Madrid’de uzlaşma olmasaydı, Erdoğan yine zafer kazanmış bir lider edasıyla Ankara’ya dönecekti. Bu kez de “Bakın engelledim!” diyecekti. Aynen Osman Kavala hakkında “10 Büyükelçi’yi sınır dışı ederim” dedikten sonra, uzlaşı sağlanınca ‘zaferini’ ilan ettiği gibi…
İsveç ve Finlandiya, olası bir Rus saldırı ve tehdidine karşı koymak için NATO ittifakına girmek istiyor. Gündemde Rusya-Ukrayna savaşı, Moskova’nın Batı blokuna karşı nükleer silah kullanma tehdidi, enerji sıkıntısı ve bunun sonucu tüketim maddelerinin fiyatlarında artış başta olmak üzere tüm dünya benzer sorunlarla meşgul.
Meseleye sadece Kürt penceresinden bakınca, bu mühim nedenleri atlayabiliyoruz veya bizim için fazla önem arz etmiyor. Dünyadaki ve bölgemizdeki Jeopolitik dengeler, sadece Kürtler ve Kürt sorununa göre dizayn edilmiyor. Bizler bu dizayndan zarar görmeden, elde edilmiş kazanımları nasıl koruyabiliriz, yeni kazanımlar elde edebilir miyiz, ittifaklarımızı ve dostlarımızı nasıl çoğaltabiliriz diye siyaset geliştirmemiz gerekir.
Kanaatimce Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya ile imzaladığı anlaşmanın taraflarca nasıl yorumlandığı ve pratikteki işleyişinin nasıl olacağı önemlidir. Söz konusu anlaşmadan şu sonucu çıkarıyorum.
İsveç ve Finlandiya, herkesin hem fikir olduğu üzere YPG ve PYD’yi ‘terör’ örgütü kabul etmiyorlar. Her iki devlet de YPG ve PYD ile ilişkilerinin olmadıkları, özerk yönetim ile ilişkilerinin olduklarını belirtiyorlar. Özerk yönetimin organlarında ağırlıklı askeri alanda SDG içinde YPG, siyasi alanda ise PYD mevcuttur. Yani direk ilişki yok ama in direk ilişki söz konusudur. Öte yandan Rojava Kürdistanı özerk yönetimi ile ilişkiler ve hümaniter yardımların devam edeceği belirtiliyor. Ayrıca Suriye iç savaşının adil bir şekilde son bulması için İsveç ve Finlandiya diplomatik girişimlerini sürdürecekler.
Erdoğan’ın 33 sonradan 73’e çıkardığı sığınmacının iadesini İsveç, ulusal yasaları ve Avrupa insan hakları sözleşmelerini dikkate alarak karara bağlayacağını belirtiyor. Bu şahıslar arasında İsveç vatandaşı olanların asla iade edilmeyeceğinin altı çiziliyor. Risk grubu içindekiler, vatandaş olmayan sığınmacılar olabilir. Hukukçular, İsveç gizli polisi SÄPO’nun, “ulusal güvenliği tehdit ediyor” diye sığınmacılar hakkında verdiği raporların, ciddi bir sorun oluşturduğunu öteden beri söylüyorlar. Bununla birlikte Türkiye ile istihbarat paylaşımının düzeyinin ne olacağı ve ne tür bilgilerin paylaşılacağı sorusu da gri bölgede duruyor.
Evrensel demokratik değerler, insan hakları ve Kürdistan ulusal demokratik mücadelesine destek, gerek İsveç gerekse Finlandiya’da sivil toplum kuruluşları, aydınlar ve her iki ülkenin iktidar partisi içindeki ağır siyasi profillerce hükümetlerine uyarı ve eleştirilerde bulunuyorlar. Basında bu konuda önemli yazı ve haberler yer aldı.
Anlaşmadaki tek net mesaj, Türkiye’ye uygulanan silah ambargosunun kaldırılacak olması.
Madrid’de uzlaşma olmasaydı, Erdoğan yine zafer kazanmış bir lider edasıyla Ankara’ya dönecekti. Bu kez de “Bakın engelledim!” diyecekti. Aynen Osman Kavala hakkında “10 Büyükelçi’yi sınır dışı ederim” dedikten sonra, uzlaşı sağlanınca ‘zaferini’ ilan ettiği gibi. Bu tipik bir Erdoğan taktiğidir. Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi T.C. Kürtler için yaptığı kafesin mahkumudur. Erdoğan, yürürken ayağına vurulmuş Kürt prangası ile yürüyor. Bu öyle bir acı veriyor ki bunu dünyanın görmemesi ve hissetmemesi mümkün değil.
Bu nedenden dolayı her iki devletin NATO üyelik başvurusuna ağırlıklı olarak Rusya ve Ukrayna değil, Kürt sorunu damga vurdu.
İsveç ve Finlandiya, NATO üyelikleri kesinleşinceye kadar bir şekilde Erdoğan’ı ‘idare’ edeceklerdir. Ayrıca Türkiye ‘U’ dönüşü yaparak, her iki devletin üyeliklerini onaylamayabilir. Unutmayalım, Türkiye parlamentosu 1 Mart 2003’de Saddam’ı devirmek için ABD askerlerinin Türkiye üzerinden Irak’a geçişini veto etti. Benzer bir durum olabilir.
Bir diğer önemli nokta da Madrid’de imzalanan mutabakat sonrası, ABD Başkanı Joe Biden’ın Türkiye’ye F-16 savaş uçaklarının satışı ve modernizasyonuna verdiği destek ardından Erdoğan’ın Menbiç ve Tel Rifat’a askeri hareket yapıp yapamayacağıdır. Buna ek olarak Moskova’nın son olup bitenler karşısında Ankara’ya tavrının ne olacağı mühimdir.
Türkiye, özünde İsveç ve Finlandiya üzerinden “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” diyerek, asıl mesajı ABD’ye veriyor. Önemli olan ABD’nin Rojava Kürdistanı siyasetinde dik duruşunun kazaya uğramamasıdır.