Analiz: Hamas, 7 Ekim saldırısı ve  Gazze Dramı

Yazarlar

7 Ekim sadece İsrail için değil tüm dünya için sarsıcıydı. Hamas o güne kadar görülmemiş düzeyde bir ‘’askeri başarı’’ ile İsrail’in ‘’güvenlik duvarını’’ aşacak, yüzlerce İsrailli sivili öldürecek, yüzlerce sivili ise rehin alacaktı. Korkunç görüntüler arkasında bırakacaktı. 

Her şey birkaç saat içinde olup-bitmişti. Ancak bu birkaç saatin gelecekte başta Filistinliler olmak üzere bölgede ve hatta dünyada yaşayan insanların on yıllarını çalacağı kesindi.  

7 Ekim saldırısı ilk akla 11 Eylül 2001’deki New York’ta Dünya Ticaret Merkezi’nin sembolü İkiz Kulelerin intihar uçaklarıyla vurulmasını getirmişti. 

11 Eylül öyle sarsıcıydı ki dönemin ABD başkanı George W. Bush askeri üniformayla Beyaz Saray’ın bahçesinde ‘’terörizme karşı küresel savaş’’ ilan edecek ve bu savaşın ‘’30-40 yıl sürebileceğini’’ söyleyecekti. 

Çünkü dünyanın çivileri yerinden sökülmüştü, ne zaman sürede tekrar çakılacağı ise belli değildi. Binlerce insanın yaşamını yitirdiği saldırıyı Usame Bin Laden’ın başında olduğu kürsel çapta faaliyet gösteren El –Kaide üstlenecekti. Afganistan’daki savaş çöplüğünde doğan El –Kaide acımasız, radikal eylemleriyle bilinen Selefist bir örgüt olarak biliniyordu.   

İşte 7 Ekim bir kez daha tıpkı 11 Eylül gibi dünyanın çivilerini yerinden sökecekti. Bu kez sahnede başka bir radikal Selefist örgüt vardı: Hamas. 

Sadece o gün İsrail’de değil en çokta Filistin’in kıyı şeridine sıkışmış, uzunluğu 45 km, derinliği ise en fazla 13-14 km olan Gazze’de yaşayan yüz binlerce, milyonlarca insanın hayatını değiştirecekti.

   Hamas’ın tipik radikal Cihadist örgütlere özgü kullandığı şiddet, ortaya çıkan vahşet görüntüleri dünyada tepkiye yol açacak ve İsrail’in ‘’meşru müdafaa hakkı’’ sadece devletler nezdinde değil, küresel çapta kamuoyunda da destek görecekti. 

Hamas saldırısı bir anlamada ülkede yolsuzluk ve anti demokratik hukuk girişimleriyle başı dertte olan İsrail başbakanı Binyamin Netanyahu için de can simidi olacaktı. Elbette Hamas’ın saldırısındaki acımasız yöntemler İsrail’e Gazze’yi yerle bir etmek için ‘’rıza’’ üretmezdi ama buna kimse kulak asmayacaktı.  

Tabi güçlü bir istihbarat ağına, güçlü bir orduya, sivil savunma ve tabiî ki ‘’demir kubbe’’ gibi parmakla gösterilen bir savunma sistemine sahip İsrail’in nasıl bu kadar gafil avlandığı ise başka bir konu. Bu konuda da hayli dudak uçurtan senaryoların olduğunu söylemek gerekiyor. 

7 Ekim saldırısı sonrası İsrail ik iş olarak savaş kabinesi topladı. Ve çok geçmeden Gazze’ye karşı ağır bir askeri saldırı başladı. İsrail ordusu sadece Hamas militanlarını hedef almadı. Hastaneler, yollar, elektrik santralleri, limanlar, yüzlerce, hatta binler insanın yaşadığı siteler, mülteci kampları hedefti. 

Bu yazı kalem alındığında Gazze’de yaşamını yitiren-ki bu resmi verilere göre-35 bini aşmıştı. Kaç bin kişinin enkaz altında olduğu, ne kadar insanın yaralandığı ve ne kadar insanın göç ettiği ise tam bilinmiyor. Ancak tablonun felaketi aşan bir durum olduğu kesin. 

Denilebilinir ki Filistin-İsrail çekişmesinin başladığı günden buyana 7 Ekim saldırısıyla başlayan savaş kadar hiçbirisi bu kadar yıkıcı olmamıştı. Buher iki taraf içinde geçerli. Ne İsrail tarihinde 7 Ekim’de olduğu bir günde bu kadar büyük kayıp vermiş, ne de 7-8 aylık bir saldırıda 40 bine yakın Filistinli ölmüştü.  

Dahası savaş ‘’dar bir alanda’’ cereyan etse bile hem bölgesel hem de kürsel alanda etkisini çok geçmeden gösterdi. Hatta ilk saatlerde bölgesel ve küresel krizin dinamiklerini tetiklemiş oldu.   

