Ali Engin Yurtsever: Yol ayrımının ayak sesleri

Yazarlar

 Bir coğrafi sınırlar içinde yaşayan toplulukların (aynı halktan olmasa bile) “toplumsallık” özelliğini kazanmaları için bazı konularda ortak duygu, düşünce ve davranışları sergilemeleri gerekmektedir.

Örneğin doğanın meydana getirdiği yıkımlar, trafik kazaları, spor karşılaşmaları ve benzeri olaylarda eğer bir toplumsallık birlikteliği varsa, aynı şekilde kaygı duyulur, sevinilir veya üzülünür. Bu özelliğini yitirmiş topluluklar ister aynı halktan olsunlar, ister başka halklardan olsunlar toplumsal bir bütünlük oluşturamazlar. Toplumsal gibi görünseler bile onları ayıran ince çizgi, süreç içinde büyüyerek bir uçurum haline dönüşür. Fizik biliminin temel kurallarından biridir: bir zincirin gücü, en zayıf halkasının gücü kadardır.

Kuruluşundan itibaren ne sömürgeleştirdiği Kurdîstan’ı ve Kurdîstan’da yaşayan halkları ne Rum, Süryani ve Ermeni halklarını ne de yapısal olarak bağrında barındırdığı sınıfların varlığını kabul etmeyerek, tarihsel olgularla alay edercesine “imtiyazsız ve sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz” şarkısını tekrarlayıp duran ve bu durumun sonsuza kadar süreceğine inanarak, zamanı tüketen TC, tarihsel olarak gelebileceği noktaya çoktan geldi. Artık, deyim yerindeyse bu şarkının son nakaratı da bitmek üzere ve ardından çalacak olan yeni şarkının introsunun ezgisi şimdiden duyulmaktadır. Bütün ezilenlerin bir orkestra olarak toplanıp, özgürce notalarla dans edeceği günler yakındır.

Toplumsallık özelliğinin yitirildiği günler şimdi değil çok önceden kendisini göstermişti, Türkiye’den Kurdîstan’a giden otobüslerin taşlanması, yakılmaya çalışılması, Karadeniz illerine çalışmaya giden Kürtlerin işlerinden kovulmaları, Türkiye’de ikamet eden veya geçici olarak çalışanların linç edilmesi, dövülerek kovulması, Kürtçe şarkı dinleyenlerin bıçaklanması, öldürülmesi……  

Bu liste uzatılabilir ama bu haliyle bile sosyolojik olarak toplumsallık masalının ne kadar da gerçeklikten uzak olduğunu anlamaya yeterli bir listedir. Eski bir elbisenin dikiş tutmayan yamaları gibi TC’nin toplumsallık özelliği yırtılıyor, yakında ortaya çıkacak olan gerçeğin çıplaklığı her halkın kendisine yeni elbise biçmesiyle örtünecektir.

Kürtler, bunca ayrımcılık, bunca zulme rağmen kadim kültürlerinden aldıkları birikimden kaynaklı ne Türk halkına ne de başka bir halka karşı nefret, ötekileştirme ve yok etmek gibi duygu ve düşüncelerle hareket etmediler. Kurdîstan’da ne bir Türk ne de başka halktan birini dövüp, bıçaklayıp, topraklarından kovmadılar. Böyle bir onur(!)ları hiç olmadı. Bir toprak parçasında yaşayıp biriktirdikleri kültürleri, Kürtlere, yeryüzünde başka halkların da olduğunu öğretmişti, kendilerine duydukları saygıyı ve paylaşmayı başka halklardan da esirgemediler.

Ancak talan ve yağma kültürüyle serpilip gelişen bir kültürün gölgesinde yürüyen işgalciler ne başkalarına ne kendilerine ne de hayata bir saygı duymadılar, önlerine gelen ne varsa ister canlı olsun ister cansız, yok ederek ilerlediler. Doyumsuz bir iştahla yok etmek arzusunu besleyip büyüttüler. Bu cumhuriyet kurulmadan önce de böyleydi, kurulduktan sonra da böyle oldu. Üretip paylaşmak yerine, tüketip yok etmek hırsı bir halkı zehirledi, öyleki “sol” kimliğini taşıyanların büyük bir bölümü bile konu Kürtler ve Kurdîstan olunca birden bire ulusalcılığın çelik zırhını giymekten geri kalmadılar.

