Bozgeyik: Rojava demokratik bir Ortadoğu için rol modeldir

Söyleşi

Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) tarafından düzenlenen 2’nci Ortadoğu Barış Konferansı 13-14 Nisan tarihlerinde İstanbul’da yapıldı.Türkiye’den ve bölgeden barış yanlısı çok sayıda sendikacı, akademisyen, politikacı ve aydınların katıldığı konferansta Ortadoğu’daki politik krizler, etnik, mezhepsel çatışmalar ve bunları tetikleyen emperyal güçlerin yarattığı sorunlar ve çözüm önerileri tartışıldı.

Filiz DENİZ

Konferansı düzenleyen KESK’in Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik:Ortadoğu’daki kaos sürecinin emekçiler açısından çok önemli olduğunu söylüyor.

Bugün Ortadoğu’da temel mesele gerici, statükocu, otoriter rejimlerin yaratmış olduğu sorunlardır diyen Bozgeyik,’iki eğilimin bölgede çatışma içinde olduğuna dikkat çekiyor. Bölgede demokrasi, barış ve adalet talep edenler ile statükoya, gericiliğe ve erkek egemenliğine dayalı rejimleri devam ettirmek isteyenler arasında bir mücadele yaşandığını söyleyen Bozgeyik’le KESK’in düzenlediği barış konferanslarını konuştum…

 

KESK olarak düzenlediğiniz 2.Ortadoğu Barış Konferansı geride kaldı. İlki ne zaman yapıldı ve ayrıca sendika olarak bu konferansları düzenlemekteki amacınız nedir?

Birinci Ortadoğu Barış Konferansı’mızı 28 Şubat-1 Mart 2015 tarihinde gerçekleştirmiştik. O günden bu yana dört yıllık bir zaman dilimi içerisinde Ortadoğu’da hem Kürt sorunu hem de Filistin sorunu bağlamında birçok konuda iç ve dış dengelerde değişimler meydana geldi. Ortadoğu’da ortaya çıkan bu kaos sürecinin tarihsel arka planını da irdelemek emekçiler açısından da önemli veriler ortaya çıkaracağını düşünerek konferansın ikincisini düzenleme gereği duyduk. Çünkü Ortadoğu da toplumsal muhalif hareketlerde, emek örgütlerinde, kadın hareketlerinde ve sınıf hareketlerinde de birçok dengenin muhalifler lehine değişime doğru evirildiği bir süreci yaşıyoruz.

ORTADOĞU’DA HEGEMONYA KRİZİ DEVAM EDİYOR

Bugün açısından Suriye’de her ne kadar IŞİD’in varlığı sonlanmış gibi gözükse de Ortadoğu halkları açısından ideolojik olarak beslendiği kaynakların varlığını koruması, yine bölge ve uluslararası desteğinin tam olarak kesilmemesi potansiyel bir tehdit olma özelliğini korumaktadır.

Çünkü buradaki hegemonya savaşı bitmemiş, aksine soğuk savaş dönemlerinin araçları kullanılarak, diplomasi, ekonomik alanlarda geliştirilen politikalarla emperyal, küresel güçler arasındaki hegemonya krizi ve savaşı devam etmektedir. İşte bu nedenle bu yeni dengeleri, Suriye’de ortaya çıkan iç dengelerdeki değişimleri ve çözümün nereye doğru yol alacağını konuşmak üzere konferansı yeniden düzenlemiş olacağız. 

1’inci konferansın yankıları nasıl olmuştu?

O dönem Türkiye‘de hükümetle PYD arasında görüşmelerin olması, iç dinamiklerin Suriye’nin geleceğine dair programları, yine Ortadoğu’daki emek örgütlerinin Tunus, Cezayir, Mısır ve Filistin’de yaşanan emek süreçlerinin Türkiye’deki emekçilerle buluşturulmasında önemli katkıları olduğunu ifade edebilirim. Çünkü bölge yönetimlerinin otoriter, baskıcı karakteri birbirine benzer olduğundan karşılaştıkları baskı politikaları, yine örgütlenmede yaşanan sorunlar da benzerlikler taşımaktadır.