Filistin-İsrail meselesinin tarihi çok eskilere gidiyor. Ancak 20. Yüzyılın ortalarında kabaca batılı güçler kayıtsız-şartsız İsrail’in ‘’var olma’’ ve ‘’güvenlik hakkını’’ desteklerken Filistinlilerin kendi toprakları üzerinde kendi geleceklerini belirleme hakkını erteleyen bir politika izlediler.  İsrail’in Filistin topraklarını adım adım, karış karış işgal etmesine destek verdiler veya sesiz kaldılar.  Elbette bunda ikinci dünya savaşı yıllarında Yahudilerin Nazi Almanya’sı tarafından yok edilirken batının içine düştüğü utanç verici tutumunda rolü vardı. Bir anlamda batı günahları karşısında İsrail’in her yaptığını onaylayarak, destekleyerek bu sendromdan kurtulmaya çalışıyordu.  Her şey batının suçumuydu?  Kesinlikle hayır.  

Aslında iki kutuplu dünyanın diğer tarafındaki Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı da Filistin meselesini araçsallaştırmaktan uzak durmadı. Zaten her biri petrol zengini diktatörlerinin egemenliği altındaki Arap devletleri ise Filistin sorununu çözümsüz bırakarak bir anlamda içteki sorunları perdelediler. 

80’li yılların ortasına kadar Filistin hareketi ki buna Yaser Arafat’ın lideri olduğu El-Fetih örgütü de dahil,  seküler hareketlerdi. Filistin Kurtuluş Örgütü FKÖ içinde El-Fetih’in yanı sıra Halk Cephesi, Demokratik Cephe, Filistin Komünist Partisi gibi sol oluşumlarının hatırı sayılır bir yeri ve gücü vardı.  Hatta Nayif Havatme gibi Katolik, George Habaş gibi Rum Ortodoks kökenli ailelerden gelen liderler Filistin hareketi içinde etkinlerdi.  İslami motifler veya söylemler o dönemlerde Filistin hareketi içinde sadece kültürel değerler olarak öne çıkıyordu. 

 Ancak Haziran 1982’de İsrail ordusunun Filistinlilerin asker-siyasi üst olarak kullandığı Lübnan’a karşı başlattığı saldır sonrası bu örgütler ağır darbe aldılar. Öte yandan askeri-politik olarak  FKÖ içindeki örgütleri destekleyen Sovyetler Birliği’nin çöküş süreci başlamıştı. 

Kaldı ki, İran İslam Devrimi, Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali ile başlayan, ABD haber Alma Örgütü CİA’nin desteklediği-silahlandırdığı Mücahitler, Suriye ve Mısır’da  sahasında etkinliğini artıran Müslüman Kardeşler Lübnan’da İsrail ordusu karşısında tutunamayarak, çekilmek zorunda kalan, ağır askeri bir yenilgi alan ve dağılmayla karşı karşıya kalmış Filistin hareketi içinde de siyasal İslami cazip hale geliyordu. 

Aslında Hamas bir yandan batının ‘’sınırsız ve sonsuz’’ İsrail’e sunduğu destek öte yandan Sovyetler Birliği ve Arap devletlerinin Filistin sorununu araçsallaştırarak çözümsüz bıraktığı bu yıkımın üzerinde oraya çıkacaktı. 

Hamas yani kuruluş adıyla ‘’İslami Direniş Harekatı’’ 1987 yılında, İsrail’e karşı Birinci İntifada’nın patlak vermesinin ardından imam Ahmed Yasin tarafından kuruldu. Elbette ki kökleri Mısır’da aktif olan Müslüman Kardeşlere kadar uzanıyordu. 

Dikkat etseniz Hamas’ın hem kısa hem de açılımında Filistin kelimesi yer almamaktadır. Sadece bu nedenle bile o radikal İslamcı görüş ve yöntemleri öne alan bir örgüt olduğunu kuruluşunda ilan etmişti.  Radikal İslamcı söylemleri vardı. Filistin’in özgürlüğünden çok şeriat talebini öne almıştı. İsrail-Filistin arasında daha sonra başlayacak barış görüşmelerine karşıydı. İsrail’i tanımak yerine onu tümden haritadan silmeyi vaat ediyordu. Hamas’ın bu radikal söylemeleri ve çıkışı Filistin’de zenginleşmiş, artık mal-mülk sahibi olan, Arap ülkelerinde ciddi yatırımları olan yönetimden rahatsız olan kitleleri cezp etmekle kalmadı, İsrail içindeki aşır milletçi kesimleri de güçlendirdi.        

