Kaç zamandir elimde Françoise Sagan’ın ”Aimez-Vous Brams- Brams’ı sever misiniz?” adlı romanı var. Modern bireyin etrafında geçen bu kısacık romanı ara ara okuyup bırakıyorum. Fakat, bir Sagan okuru için bu sıradan bir durum. Nede olsa klasik yazarlık çağrışımı ve çağrılarının dışında kalan, yazdıkları kadar kendisinin de gündemde kaldığı bir yazarın ilginç portresiyle karşı karşıyayız.
Sagan, gerçekten kendine has bir yazımsal serüvenle gelip geçti aramızdan. Fransız düşün dünyasının gerçeğin ve değerlerin geleceği hakkındaki farkındalığı Sagan’ın yazılarında da çok belirgindir. O nedenle iflah olmaz bir tabu kurdu sayılan Sagan’ın yazarlığı ve eserlerindeki tema ” Je pense, donc je suis- Difikirim yanê ez heme” Kipi’nin modern edebiyatta ki yazıyorum ama bütün zıtlıkları da taşıyorum münakaşasına benziyor.
Değerlerin teknikle ikame olduğu bu yıllarda elbette şaşkınlığımızı arttıran şeylere çok daha tanıklık edeceğiz. Üstelik hayat liderliğini yavaş yavaş eline alan yeni kuşak ve eylem- ikna araçlarının geleneksel tanımlarla pek uğraşmaya da niyeti yok. Yeni zaman neslinin durağan ve bireysel totalitarizmimizi koruyan geçmiş manzumesine ise hiç ihtiyacı yok. O nedenle Sagan’ı bu Yeni Çağ’ın içinde de okur bulabilecek bir yazar olarak bırakıp, onun bize hattırlatığı Johannes Brams’ın müzikal evrenine kulak vermek daha kolay geliyor. Brams’ı dinlerken you-toube tarayıcısının önüme çıkardığı bir Melih Kibar bestesiyle karşılaşmak ise bir tür müzikle zamana bakışa dönüştü. Melih Kibar’ın müzikal başarısı ve romantik aşkının tarihçesi, çocukluğunu Türkiye metropollerinde geçirmiş çoğumuzun kulağına gelmiştir. Melih Kibar, müzikal becerisi kadar bir aşkın gölgesinde yaşayıp, ürettiği eserlerinde aşkı-memnunu olmakla ünlüdür. Kibar’ın gölgesi derken karşımıza döneminde nice güzel söz, beste ve müzikal yetkinliğe imza atmış bir sanatçıdan, yani Çiğdem Talu’dan söz ediyoruz.
Biraz ironik ama 1960 sonrası arabesk şemsiyesi altında toplanan erkekler topluluğuna karşılık pop ve hafif batı müziğinde sivrilen birkaç sanatçı yetişmiştir Türkiye’de ve Talu bunlardan biridir. Şehrazat, Fikret Şenes, Aysel Gürel in başını çektiği bu yarı şair müzisyenler, bizim de dinleyici repertuarımızı çeşitlendirmiştir. Kentli orta ve üst sınıftan olan bu kadınlar,derin duyuş özellikleri, her büyük duyguya kafa tutan havalarıyla ses ile söz arasında üçüncü bir kültürel iklim yaratarak, yazı ve müzik arasında bir tür taze kan oldular.
Aysel Gürel’in oyun bozucu özgüveninden sonra, müzikal söz yazımında Çiğdem Talu da unutulmaz bir profil çizmiştir. İlk evliliği ile Kürtlerin gelini de sayılan Talu, ailesel ve sınıfsal kökeni itibariyle çok fazla sokağa inmesede duygusal yeteneğine bulduğu müzikal karşılık,sanatsal tasafuvuruyla bu düzlemin en göz doldurucu isimlerinden olmuştur.
Söz yazarlarını edebiyatla müzik arasında bir tür iyi niyet elçisi olarak görüyorum. Özellikle modern zamanda şiir öykü,sinema ve sahnenin birbirine yakınlaşmasında söz yazarlarının ve aranjörlerin çok iyi katkılar yaptığına inanıyorum. Talu bunlardan biridir. Elbette O, diğer meslektaşları kadar radikal olmadı, O’nun için, hayat mücadelesinden ziyade kalbi mevzular öncelikli olmuştur. Talu,sadece kendisi ile zaman arasında bir tutku aralığı yaratmıştır, tutkunun insanda yarattığı ve yok ettiği ruhsal fonksyonları ince ince işleyip, bundan da başarı sağlamıştır. Salt İnsanın yapıp etmesine, aşk nidasina ve duygusal gelişimine dayanmak söz yazarlığı için hiç kolay değildir. Ancak çalışığı ekip, seçtiği yorumcu ki bu genellikle Erol Evgin’dir ve kendi birikimi sayesinde bu alanda çokca eser vermesini de bilmiştir.
Talu, şarkılarında tek bir çizgi var. Sanki herşey bir kereliğine tasarlanmış ve yaşanmış. Öncesi var ama sonrası’nda yok. Bu yüzden, sırt dönmeler, öfkeli vurgulara hiç tenezül etmemiştir. Bir kere sevmiştir ve gerisindeki her ihtimal bu sevginin içine sığdırılmıştır. Talu şarkılarında özenli bir dilin işleyişi var. Kesin, sakin, önyargısız ve adanıştan anlayışa evrilmiş bir bilgililik. İlginç bir şekilde kendine çok güvenen yaşamsal bir doku var kelimelerinde. Talu’nun tüm şarkılarında herşeyi kendinden bilme ve yaratma gibi nazik bir ben merkezcilik hissi de söz konusu.
Ve bu hissi anılar üzerinden geliştirmektedir. Sanırım şarkılarının bu denli kalıcı olmasında bu anısal analitiğin katkısı gözardı edilemez. Talu’nun Anılarına bakınca bir kere daha vefanın mükkemelliğe giden ilk yol olduğuna inancım artıyor. Ve sanırım Dilden değil derinliğimizle vefalı olmanın sanatsal bir dürtü gerektirdiğini ancak sanatçılar anlatabiliyor, yaşatabiliyor. Sözü yine Talu’ya bırakıp, 7 Nisan’ın da Melih Kibar’ın ölüm yıldönümü olduğunu yapay zeka sayesinde öğrenmiş oluyorum.
Aşk en büyük şanstır. Aşktan ölmekse bir başka aşk hali.
İyi okumalar!
” Son ışıkları sönüyorsa sokakların
Yeni bir gün giriyorsa penceremden yavaş yavaş
Sen yoksan yine bense suskun ve bitkinsem
Hele bir de bir kadehin gölgesine sığınmışsam
Ve yılların hesabını şaşırmışsam “