Ali Engin Yurtsever: Siyasi Belirsizliğin Devamı 

Yazarlar

              Sosyal ve siyasal değişimler biriken toplumsal ilişkilerin etkisiyle oluşurlar. Bu toplumsal ilişkiler aynı şekilde kalmadıkları için o toplumun siyasal yapısını da değiştirirler. Bu değişimler siyasal ilişkilerin yanı sıra sosyal ilişkilerin değişimini de ruhuna uygun bir alt ve üstyapı zinciri içinde gerçekleştirirler. Değişime direnilmesi doğaldır. Çünkü bulundukları konumu ve imtiyazları kaybetmek istemeyenler ürettikleri gerekçelerle açık veya gizli bir savaş ilan ederler. Direniş daha da boyutlanarak devam eder. Yeniliği dayatan ve gerekli mücadeleyi verenler sadece açık düşmana değil, bir yandan da kendi içinde yer alan statükocu, alkışçılara karşı da mücadele ederler. Çünkü gerek siyasi, gerekse ticari gelir elde edenler kendilerini merkeze koyarak ve yüksek perdeden konuşarak aykırı sesleri bastırma refleksiyle hareket ederler. Görünürde “ilkeleri ve yapıyı korumak” adına olan bu tavır aslında sadece kendilerini korumaktır.

Bulundukları andaki gücün geçici olduğunu idrak etmekten uzaktırlar. Bugün baktığımızda iktidar cenahı ve çevresi tam da buna benzer bir şekilde direnmektedir. Her gelişim, sosyal ve siyasal değişim kendilerini korkutmakta, tek amaç olarak iktidarlarlarını korumaktan öteye adım atamamaktadırlar. Bu muhalefet açısından da böyledir. Kendisini “ana muhalefet” olarak tanımlayan parti ağır bir yoksulluğun ve baskı rejiminin pençesinde kıvranan toplumsal yapılara yönelik var olan koşulların değişimini sağlayacak siyasi bir adım atamamaktadır. Kuruluşundan itibaren iktidar ve muhalefet ayrımı gözetmeden hepsini benzeştiren devlet yapısı doğal olarak böyle bir muhalefetin varlığından rahatsız değildir. Ancak Erdoğan iktidarı yapısı gereği bu muhalefete bile tahammül edememekte çokça dile getirdiği “yerli ve milli muhalefet” tanımına uygun bir politika yürütmektedir. 

          Geçen sene ekim ayında görünür kılınan ve kabul edilmese bile “süreç” tanımına karşılık gelen siyasal gelişmelerin geldiği nokta başladığı yer ile hemen hemen aynı duruyor. Sayın Öcalan öncülüğünde yapılan çağrı şimdilik karşılıksız bir yerde duruyor. Medyaya yansıyan “görüşmeler” sürüyor haberlerinin olası sonuçları bizi gerçeğe ulaştıracaktır. Bir hafıza tazelemesi yapmak gerekirse; Türk devleti “terörsüz Türkiye” diye içini tam anlamıyla doldurmayıp adeta bir slogan düzeyine indirdikleri söylemden öteye adım atmamıştır. 2014 yılında MGK kararıyla uygulamaya konulan “Çöktürme Planı” veya “Türk Tipi Sri Lanka” planı başarısızlıkla sonuçlandığı için yeni bir politikayı yürürlüğe koydular ancak ne istedikleri yönündeki belirsizlik sürüyor. Gerçek anlamda bir çözüm mü, yoksa eskinin devamı mı? Niyet okumak olmadan olaylara baktığımızda değişen bir şeyin olmadığını görüyoruz. Kurdistan özgürlük hareketi tarafından yapılan açıklamalar kendilerinin sürecin dışında olduğu ve devletin bir adım atmadığı yönündedir. Bu uyarıların da kendi yankısında karşılık bulduğunu görüyoruz. Haziran ayında her şeyin biteceği şeklindeki açıklamaları esas alırsak daha hasta tutsakların tahliyesi bile sağlanmadı, sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğü ve çalışma koşulları netleşmedi. Bunların yanına faşizm koşullarını da eklersek geriye sayın Öcalan’ın bir çözüm bulmak ve gidilen yönün felaket olduğunu göstermek gerçeği dışında devletin yine eskisi gibi zaman oynadığı gerçeği elimizde bulunuyor. 

    Bu sürecin görünmeyen ana sorunlarından biri olma özelliğini taşıyan Erdoğan ve Bahçeli’nin i̇deolojik anlayışa dayalı yapılarıdır. Bu iktidarın işlediği suçların yargılanmaması düşünülemez. Kürtlere karşı girişilen sayısız cinayetler, Kurdistan’ın neredeyse her parçasında bulunan ayak izlerinin karanlığı, soyulan talan edilen bir ekonomik yapı ve tamamen kendisini korumaya yönelik bir iktidar anlayışı Kürt sorununu çözmeyi amaç edinir mi? Temel soru bu değil midir? Demokratik ve hukuk çerçevesinde oluşan bir devlet yapısının bu eylemlerin hesabını sormaması mümkün müdür? Öyleyse Erdoğan ve Bahçeli kendi sonlarını hazırlayacak bir adımı atabilirler mi veya niye atsınlar? Çok açıktır ki demokratik, insan haklarına saygılı, hukuki zemin üzerinde yükselen bir anlayış faşizme kolay kolay geçit vermez.

Öte yandan MHP geçmişiyle bilinen bir noktadayken Erdoğan’ın sonunu hazırlayacak bir politik adımı atarken, bu ikilinin aralarından bir sorun çıkmaması düşünülebilir mi? Henüz dile getirilmeyen iki olası politik adım bulunuyor. Birincisi Erdoğan’ın böyle devam ederek kendisinden hesap sorulmasının engellenmesi hayali, diğeri ise Bahçeli’nin Erdoğan ile köprüleri atarak diğer partilerle anlaşıp erken seçime gitmesi ve olası bir CHP-MHP koalisyonu oluşturarak (mümkünse diğer partileri de içine alarak) parlamenter sisteme geri dönmesi. “Olmaz” denilenleri “oldurulmasıdır” politika. 

          Bir belirsizlik olduğu için toplumsal yapılarda tam anlamıyla karşılık bulamıyor. Her an yaşanması muhtemel bir kırılganlığın telafisi adeta mümkün olmayacak. Ancak bunu giderecek adımlar da devlet tarafından atılmıyor. Sanki sorumluluklarını yerine getirmiş gibi “teslim olun” gibi bir onursuzluğu dayatıp hayata geçirmeye çalışıyorlar. Bir geri dönüş olduğunda da ellerinde hazır bir gerekçe olsun istiyorlar. 

        Dünya kurulalı her su kendi yatağında akmıştır. Kurdistan halklarının nehri de özgürlüğe, eşitliğe ve adalete doğru kendi yatağında akmaya devam ediyor. Barajları yıkıp geçerek denizle buluşması yakındır.

İlginizi Çekebilir

Azad Barış: 19 Mart operasyonunda neden hedefe konuldum?
Bakırhan: Çağrı bir başlangıçtı, sürecin henüz başındayız

Öne Çıkanlar