Tarihin her döneminde adalet, özgürlük ve insanca yaşamak adına mücadele edenler oldu. İnsanın insan, doğa ve hayatla ilişkisinin gerçek niteliği sağlanana kadar mücadeleye devam edilecektir. Bir araya gelen toplumsal yığınlar, öncüleri kıyımdan geçirilse, tek kişi kalsalar bile direniş bayrağını elden bırakmamıştır. Öyleki, uğrunda mücadele ettikleri talepler adına uğradıkları katliamlar bir ölü toprağı şeklinde üstlerine serpilse bile, aradan zaman geçince yeni direnişçiler tarafından mücadeleye devam edilmiştir. Bu uğurda toprağa düşenlerin, bedenlerinden parça verenlerin, hayatları darmadağın edilenlerin taleplerinin karşılanacağı güne kadar “ sürüyor o kavga, sürecek”.*
Başlangıcı yüzyıllara dayanan, Kurdîstan halkının yürüttüğü mücadele geçmiş dönemlerde ne kadar da destansı bir direnişe sahip olsa bile, sömürgeciler tarafından her seferinde ağır bir şiddetle bastırıldı. Kurdîstan boydan boya kana bulandı, ekin biçer gibi nice insanlarımızı biçtiler. Ancak son elli yıldır yürütülen isyan dünya tarihinin halk isyanları bölümünün yeniden yazılmasını önümüze koydu. Sömürgecilerin “ağababası” kabul edilen Türk devleti, isyanı bastırmak için insanlık suçu adına ne varsa işlemesine ve benzeri az bulunan bir şiddet uygulamasına rağmen Kurdîstan Özgürlük Hareketi öncülüğünde gelişen bu isyanı bastıramadı, bastıramayacak da. Sahip olduğumuz ısrar, inat ve kavga ne olursa olsun, herkesin bildiği bir romanın son satırını yazacak: sömürgeciliğin ayak izlerine kadar sömürgeleştirilen topraklardan kovulduğunuokuyacağız.
Bir isyan her ülkenin toplumsal koşullarına göre gelişir ve devam eder. İsyanın zafere veya yenilgiye dönüşmesi sadece askeri nedenlere bağlı olarak gelişmez. Yürütülen isyanın gerekçeleri, tarafların dayandıkları taban gücü ve süreklilik gibi faktörlerle belirleyicilikte öne çıkarlar. Kürt isyanı iç ve dış dinamikleri nedeniyle uzun zamana yayılan bir isyandır. Bu nedenle Kurdîstan Özgürlük Hareketi tarafından “uzun süreli halk savaşı” olarak adlandırılmıştır. Kürt halkı büyük bir kitlesiyle her dönem isyanın içinde yer almıştır. Gencecik çocuklarından, yaş almış insanlarına kadar bedelini ödemiştir.
Savaş süresince Kurdîstan Özgürlük Hareketi tarafından zaman zaman ilan edilen tek taraflı ateşkes süreçleri sömürgeci Türk devleti tarafından kabul görmemiş, zımni olarak uydukları dönemlerde de savaşı daha da büyütmek için hazırlık dönemi olarak görmüşlerdir.
Kendi açılarından politik olarak değişmeyen bir çizgide olduklarını görmek gerekir. Çünkü devletlerinin kuruluş gerekçelerinden biri de Kürtlerin asimilasyonu ve imhası üzerinedir. Bu nedenle ne ateşkes ne de “çözüm süreci” dönemlerinde asla ama asla barış üzerinden gelişecek bir ortak, eşit ve haklara saygı duyulacak politika değişikliğini gerçekleştirmeyeceklerdir. Böyle bir politika değişikliğinin getireceği ekonomik politik sorunları karşılamayı göze almışlardır. gerekirse devletlerini ekonomik olarak uçuruma yuvarlarlar ama barışa yanaşmayacaklardır, olası bir çözüm diye düşünecekleri bir politik adımları olacaksa, daha öncekiler gibi sadece yeniden saldırmanın hazırlık dönemi olarak görmekten başka bir şey düşünmeyeceklerdir. Diğer bir neden toplumsal tabanın baskısı olarak öne çıkmaktadır. Örneğin Vietnam savaşına dahil olan ABD’de savaşa karşı gelişen toplumsal baskı daha fazla göğüslenemez noktasına geldiğinde ABD savaştan çekilmiştir. Elbette direnişçilerin destansı bir şekilde yürüttükleri mücadeleyi de unutmadan yazıyorum.