Okurların aklından geçebilir diye soruyorum; Türkiye’nin içeride barışa yaşamsal ihtiyaç duyduğu bir dönemde KESK, Türkiye yerine neden Ortadoğu barışı için bir konferans düzenliyor?

Türkiye’de yaşanan Kürt sorununun çözümsüzlük politikaları, güvenlikçi yaklaşımlar ve demokratik çözümden hükümetin geri adım atma süreçleri barışa evrimle süreçlerini kesintiye uğratmıştır.

TÜRKİYE’DE BARIŞA OLAN İHTİYAÇ YAŞAMSALDIR

Ama Kürt sorunu sadece Türkiye bağlamında tartışılmamaktadır. İran, Irak, Suriye ve Türkiye gibi dört parçada yaşayan halkları ilgilendirmektedir. Çünkü bu ülkelerin birinde yaşanacak demokratik, barışçıl bir çözüm süreci diğer ülkeleri de yakından ilgilendirmektedir. Yanı başımızda Suriye’de yaşanan gelişmeler, Rojava deneyimi demokratik bir Suriye ve demokratik bir Ortadoğu’nun oluşumuna rol model olma özelliği taşıdığından bölge ülkelerinin direnci karşılaşmaktadır. Dolayısıyla bizim açımızdan tabi ki Türkiye’de bugün açısından barışa, çözüme olan ihtiyaç yaşamsal olma özelliğini korumaktadır. Bu konferansın zaten bir başlığı Türkiye’de Kürt sorunu ve Barış meselesidir. Burada çatışmalı ortamlardan barış sürecine, çatışmazlık süreçlerine evrimle süreçleri, müzakere dönemleri ve en fazla çözüme yaklaştığımız Dolmabahçe Mutabakatı ve mecliste Kürt sorununun çözümüne dönük kalıcı yasal düzenlemelere dair yapılan tartışmaları ve sorunsal alanları konuşmak gerekliydi.

Çoğu siyasal gözlemci Türkiye’nin barışının bölgesel barıştan geçtiğini söylüyor. Bu aynı zamanda Türkiye’nin ve bölgenin demokrasi dinamiklerine birlikte hareket etme konusunda sorumluluklar yüklüyor olmalı?

Tabi ki bir sorumluluk yüklüyor. Bugün Ortadoğu’da temel mesele gerici, statükocu, otoriter rejimlerin yaratmış olduğu baskı politikaları, demokrasi dışı yöntemlere meyil etme anlayışlarının yaratmış olduğu sorunlar olduğunu söyleyebiliriz. Aslında iki eğilim çatışma, mücadele içerisinde. Birincisi demokrasi ve barış mücadelesi, adalet mücadelesi yürütenler, ikincisi ise bölge gericiliğine ve statükoculuğuna ve erkek egemenliğine dayalı rejimlerini devam ettirmek isteyenlerin mücadelesi olarak ifade edebiliriz.

Bu nedenle bölgenin demokrasi dinamikleri olarak ifade edeceğimiz, sendikalar, emek ve meslek örgütleri, toplumsal muhalif güçler, kadın hareketleri, ekolojistler ve barış aktivistleri demokrasi, eşitlik ve özgürlükler bağlamında birlikte dayanışma içerisinde ortak hareket etme zeminlerini oluşturacak bir çaba içerisine girmelidirler. İş bu konferanslarımız ve çeşitli düzeyde Ortadoğu’daki emek örgütleri ile yürüttüğüz çalışmaların temel ekseni bu nokta olarak ele alıyoruz.

Bölgenin barışçıl, demokratik dinamiklerinin birleşmesinin önündeki en önemli engeller sizce nelerdir? Ayrıca bu engellerin aşılması için nelerin yapılması gerekiyor?

