Öcalan’ın önderlik ettiği hareket son yarım yüzyıla damga vurup cumhuriyetin kuruluşundan beri devam eden Kürt sorununun gündemi belirlemesine önderlik etmedi mi? Bir “aydın” olarak eksiği/fazlası, doğrusu/yanlışı ile konuşmaları gerekmiyor muydu? Bu konuda onlarca etkinlik düzenlendi ama hepimiz biliyoruz ki emek gücü Kürtlere aitti.

     Kürtler kısmen zulümden başlarını kaldıramadıkları için, kısmen de Fanon’u doğrulamak istercesine kendi aydın ve entelektüellerine değer biçmediler. Kemalist “aydın” kalemler daha bir değere sahip oldular. Kendi tarihlerini, gerçekliklerini ve kurtuluşa giden mücadele yöntemlerini onlardan öğrenmeyi benimsediler. M. Yücel’in yazısından hareketle koparılan kıyamete bakarak net bir şekilde yazabiliriz ki, “aydın” olarak bile kabul edilmesi zor olan bir kitle bu. Çünkü kendi toplumsal sorunlarına bile eğilmekte zorlanan bir gerçeklik var. Yeri gelmişken binlerce insan özellikle 1970’li yıllardan beri devrimci mücadeleye katıldı ve bedelini ödedi ve biliniyor ki o bedeli ödeyenlerin çoğunluğu Kurdistanlıydı. Onları mücadeleye çağıran programların çoğunluğu Kemalizmin kimi zaman açık, kimi zaman da kapalı izlerini taşıyordu.      

      M. Yücel’e saldırının temel nedeni bir uçurum olan ama hep köprü ile birbirine bağlanmış kabul edilen bu sahte bağı M. Yücel’in çıkarıp atması oldu. Çünkü Kürt mücadelesinin üzerinden elde ettikleri kazanımların kendilerinin payının olmadığı bir olguyu karanlıktan aydınlığa çıkaran bir yazıydı. Gökyüzünden yeryüzüne indirilmeyen N. Hikmet haziran/temmuz 1929 tarihinde “Putları yıkıyoruz” çalışmasıyla yerleşik “aydın anlayışını” eleştiren bir yazı dizisi kaleme almıştı. Anlaşılan o ki, bir Türk aydınının “Putları yıkmasını” alkışlarla karşılayanlar, bir Kürt entelektüelinin “Türk Putlarını yıkmasını” top atışlarıyla karşıladılar. 

     Defalarca dile getirildi, kaleme alındı. Duygu, düşünce, kültürel yaşam, değer tanımları tepeden tırnağa ayrı olan iki ulustur; Kürtler ve Türkler. Uzlaşmaz bir çelişkinin hükmünü ancak ayrılarak, kendi ayakları üzerinde durmak suretiyle kaldırabilirler. Bu aşamaya gelindiğinde her iki toplum özgür iradeleriyle nasıl yaşayacaklarının kararını verebilir, bu aşamadan önce değil. Biz Kürtler yüzlerce Türk aydını, edebiyat yazarı, gazeteci vb ismini sayabiliriz, peki ya Türkler?… Bu örnek bile gerçekliğin başka bir açıklamasıdır.

Bir anekdota göre bir araya gelen 50 bilim insanı Einstein’in izafiyet teorisine karşı bir bildiri yayınlarlar. Bunu duyan Einstein’in tavrı:” haklı olsalardı, bir kişi bile yeterdi” demek olmuştur. M. Yücel’e karşı bu kadar haksız olmasalardı, bir kişinin bir açıklama yapması bile yeterli olurdu, ama haklı değiller. Bu nedenle bir orkestra halinde saldırmayı güvenlikli olarak görüyorlar. 

    Bir Kürt entelektüeli yalnız olarak bir tartışma başlatmak istedi. Türk aydınları! ise hakaret edip hedef göstererek bir anlamda pusu kurdular. 

    Yazıyı K. Marx’la bitirmek isterim:” Eleştirilerimiz ne kendi sonuçlarından, ne de var olan güçlerle düşeceği çelişkiden korkar.” Komünist, aydın, entelektüel, demokrat veya vicdan sahibi olmak bunu gerektirir çünkü.

    

İlginizi Çekebilir

Behice Feride Demir: Çîrokên Zarokan û Dilşa
Analiz: Harris taktikleri Trump karşısında işe yarayacak mı?

Öne Çıkanlar