Oysa Türk toplumsal yapısı damarlarına enjekte edilen ITC ve uzantısı Kemalizm zehrinin etkisiyle sadece Kürtleri değil, kendilerinden başka herkesin yok edilmesini aç bir kurdun kana susamış haline benzer bir şekilde istemektedirler. Savaşta kaybettikleri insanlarının cennette peygamberlerinin ordusunda olduğunu düşünerek huşu içinde yaşamaya devam etmektedirler. Savaş askeri alanda görülen zafer veya yenilgiden daha çok toplumların içindeki değerlendirilmesiyle de kazanılır.
Kürt ve Türk halkları toplumsal yapılarıyla da ayrılmışlardır. Bir arada yaşama olasılığı, belki uzun yıllara dayanacak olan eğitim, hoşgörü ve karşılıklı eşit haklar geliştikçe olabilir ancak gelinen noktada böyle bir olasılık yoktur. Kederlerimiz ve sevinçlerimiz ayrıldı, bizi bir arada tutacak olan nedir? İçi boş vaatler mi, gerçekleşmeyecek umutlar mı?
Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin kazandığı zaferleri sahiplenme etkinlikleri geniş kitleler tarafından kabul görmekte, katılımlar onbinlerce sayıya ulaşmaktadır. Bunun dışında gelişen ve siyasal anlamda dile getirilen “barış, ortak yaşama” gibi talepler fazlaca sahiplenilmemekte, suskunlukla karşılanmaktadır. Bu doğallığında gelişen bir tavırdır. Başka türlü nasıl olabilirdi ki? Bedel ödemeyen bir ev kalmadı, neredeyse her Kürt bireyinin bağının bulunduğu, aile kabul ettiği biri ya öldürüldü, ya işkencelerle zindanlara atıldı, ya sürgünlere mahkum edildi. İçimizde biriken öfke ve kin bunların hesabının sorulmasını istiyor
. Ertelenmiş umutların değil, adalet isteğinin gerçekleşmesini istiyor. Bu nedenle Zap direnişi ve kazanılan askeri zaferler coşkuya dönüşüyor. Türk devletinin her zulmü, bizde, hesabın daha ağır sorulması talebini canlı tutuyor. Bu nedenle Kurdîstan Özgürlük Hareketi sahipleniliyor. Çünkü birikmiş acılarımız ve öfkelerimiz var. Göğüs kafesimizi zorlayan kinimiz olduğu için kitleler “tolhildan” diye ciğerlerini koparırcasına haykırıyor.
Kürt halkının taleplerinin sahte ve sonu aldatmayla bitecek çözümlere değil, hesabının sorulacağı çözümlere ihtiyacı var. Sorunlarımızın kaynağı Türk devleti ve kuruluş ilkeleridir, AKP-MHP faşizmi değil. Şimdiki iktidar değişince, Kürtlere karşı uygulanan politika değişecek mi, buna inanan bir Kürt var mı?
Mücadelenin öncüleri elbette askeri ve politik olarak halk kitlelelerinden ileridedirler. Yoksa zaten farklı bir süreçte olurduk. Politik-askeri adımları bu nedenle sahiplenilmektedir.
Dünya tarihinde sömürgeciyle sömürge arasında imzalanan barış anlaşmaları ancak bir tarafın zaferinden, diğer tarafın da yenilgisinden sonra ortaya çıkmıştır. Böyle olmasaydı zaten savaşmaya dair gerekçe de olmazdı. Halkın coşkuyla katıldığı eylemliliklerin ve tarihin önümüze koyduğu zorunluluğun kavranması kurtuluşun diğer adıdır.
*Adnan Yücel’in şiiri.