Sanırım en önemli engel geleneksel örgütsel formların dışına çıkamama durumu olarak ifade edebilirim. Yine kendi ülkelerimizde yaşamış olduğumuz baskı politikaları ve birçok Ortadoğu ülkesinde bağımsız politika yapan kurumların azlığı olarak ifade edebiliriz. Ancak son dönemlerde Ortadoğu ve körfez ülkelerinde toplumsal muhalefette yaşanan demokrasi talepleri, emek örgütlerinin işsizlik, yoksulluğa karşı geliştirmiş oldukları tepkiler ve eylemler bu engellerin aşılmasına neden olacaktır. Bunun aşılması içinde Ortadoğu’daki emek örgütleri, kadın örgütleri ve muhalif kesimlerin sık sık bir araya gelerek değişik formlarda toplantı ve çalışmalar yaparak bu sorunun aşılacağını düşünüyorum. Yine siyasal yapılarında kendi aralarında bir çalışma yürütmeleri ve ortak mücadele yürütmeleri de toplumsal muhalefetin gelişmesine etki eder.

Ortadoğu’da acımaz güç savaşları yaşanıyor ve bölgede ‘böl-yönet’ siyaseti güden güçler bunu etnik, dini, mezhebi kimlikler üzerinden yürütüyor. Bu tuzaktan çıkmanın, kimlik çatışmaların aşmanın bir yolu var mı? Bunun için emek örgütleri, sendikalar ve sivil toplum örgütleri daha farklı, etkin ve sonuç alıcı hangi yol ve yöntemleri izlemeli?

Ortadoğu’da Birinci Dünya Savaşı devam ederken imzalanan Sykes-Picot Antlaşması’yla (16 Mayıs 1916’da) etnik, dini ve mezhepsel, aşiretsel ayrılıklar üzerinden Fransa, İngiltere ve Rusya üzerinden paylaşılarak bölünmüş, küçük devletçikler oluşturularak suni sınırlar oluşturulmuştur.

AKP YENİ OSMANLICI YAYILMACI SİYASET İZLİYOR

O günden bu yana da Ortadoğu’da yaşanan çatışmaların hemen hemen tümü ya etnik, ya da mezhepsel olarak emperyalist ülkelerce tetiklenmiştir. Bu nedenle etnik ve mezhepsel, aşiretsel kimliğe dayalı ulus devletlerin çözüm olmadığı açığa çıkmıştır. Sendikalar etnik ve mezhepsel ayrıştırmalara, milliyetçiliğe karşı olmaları gerekmektedir. İşçiler, emekçiler etnik ve mezhepsel kimliklerine göre değil, yaşamış oldukları sömürün, baskın ortadan kaldırılması için bir arada örgütlenmeyi ve mücadeleyi tercih etmişlerdir. Tarihsel anlamda da milliyetçiliğe, gericiliğe karşı hep mücadele etmişlerdir.

Ancak kimi ülkelerde bu anlayıştan uzak işçi sınıfını da bu milliyetçilik ve mezhepçilik üzerinden ayrıştırmayı hedefleyen politikalar hem işveren hem de devletler tarafından kullanılmaktadır. O nedenle bu her iki tuzaktan emekçilerin kurtulmasının yolu demokrasi ve barışın kalıcı hale getirilmesi mücadelesidir. Bu ayrıştırıcı politikalara karşı işyerlerinde emekçileri aydınlatıcı, dönüştürücü politikaların geliştirilmesi, etkinliklerin yapılması gerekmektedir. Biz de KESK olarak kurulduğumuz günden bu yana bu politikaları oluşturmaya, gericilik,milliyetçilik ve şovenizmle mücadele ediyoruz.

Türkiye’nin AKP iktidarıyla birlikte değişen Ortadoğu politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Aradan 17 yıla yakın bir zaman geçti, bu politika Türkiye halkları, emekçileri açısından ne tür sonuçlar doğurdu?

