Ali Engin Yurtsever: Seferberlikten Savaşa 

Yazarlar

      Gündemde hak ettiği önemi bulamayan bir siyasi-askeri gelişme daha yaşandı. Erdoğan seferberlik ve savaş kararını da diğer birçok karar gibi kendi tekeline aldı. Böylelikle “tek adam” diye kitlelere anlatılan ama gerçekte “diktatör” tanımıyla karşılığını bulan ünvanını hak ettiğini gösterdi. Elbette bu durum sadece bir i̇nsanın politik bir adımı olarak değerlendirilemez. Geçmiş örneklere baktığımızda bu durumu kısmen kişisel bir hamle olarak değerlendirebiliriz. Örneğin Hitler en başından itibaren iktidarını paylaşmadan (dengeleri de gözeterek) bir çok karar almış ve uygulamıştır, hatta kendisine savaşın erken başlatıldığını veya işgal kararlarının bazılarının henüz yanlış olduğunu söyleyen generallerine “siz generaller herşeyi anlayamazsınız” diyerek onları bir çizgide tutmuştur. Oysa Erdoğan böyle bir özlemi taşıdığı halde iktidarını paylaşmaya zorunlu ve aynı zamanda uluslararası güçleri de dikkate almak zorunda. Dolayısıyla aldığı bu kararın bir konsensüs içerdiğini bilmek gerekir.

      Ortadoğu’nun ortasına bırakılan pimi çekilmiş el bombasının patlamasını beklerken bu kararın da sadece Erdoğan iktidarının bir kararı değil, Türk devletinin bir kararı olduğunu ve arkasında görünmese bile hem siyasal güçlerin, hem de toplumsal desteğinin varlığını koruduğunu yok sayamayız. Erdoğan’dan sonrasına yapılan siyasal sürecin hazırlığı bu yetkinin pratiğe dökülmesi halinde ilk desteğinin CHP’den geleceğini yazmak sürpriz olmaz. Bu yetki devrine gelmeden önce gerek AKP kalemşörleri, gerekse umut besleyenlerin dile getirdiği “yumuşama” masalı hakkında da yorum yapmak gerekiyor.

      Geleneksel olarak Türk devleti seçim dönemlerinde veya politik-askeri olarak sıkıştığı dönemlerde üzerine her türlü baskıyı uyguladığı toplumsal kesimlere bir mavi boncuk dağıtmakta üstün bir yetenek sahibidir. Bu anlaşılabilir bir politik uygulamadır. Anlaşılamayan kısım ise: öldürülen, zindanlara atılan, sürgünlere gönderilen veya ekonomik yoksulluğa mahkum edilenlerden bir bölümünün buna inanıyor olmasıdır. Belki uzun süreli mücadeleden kaynaklı yorgunluk, umutsuzluk veya çaresizliğin yarattığı ‘geçici de olsa bir nefes alalım’ duygu ve düşüncesinin yarattığı inanış, belki de genel bir kabulleniş söz konusu olabilir. Bu tavrı bilen devlet buna uygun adımı hemen atmakta çekinmiyor. Geçmiş isyanlardan bugüne kadar söylenen nedir?: “Bu sorunu kendi aramızda çözelim, bazı uygulamalar elbette yanlış, pişman olun ve dile getirin, yakında büyük değişiklikler olacak vs. vs.” Bu söylemlerin içeriğine ilişkin de bir kaç yasa düzenlemesi yapılır ama bunlar yapılırken yerine daha da ağır ceza maddeleri konulur.