Hamas ortaya çıkışı ve Filistin’de güç toplamasına ilişkin bir yığın-tabi ki ispatlanmaya muhtaç-görüşte ileri sürüldü. Bunlardan en ekstrem olanı veya bazıları için akla en yatkın olanı ise İsrail’in bu örgütü kurduğu veya en azından ‘’bağış’’ veya ‘’hayır dernekleri’’ adı altıda fonladığıydı. 

İşte tam da İsrail’in saldırıları sonucu Gazze’de insanlık dramı yaşanırken, Hamas bölgesel gericilik tarafından Filistinlilerin ‘’kurtuluş örgütü’’ olarak tanıtılırken basına korkunç bir iddia düştü.  Yani 2018 yılında İsrail başbakanı Netanyahu dönemin ABD yönetimine Katar’ın Hamas’a mali destek sağlaması için bir mektup gönderdiği iddia edildi. İsrailli haber sitesi Ynet’in ulaştığı mektuba göre Netanyahu, Katar’dan Hamas’ı finanse etmesini istemiş.

Bütün bu iddialar doğrulanmamış olsa dahi İsrail hükümetleri açısından Filistinlilerin siyasi birliğinin parçalanması stratejik bir hedefti. Bu hedef ulaşmak için her türlü yol zaten mubahtı. Hamas’ın Batı Şeria’da olan Filistin hükümetini tanımaması,  diğer Filistinli örgütlerle zaman zaman ‘’iç savaş’’ çıkarması Gazze’de kendi derebeyliğini ilan etmesi en çokta Filistin sorununun çözümsüzlüğünden yana olan İsrail içindeki Netenyahu gibi radikalleri sevindiriyordu. 

Şubat 1979 İran’da gerçekleşen devrimin siyasi İslamcılar tarafından çalınması bölgede yeni dengelerin oluşmasına da yol açtı. İran için sadece ABD değil İsrail’de bütün kötülüklerin merkeziydi. Bu iki güce karşı, yıpratıcı bir vekalet savaşı yürütmek, hatta devrim ihraç etmek, Lübnan, Suriye, ırak, Yemen’de olduğu gibi sayıları hayli kabarık silahlı Milis Güçler oluşturmak giderekten işin rengini değiştirdi. Doğrudan bir çok alan, ülke, örgüt kendisini vekalet savaşlarının içinde buldu.    

2010’da başlayan Arap Baharı ve 2011’de ateşlenen Suriye iç savaşına kadar Hamas’ı daha çok sadece İran ve bölgedeki Müslüman Kardeşler Örgütü’ne yakın güçlerin desteklediğini görüyoruz.  Ancak Suriye’deki iç savaş Hamas’ın Sünni kodlarını harekete geçirdi. Şam’da bir anlamda elini-ayağını çeken Hamas bu kez sadece Katar’da değil Türkiye’de de görünmeye başladı. Artık Ankara’da bir anlamda Hamas’ın yeni hamsi veya iş ortağıydı. 

Katar’ın zaten uzun dönemdir Müslüman Kardeşlerin merkezi olduğu biliniyordu. Ankara’da ise bunun için siyasi kodların değişmesi lazımdı. 2002’de iktidara gelen AKP’nin ajandası bu ‘’açılımı’’ ön görüyordu. Sünni mezhep kodları üzerinden ilişki kurmak ve derinleştirmek çok zor olmadı. Kaldı ki bu Ankara’nın Suriye, Libya, Mısır, Yemen gibi merkezlerde Cihadistlerle kurduğu ‘’yeni’’ ilişkinin ruhuna da uygundu.

Elbette herkesin aklına gelen ve cevap aradığı en önemli soru şu:  Hamas neden 7 Ekim 2023’te İsrail’e kanlı bir saldırı gerçekleştirdi? Neden cehennemin kapaklarını açtı? 

Bunu Filistin halının meşru haklarını sağlamak için mi yaptı? Yoksa İran’ın İsrail’e karşı yürüttüğü vekalet savaşının son hali miydi?  Yoksa Hindistan’dan başlayan İsrail üzerinden Avrupa’ya ulaşacak olan yeni enerji koridorunu dinamitlemek için miydi?  Yoksa İsrail’in kurguladığı, Filistinlileri yok etmek için Hamas’a baş rol verdiği acımasız bir senaryonun filmi mi çekildi?

Veya bu şahit olduğumuz çoğu kez de çaresizce izlediğimiz bu yıkım hepsinden bir parça veya hepsinin toplamı mıydı? 

İşte bu tam olarak bilinmiyor. Savaşın nasıl sonuçlanacağı, bölgede hangi değişiklere yol açacağı yukarıdaki soruların cevabı olacak.       

 

İlginizi Çekebilir

Diyarbakır’da kayyım, yağmayan kara 13 milyon TL harcama yapmış
Temel Demirer: Narkopolitik Ve Beşeri Sonuçları

Öne Çıkanlar