AKP iktidarı derinlikli Ortadoğu projesini yeni Osmanlıcı yayılmacı, emperyal niyetleri olan bir strateji ile yürütmeye çalıştı. Bölgede bir hegemonya olma çabası bugün açısından iflas etmiştir. Emperyalist ülkelerle girmiş olduğu grift ilişki, dönem dönem ABD ile iş tutan, dönem dönem de Rusya’ya yaklaşan bir politika izlemiştir. Suriye’de IŞİD’in varlığı ve yürütmüş olduğu katliamlar, Türkiye’de IŞİD’in yoğun olarak örgütlenmesi ve Suriye’ye geçişlerinin önünün açılması uluslararası güçler açısından da AKP’nin izlediği bu tutarsız, yayılma stratejisi içeren politikaları karşılık bulmamıştır. İzlenen bu güvenlikçi politikalar Türkiye halkları ve emekçiler açısından da daha fazla yoksulluk, işsizlik olarak karşımıza çıkmıştır. Yine izlenen milliyetçi politikalar nedeniyle toplumsal gerilimlere, ötekiliştirici politikalara neden olmuştur.

Ekonomik kaynakların, bütçenin büyük oranda askeri harcamalara ayrılması, ABD ve Rusya, Almanya ile yapılan silah, füze anlaşmaları ekonomik krizi de derinleştirmiştir. Bu durum kamu emekçilerinin  yoksullaşmasına, iş güvencelerinin ortadan kaldırılmasına, sendikal hak ve özgürlüklerinin kullanılmasının önünde birçok bariyerler oluşturmuştur. Suriye de demokratikleşme, toplumsal bir sözleşmeyle Kürtlerin ve diğer halkların taleplerinin karşılanması, eşitlik sağlanması Türkiye açısından kabul edilmediğinden bölgede sürekli bir gerilim politikasını öne çıkmasına neden olmaktadır. Oysa hem ülkemizdeki Kürt sorununun demokratik barışçıl yöntemlerle çözülmesi, hem de Ortadoğu’nun demokrasiye evrilmesi hem Türkiye halklarının hem de biz emekçilerin çıkarına olacaktır.

KESK olarak 2’inci Ortadoğu Barış Konferası yaptığınız günlerde Türkiye de Suriye sınırına yoğun askeri sevkiyat yapmaya devam etti. Türkiye sık sık Fırat’ın doğusuna müdahale edeceği mesajları veriyor. Bunun nasıl değerlendiriyorsunuz?

Suriye’de IŞİD’in varlığının sonlanması dengeleri değiştirmiştir. Bu nedenle Suriye halkları kendi geleceklerine karar verme noktasına gelmişlerdir. O nedenle bölgedeki tüm emperyalist güçlerin çekilmesi gerekir. Yine Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna tek başına müdahale etmesi mümkün görünmemektedir. Müdahale yerine Türkiye’nin de Suriye topraklarından kendi sınırlarına çekilmesi çözümü daha da kolaylaştıracaktır. ABD ve Rusya’ya rağmen bir müdahale olur mu diye baktığımızda zor gibi görünüyor. Müdahale durumunda yeniden çatışmaların ve savaşın şiddetlenmesi olayı gelişebilir. Bunun da hiç kimseye bir yararı olmayacaktır.

Son olarak; bölgede olduğu gibi Türkiye’de de barışın yolu Kürt sorununun demokratik çözümünden geçtiğine göre hükümetin izlediği inkar ve imha siyasetinden vazgeçebilir ve Türkiye’de barış masası yeniden kurulabilir mi? Bunun için sizce hangi koşulların oluşması gerekiyor.

Bu koşulların yaratılması gerekir. Geçmişte de çeşitli dönemlerde süreç durdu, askıya alındı. Ancak dengeler ve sağduyu yeniden çeşitli süreçlere olumlu anlamda yol açtı. Bunun için demokrasi ve barış isteyen tüm kesimlere de önemli görevler düşmektedir. Ölümü değil yaşamı kutsayarak hükümet üzerinde baskı oluşturulabilinir.

/Nupel/

 

İlginizi Çekebilir

Ruhê kurdî perçe perçe bûyî;divê em komî ser hev bikin
Blinken’ın Çin’i ziyaretinin ardından 5 maddelik uzlaşma açıklandı

Öne Çıkanlar