‘Bir insanın ne kadar ömrü var ki on yılını zindanda geçirsin ve bu sefer de acı beni yiyip bitiriyor. ”
Kürdistan sadece teritoryal olarak değil, bilinç, duygu ve insani refleksler bakımından da dört parçaya bölünmüştür. Her bölünmenin beraberinde getirdiği eski ve yeni sayısız travma, modern çağın kapısında bambaşka bir Kürdistan’ın varlığını haber etmektedir. Coğrafik konum ve nüfus oranı sebebiyle Kürdistan’ın Türkiye kısmı herşeyiyle gündem olurken, diğer parçalara dair bilgilerimiz daha çok siyasi mahallemizin önceliklerine dayanmaktadır. Buralara dair tespit ve temennilerimiz partizanlığımıza göre hassasiyet ya da hamasete dönüşmekte ve ortak bir siyasi kültürün pekişmesinide engellemektedir.
Buna dair sayısız olay ve örnek teknoloji sayesinde gündeme düşerken, Kürt parti ve örgütlerinin bu gelişmelere dair tarafgirliği, ulusal önceliklerden kaçışları ve gündemi kendi çıkarlarına göre hareklendirmeleri ya da manipüle etmeleri bu zorluğu beslemektedir. Partilerin biganeliği Kürtlerin içinde bulunduğu ekonomik, sosyal, demografik, güvenlik, insani ve siyasi krizleri çoğaltıyor. Partilerimiz kapsayıcılığını yitirirken, Kürt bireylerin hikayeleri partilerin cafcaflı gündemlerinden sıyrılarak yaşananların vehametini göz önüne seriyor ve esas meselenin boyutlarına adeta ışık tutuyor. Belki bu yüzden Evin hapishanesini, parti ajandalarının ötelediği hapishane kısmını yeniden hatırlatmak ve görmek açısından önemlidir.
Zira Evin hapishanesi kendimize yabancı kalışımızın en büyük örneği olarak görülmeyi, duyulmayı beklemektedir…
Kuşkusuz Kürtlerin hapishane belleği İran devletinin Evin’i ile sınırlı değildir. Buna Suriye’nin Sednaya’sı, Irak’ın Emne Sureke ‘si ve Türkiye’nin Diyarbakır’ını da fazlasıyla dahil edebiliriz. Bu dört merkez konjonktürel olarak yer değiştirsede esas olarak bu devletlerin işkence ve şiddet reaktörleri Kürtleri öğütme konusunda herhangi bir zaman kaybı yaşamamaktadır.
Evin hapishanesi, Jina Emini’nin İran devlet güçlerince infazından sonra yeniden gündeme gelse de bir vahşet yuvası olarak dünyanın sayılı işkence merkezlerinden biri olmayı sürdürüyor. Evin hapishanesi 1972’den beri özellikle Kürtlerin ölüme gönderildiği bir işkence kompleksidir. Fiziki, siyasi, psikolojik her türlü işkencenin icat ve icraat yeri olarak eleştiri veyâ inceleme raporlarından kaçırılan bu yerde, olan bitenin bilinmesi çoğu zaman, şansa ya da tanrıya kalmaktadır. Gözden ve gözlemden uzak bu korku adasına dair iki gerçeklik vardır. Biri oraya düşmenin anlamı, diğeri oradan bir vasiyet ya da bir veda mektubu yazma fırsatının olup olmayacağıdır.
16 Eylül 2022’deki protestolarından bu yana sosyal medyada yüzlerce Kürdün haksızca ve hesapsızca Evin hapishanesine götürüldüğü haberini her okuduğumda aklıma Ferzad Kemanger’in Evin hapishanesinde kaleme aldığı kanlı, acılı, yalnız ama kendi haklılığına olan bağlılığı geliyor. Evin hapishanesi hakkında en önemli rapor, delil ve gerçek veriler belki de Kemanger ve arkadaşlarının vasiyet niteliğindeki günlüklerinde saklıdır. Ölüm elbette hiçbir zaman hiç kimse için kolay değildir, ancak insanları çıldırtarak öldürmek, ölümü bile bir kurtuluş olarak onlara sunmanın dehşeti her defasında bütün egemen devletlerin vazgeçilmez şiddeti olarak Kürtlere karşı kullanılmaya devam ediliyor.
Ferhat Kemanger’in otuz mektupla, Şirin Elemhuli, Ferhad Wekili, Eli Heyderan ve Hisen Xiziri’nin de vasiyet mektuplarının bulunduğu ve Meyman yayınları tarafından basılan Güneşe Koşanlar adlı kitapta yazdıkları, bu şiddetin zamana ve mekana yayılan halleri tüm ayrıntılarıyla dile getirmektedir.
Bu tür ayrıntılarda Kürtlüğün bütün dil,din ve alfabeleri bloke eden gizli bir dayanma şekli olduğunu görüyorum.
” Akşamları yüreğime diyorum ki, ben de Evin cezaevinin onlarca siyasî tutuklusundan biri olmuşum, gelip giden, gelip ve gitmeyen o binlerce kişiden biri. “
Ferzad Kemanger ve arkadaşlarının veda mektuplarını okuduğumdan bu yana Kürtçe’nin ve hayatın en güzel kelimesi olan “Evin”i dillendirmekten kaçınıyorum. Hatta bir robot gibi ne zaman evin kelimesini okusam, yazsam veya duysam otomatikman Ferzad Kemanger’in mektupları ve bu mektuplarda bile tam olarak yazılamayan korkunç işkenceler hatırıma geliyor. Hatta Ferzad Kemanger’in mektuplarından bu yana Evin kelimesi bana ölümü hatırlatır oldu. Evin diye bir hapishanenin varlığı, orya götürülüpte bir daha tanrının bile bulunmadığı, uğramadığı, binlerce Kürd’ün hiç bilinmeyen, duyulmayan akıbetleri ve acılarının sınırları geçmeyen kimsesizliğini çaresizlikle hatırlıyorum.
“Evin” Kelimesinin bu vahşet yuvasına bir isim olarak verilmesi İran’ın siyasî kurnazlığını gösterirken, Rojhilat’tan gelen ölüm ve işkence görüntülerinin Kemanger ve arkadaşlarına yapılanların azalmak yerine tüm Rojhilatı kapsayan bir yok edilişe dönüştürüldüğü de göstermektedir.
Jina Emini’nin İran devlet güçlerince infazının birinci yılına girerken Rojhilat’ın durumu bir tür Kürtlük krizine dönüşmek üzeredir. Zira Kürt partileri hala zamanı geçmiş iç savaş tamtamları ile gündemi kurtarmaya çalışmaktadır.
Oysa gerçek kendimizle savaş tamtamlarında değil, gerçek: idam edilirken kızına gülen Hesen Xiziri’nin bakışlarındadır. Gerçek, ellerini arkasına alıp babasının ölen gülüşüne merakla baş eğen Xesen Xiziri’nin küçücük kızının yaşamındadır.
Tıpkı Ferhad Kemanger’in dediği gibi: ” Ne kadar çirkin, nefret vericidir yaşadığımız çağda halen darağacı tedirgin bir annenin gözlerinden uykuyu çalıyor. ”
Gerçek !Evin hapishanesine sağ girip ölüsü bile çıkmayanların kimsizliğindedir.