Ali Engin Yurtsever: Suriye’de Yaşananlar ve Geleceğimiz

Yazarlar

           Gündem hızla değişiyor. Bir gelişme henüz yorumlanmadan güncelliğini başka bir gelişmeye bırakıyor ve bizler bazen gündem belirleyici olmak yerine gündemin peşinden  sürüklenen bir konuma düşüyoruz. Sonuçta da başkaları hüküm sahibi oluyor. Bu nedenle, ne olmuştu, ne oluyor ve ne olabilir sorularının takipçisi olmak gerekir. Ancak bu soruların cevabını ararken de yöntem olarak neyi belirlememiz gerekiyor? Temel amaç bu olmalı. Yoksa herkes durduğu yerden ve duymak istediği sözlerden yola çıkıyor. Kendi kitlesini tatmin etmek dışında bir şeye hizmet etmeyen bu yöntem kısa süre sonra, o kitle tarafından bile terk ediliyor. 

          Suriye’de yaşananlar şimdilik gündemin ana maddesi ama unutmayalım; önümüzde Irak, İran ve Türkiye bulunuyor. Savaş Suriye’ye girdi, burada bir süre kalacak ve yoluna devam edecektir. Ortadoğu’da ülkeleri etkileyen savaşın durulmasına daha çok var. Suriye savaşın bir aşamasını geride bıraktı. Asıl sorun bundan sonra başlayacak. Farklı etnik milliyetler ve inançlardan oluşan bu coğrafyanın HTŞ gibi islami bir kaynaktan gelen ve bir anlamda İran’ın 1979 modelini örnek alarak ağırdan ilerleyen bir anlayışın dayatmak istediği “tek Suriye” anlayışı doğmadan ölmeye mahkumdur. Bunun tek karşılığı uzun süreli bir iç savaş ve sonunda bölgelere ayrılmış ve önce tek bir idari yapı, sonra da belki de bağımsızlığa giden ayrı yönetimler olacaktır. Bu süreci önlemek adına QSD genel komutanı M. Abdi tarafından yapılan, milliyetleri ve kimlikleri kabul eden kapsayıcı bir anayasanın altında ortak bir yönetim anlayışının devreye girmesi en kabul edilebilir ve uygulanabilir bir çözüm olarak duruyor. Ancak gerek Türk devletinin ve idaresi altında bulunan çete örgütlerinin, gerek HTŞ yapılanmasının kısmen Türk devleti ve başka etkenlerin baskılanmasıyla bu öneri yürürlüğe girmeyebilir. 

      ABD üst üste yaptığı açıklamalar ve görüşme yoluyla yoğun bir baskı uyguladığı Türk devleti, ne ölçüde taraflarca kabul edilebilir bir çizgiye gelecek henüz net değil. Emevi Camii gösterisi ile “bu zafer bizim” nidalarına bakacak olursak, Suriye’de şimdilik ele geçirdiği üstünlüğü bir kazanca çevirmek için elindeki bütün kozları oynayacaktır. Pratikte tek istediği özerk yönetimin lağvedilmesi, Kürtlerin tüm kazanımlarının ellerinden alınması ve 911 km’lik hat boyunca her yeri kendi kontrolü altına alabilmektir. Güncellenmiş Misak-i Milli dedikleri yüzyıllık hayalleri hayata geçirip hem toprak genişletmek, hem de seneye yapılacak bir erken seçime büyük bir avantajla girebilmektir.

      Şaşırtıcı bir gelişme olarak bakıyoruz: Esad’ın direnmeden iktidarını terk etmesine ve Türk devletinin uluslararası bütün yasa ve gelenekleri çiğneyerek başka bir ülkeyi işgal etmesine karşılık hiçbir tepkinin gelmemesine. Oysa böyle gelişmesi hayatın olağan akışına uygun, başka türlüsü olamazdı zaten. 7 Ekimle başlayan bu sürecin son noktasının Iran olacağı, o zamana kadar da bu gelişmelerin yaşanacağı belliydi. Türk devleti bu senaryoda kendisini başrol oyuncusu sanıyor olabilir ama Suriye’de taşlar yerine oturunca yeteneksiz bir figüran olarak kapı önüne konulduğunda ne olduğunu anlayacaktır. Elbette şimdiki halini bulamayacağı bir devlet yapısını yarattığı iç savaşın ortasındayken anlayacaktır. Suriye’de taşların yerine oturmama gerçekliği duruyor.

Çünkü bolgelere ayrılmış bir ülke yerine merkezi bir devlet yönetimini dayatıyor Türk devleti. Dayatmak da zorunda; çünkü Kürtlerin bir yönetimlerinin olması ve tanınıyor olması demek; uyguladıkları politikanın çökmesi ve devlet bütünlüklerinin sarsılmasının hızlanması demek. Bu nedenle yeni bir Suriye iç savaşının çıkmasına bile razı olurlar ama Kürtlerin adının anılmasına dayanamazlar. Başka bir gerçekçi gerekçe ise şudur: M. Abdi’nin Trump’ın yemin törenine davet edilmesi diplomatik olarak büyük bir anlam ifade eder. Bu, özerk yönetimin de şimdilik gayriresmi, yakın bir süreçte de resmi olarak tanındığı anlamına gelir. Muhtemeldir ki yoğun diplomatik görüşmelerin konularından biri de bunun engellenmesidir. Ne ölçüde başarılı olacağını o gün geldiğinde göreceğiz.

    Geçen seneden bu yana ABD ve görünür olmasa da İngiltere, Güney Kurdistan’da sürekli bir baskı ortamı yaratarak seçimlerin yapılması ve hükümetin kurulması yönünde bir baskı ortamı yarattılar. Sonuçta bu gerçekleşti. Suriye’deki özerk yönetimin açıklamalarına baktığımızda öne çıkan vurgulardan biri de Başur ile kurulmak istenen ilişkilere dair yapılan çağrılardı. Her ne kadar Güney yönetimi kulaklarını kapatsa da bu çağrılara karşı kayıtsız kalamayacak, üzerinde yaratılan baskıdan kaynaklı ilişki kuracaktır. Böylelikle Rojava ve Güney arasında resmi bir bağ kurulacaktır. Irak sarsıntılı durumundan kurtulamadı. İran ve Türkiye etkisiyle birlikte yönetimin yarattığı boşluk Suriye’nin dağılmasıyla birlikte yerini başka bir oluşuma bırakacaktır. İran’ın Irak üzerindeki egemenliğini de kıracaklar, şimdiden bunun adımları atılmaya başlandı. Iran ne kadar taviz verirse versin savaşın asıl aktörlerinden biri olduğu gerçeğinden kurtulamayacaktır. Türkiye arka planda ne olursa olsun Suriye savaşında Rusya ve İran’la düştüğü yol ayrımını kazanım sayabilir ancak bunun bir bedeli olacaktır ve o bedeli ödeteceklerdir. 

     Özerk yönetim tanınacak; ya masada, ya da sahada. Bundan geri dönüş yok. Kürtlerin özgürlük, adalet ve eşitlik mücadelesinde bir adım daha güvenle atılmış olacak. Tarihin hızlandığını görüyoruz ve biliyoruz ki o hızlılığın nedeni Kürtlerle olan randevusuna yetişmek. Biz bekliyoruz ve geleceğini de biliyoruz.

   

İlginizi Çekebilir

Behice Feride Demir: Esad Ailesi Ve Nazi Dostluğu
Temel Demirer: 19 Aralık 2000 Harekâtı Ve Açlık Grev(ler)i

Öne Çıkanlar