Koyu bir “milliyetçilik” le suçladıkları Kurdîstan Özgürlük Hareketi, gerek teorik gerekse pratik olarak milliyetçilikten fersah fersah uzakta politika yürütmektedir. Örneğin: siyasal olarak ulus devlet yerine halkların ortak ve gönüllü birlikteliğini yaşama geçirmek, yaşanılan coğrafyada yaşayan bütün halklarla ortak kararlar almak, askeri olarak da insanlık tarihinin gördüğü en barbar katiller çetesine karşı evrensel düzeyde örgütledikleri “hümanist” bir yapı ile mücadele etmektedir. Uzun yıllardır defalarca yaptığı açıklamalarla da bunu deklere etmiştir.

Ancak “ milliyetçiliğin” acı zehriye zehirlenmiş olan Türkiye solunun büyük bir bölümü bunları görmezden gelip bayatlamış teorik açıklamalarla günü kurtarmaya çalışmaktadırlar. Soralım bakalım : Afrika’dan Latin Amerika’ya kadar ezilen halklarla dayanışma içinde olup, enternasyonal duyguları dile getirmek, göğsünüzde gururla taşıdığınız “sol” kimliğinizin vazgeçilmez bir madalyası oluyorsa, burnunuzun dibindeki Kurdîstan’a gelince bu kimlik neden bulanıklaşıyor?

Açalım kitaplarımızı bakalım gerçek bir devrimci önder olarak dünyaca kabul edilen Karl Marx ne diyor: “ … Her ülkenin proletaryası, elbette önce kendi burjuvazisiyle hesaplaşmak zorundadır…”  (Komünist Manifesto/ Burjuvalar ve Proleterler), “ …Kendiliğinden anlaşılırki, savaşım verebilmek için, işçi sınıfı, sınıf olarak kendi ülkesinde örgütlenmelidir ve savaşımın doğrudan sahnesi kendi ülkesidir…” (Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi)…

Elbette bu yazının önüne, arkasına onlarca teorik süslü kelimeler koyarak, başka birşey vurgulanmak istendiği gibi yorumlar yapılabilir , unutulmamalıdırki, Komünist Manifesto’nun sonunda son derece net bir şekilde şöyle ifade edilmiştir:” …Komünistler kendi fikirlerini ve amaçlarını saklamayı reddederler…” Kısacası Karl Marx cümleleriyle neyi anlatmak istemişse onu yazmıştır, karnından konuşmamıştır. Şimdi soralım bakalım “solcu yoldaşlarımıza” : Kurdîstanlıların kendi ülkelerinde örgütlenip, mücadele etmelerinin neresi “milliyetçilik” tanımına giriyor? Neden konu Kürtler olunca, ısrarla Kurdîstan dışında mücadele çizgisi öneriliyor, yoksa N. Tandoğan’ın ruhundan feyz alıp “ bu memlekete Kurdîstan lazımsa onu da biz veririz” mi denilmek isteniyor?

Evlerinizde, örgütlü yerlerinizde onlarca devrimci siyasi ve askeri yoldaşın fotoğrafları (haklı olarak) gururla yer alıyor da, neden Öcalan, Sakine Cansız, Kemal Pir, Hayri Durmuş veya komutan Egîd’e ait bir fotoğraf yer alamıyor, yoksa “TC, ordusu, milleti ve “solcusuyla !”  bölünmez bir bütün” müdür? 

 Kurdîstan halklarının yol ayrımının TC ile gerçekleşmesinin koşulları, kuruluşundan itibaren oluşmuştu ama kendilerini solcu sananlarla ise onların M. Kemal’i “ilerici”, Kürt, Ermeni, Rum ve Süryani direnişçileri “gerici” görmesiyle oluştu. Ve tarihsel hatalarından vazgeçmezlerse korkarım, gittikleri yol onları ormanın bataklığında gözden kaybedecektir.

İlginizi Çekebilir

Rahmet Yelken: Li ser saet û maskeyan  
Uğur Güney Subaşı: Mürüvvet Şarapları

Öne Çıkanlar