Virginia Woolf, bir Londra kasabasında dünyaya geldiğinde, yıl 1882 idi. Yazarların yaşam hikayesi çabuk öğrenilir ama fikirlerinin hak ettiği değeri görmesi yılları bulur. Woolf, yazdıkları ile edebiyat dünyasına aykırı gelse de, çağdaşları arasında “özgül ağırlığı” fazladır. Edebiyat için yeni, kadınlar için yaşamsal konuları yazdığında, sosyal ve kültürel fırsatlar kadın yazarlar için, yeni yeni biçim kazanıyordu. Kadınlara, kalem ve defter sahibi olmayı tavsiye ederken, geleceğe dair hesabınızı iyi yapın demeye getirdi. Bu yüzden her fırsatta bağımsız düşünebilme yetisinin bireysel ve hukuksal kültürü pekiştirdiğini yazdı. Kol gücünden ziyade kendi başına karar almaya dikkat çekip, bu durumun toplumsal eşitliğe katkı sunacağına inandı.
25 Ocak Virginia Woolf’un doğumunun 143. Yılıydı. Yüzyılı geçen yazımsal süreçte, kitapları hala çok satılıyor, farklı dillere çevriliyor, filmlere konu oluyor. Woolf haftası diyebileceğimiz bir haftada, kadınları şok eden bazı görüntüler sosyal medyaya düştü. Bugün dünyanın pek çok yerinde kadınlar için, görmek, duymak ve bakmak bile tehlike konusu. Tahran, Kabil, Bağdat ve Şam, çağımızın kadın düşmanı rejimleri olarak karşımızda duruyor. Ancak şoke edici son görüntüler buralardan değil, onların beslemesi olan Hamas’ın Gazze’sinden geldi. Görüntülerde terör estirilerek, katliam yapılarak kaçırılan İsrailli dört kadın rehine Kızılhaç’a teslim ediliyordu. Bir hafta öncesinde de, üç İsrailli kadın, erkeklerden oluşan kitlenin tekbirli küfürleri arasında uluslararası makamlara teslim edilmişti.
Ancak kadın rehineler için bilinçli bir plan yapıldığı, özellikle kadınlığın bir şantaj ve savaş aracı olarak görüldüğünü ikinci ve üçüncü teslimde fazlasıyla görecektik. Gazze’nin ortasında kurulan esir pazarının DAİŞ ve HTŞ uygulamalarından tek farkı, rehine kadınların, devletleri tarafından takas antlaşması ile kurtarılmasıydı. Pankart ve bayraklarla önü kapatılmış şehir yıkıntıları arasında, Hamas üniformasını andıran giysiler içinde dört İsrailli kadın, yine erkeklerden oluşan sözde korumalar eşliğinde, kitle karşısında teşhir edilmek için sahneye çıkarıldı. Medyaya yeterli görüntü servis edildikten sonra, sertifika ve imza karşılığında, yine tekbirler eşliğinde itile kakıla arabalara bindirildi.
Tabii ki bu teşhir politik bir gösteriydi ve devamı daha da kirliydi. Asıl aşağılama mizanseni ise 30 Ocak’taki son partiye bırakılmıştı. Olan biten kadınlar üzerinden yapılan bir tür ahlaksızlık filmiydi. 30 Ocak’taki görüntülerin bir kısmı Han-Yunus kampından bir kısmı da Gazze’den geldi. Yine bilindik maskeli ve silahlı korumalar eşliğinde görüntü veriliyordu. Taciz, çekiştirme ve korkutmanın dozajı daha arttırılmıştı. Bu defa Arbel Yehud, adlı İsrailli kadın kurban seçilmişti. Yehud, etrafındaki yüzlerce silahlı adam arasında, kitle için hazırlanan bir linç simgesiydi adeta.
Binlerce el, göz ve dil onun silüetinde savaşın ve yenilginin intikamını almaya gelmişti. Senaryo, gerçekleri örtbas etme üzerine kurgulanmış, kadın bedeni ve kadınlığın misyonu düşmanın kendisi olarak sunuluyordu. Bütün oyun “Onların kadınlarını aşağılayarak” bir zafer havası kotarma üzerine yazılmıştı. Kuşkusuz savaşın çok ağır yaşandığı yerden normal tepkiler beklemek mümkün değil. Ancak erkek esirlerin teslim edilme şekline bakınca, kadınlar için de sakin bir düzenleme yapmak pekâlâ mümkünmüş. Pekâlâ, kaçırılarak rehin alınan kadınların sessizce ailelerine gönderilmesi, Gazze’deki trajedinin görülmesine vesile olabilirdi. Ama olmadı, siyasal İslamcıların, değil savaş hukukuna, kadının varlığına bile tahammül etmediğini ve kadınları bir pazarlık aracı saydığını bir kez daha gördük.
Woolf, birinci dünya savaşı esnasında ilk romanını, İkinci dünya savaşı bitmeden de son romanını yazmıştı. Bugün üçüncü dünya savaşının ayak seslerini duyuyoruz ve kadınlar için hayat şartları giderek zorlaşıyor. Ancak Woolf’da haklılığını koruyor. Özgürlük, ev, edebiyat,eylem ve evren arasında eşitlenmedikçe kadınların yaşamı garantide olmayacak. Zira bu çağı, elinde kılıç, gözünde hınç ve ruhunda linç olanlara karşı kazanmak başka türlü zor olacak.