Ancak ikisinin arasında geçen süreç nedense her iki tarafın da üzerinde anlaştığı bir süreçtir. Şimdi de “O. Kavala” üzerinden geliştirilen süreç benzer bir şekilde işlemektedir. Kısacası önümüzdeki dönemde çıkarılacağı dillendirilen “yumuşama maddelerinin” altında devletin demokratikleşme düşüncesi değil, süreci geçiştirme düşüncesi yatmaktadır. Görüldüğü kadarıyla devlet Erdoğan’a son kalan işlerini de yaptırıp, sonra yumuşama adı altında CHP’ye yeni dönem rolünü verecektir. Ancak öyle suça bulaşmadan bir iktidara talip olmak kolay değil. Bu dönem girilecek savaşa suç ortaklığı yapmadan iktidara gelinmez. Ne de olsa “Misak-i Milli” rüyası henüz sürüyor. Gerçekleştirilmesi için fırsat kollanıyor. Türk devleti mevcut siyasal düzeni ve toplumsal yapısıyla demokratikleşemez. Bu, kuruluş anlayışına ters. Kökleşmiş bir devlet anlayışı Kemalizm düşüncesi altında kendisiyle bütünleşen sağ, sol, islami veya hangi düşünce olursa olsun dokusu değiştiği için kabul eder. Her türlü karşı çıkışı da zalimce yok eder. Hemen olmasa bile zamana yayarak, içeriğini boşaltarak yok etmeye çalışır. Bu nedenle Kemalizme ya karşı çıkılır, ya da kabul edilir.

          İran’da Reisi’nin ve yanındaki yöneticilerin ölümüyle sonuçlanan ve kaza olduğu söylenen yönetici tasfiyesinin gerçeğini bilmek kolay değil. Bir suikast mi, yoksa kaza mı olduğu tıpkı Kennedy veya Özal tasfiyesine benzer bir durumdur. Böyle durumlar açıklığa kavuşmaz, devlet veya devletler arası sır olarak kalır.

    Seferberlik ve savaş ilanına ait yasanın rutin bir değişiklik içerdiği düşüncesinin saflığı bir yana, devletin artık koşar adım Kurdistan savaşını resmiyete dökeceğine hazırlık yapmak gerekir. Muhtemelen savaşın başlangıcında “yumuşama sevdalıları için” bir iki mavi boncuk dağıtılıp, itirazlar susturulacak böylelikle de savaşın toplumsal meşruiyeti sağlanacaktır. Karşımızda bulunan seçeneklerden birisi mevcut Irak devlet yapısının birbirinden koparak her yönetimin kendi kaderini çizmesi, KDP yönetiminin de Türk devletine ilhak etmesidir. Geçmişte örnekleri bulunuyor. Bir yönetimin başka bir devleti yardıma çağırması gibi. Barzani yönetiminin Irak yönetimi ile ipleri koparması noktasında gerek ekonomik, gerekse “teröre karşı ortak mücadele” etmek amacıyla Türk devletini çağırması ve işgalin resmileşmesi gerçekleşebilir bir ihtimal olarak duruyor. “Sekiz füze attırıp” gerekçe oluşturarak Kurdistan’ı işgali ve bunun da Kurdistan özgürlük hareketini hedefe koyarak ilerlemesi karşısında Kürt halkının parçalı duruşundan kaynaklı sömürgeci işgalin kırılması zamana yayılacaktır. Çünkü direniş içerdeki iş birlikçilere karşı da bir savunma sergilemek zorunda kalacaktır.

     Türk halkının bu işgali onaylayacağına şüphe yok. Devrimci muhalefet dışında hiçbir karşı çıkış olmayacaktır. Bugüne kadar ne olduysa bugünden sonra da o olacaktır. Hitler de böyle başlamıştı. Arkasına aldığı sessiz çoğunluğun ve baskıyla susturdugu muhalefetin güçsüzlüğünden yararlanmıştı, sonunda geriye yıkılmış bir Almanya kalmıştı. Ancak uluslararası destek sayesinde toparlanabildi çünkü kapitalizmin kalelerinden biriydi. Ancak Türk devleti olsa olsa kumdan kale olarak yıkılıp gidecektir.

İlginizi Çekebilir

Kayıplar Haftası : ‘Dargeçit Katliamı’ belgeseli gösterildi
Emîne Şenyaşar beşdarî Çalakîya Dayikên Şemîyê dibe

Öne Çıkanlar