Uluslararası insan hakları örgütleri, ‘Sareh’ ismiyle tanınan 31 yaşındaki Doğu Kürdistanlı kadın aktivist Zahra Sedighi-Hamadan’ı “fesat yaymak”, “eşcinselliği özendirmek” ve “Hristiyanlığı teşvik etmek suçlarından”, Urmiye İslam Devrimi Mahkemesi tarafından idam ile cezalandırıldığı bilgisini geçtiğimiz hafta paylaştı.
Aynı şekilde 24 yaşındaki Kürt kadın aktivist Elham Chubdar da benzer gerekçelerle yine Urmiye’deki İran Islam Devrimi Mahkemesi tarafından idama mahkum edildi.
Sareh, yakalanmadan önce Güney Kürdistan’da ikamet etmekteydi. Geçtiğimiz yıl LGBT (lezbiyen, gey, biseksüel ve trans) topluluğun Güney Kürdistan’daki durumu hakkında BBC Farsça’ya verdiği mülakatın ardından, Süleymaniye Asayiş (güvenlik) güçleri tarafından gözaltına alındı.
Gözaltı sürecinde ve sonrasında Süleymaniye Asayişinin kötü muamelesi, taciz ve baskılar üzerine aktivist Sareh, Güney Kürdistan’ı terk etme kararı aldı. Tekrardan Doğu Kürdistan’a geçen Sareh, insan kaçakçıları vasıtasıyla yurtdışına çıkmak için 27 Ekim 2021’de Türkiye siyasi sınırını geçerken, İran Devrim Muhafızları tarafından yakalandı.
Yakalanma riskinin olabileceğini tahmin eden Sareh, sınırı geçmeden saatler önce üç kısa video çekti. Videoları kimliğinin açıklanmasını istemeyen güvenilir bir kişiye iletti. Sareh’ın bu klipleri yapmasındaki amacı, tutuklanması durumunda medya ve insan hakları örgütleri vasıtasıyla sesini kamuoyuna duyurmaktı. Videolar, 6rang’ın web sitesinde yayınlandı.
İdam kararının durdurulması ve iptali amacıyla Uluslararası Af Örgütü ve Batılı birçok devlet, Serah için ‘Acil Eylem’ çağrısı yaptı.
Sömürgeci İran devletinin insan hak ve özgürlüklerine yönelik ihlalleri öteden beri süre gelmektedir. Bu bilinen, takip edilen, kınanan ve engellenmeye çalışılan bir durumdur.
Bunun yanında, Sareh olayının Kürdistanlılar açısından ele alınması ve üzerinde düşünülmesi gereken ciddi birkaç boyutu mevcuttur.
Sareh vakasının birinci boyutu; cinsel tercihinden dolayı uğradığı baskı nedeniyle İran rejiminden kaçarak, Güney Kürdistan’a sığınan, daha sonra burada da baskı ve tacize maruz kalarak, Güney Kürdistan’ı terk etmek zorunda bırakılmasıdır. Bu durum üzerinden atlanacak, yazılması ve konuşulması önemsiz bir ayrıntı değildir.
Aktivist Sareh olayı, 2020’de İran-KDP üyesi Mustafa Selimi’nin Süleymaniye Asayişi tarafından İran’a teslim edilmesi olayını çağrıştırmaktadır.
27 Mart 2020’de Doğu Kürdistan’ın Sakız cezaevinde tutulan mahkumların, Covid-19 salgını nedeniyle isyan çıkarması sonucu, 65 mahkûm cezaevinden firar etmeyi başarmıştı. Firar edenler arasında İran-KDP peşmergelerinden Mustafa Salimi de vardı.
Salimi, Güney Kürdistan’ın Süleymaniye şehrinin Pencisin ilçesi sınırında bulunan bir köye geçmeyi başardı. Burada asayiş tarafından gözaltına alınan Mustafa Salimi, daha sonra İran’a teslim edildi. İran, Salimi’yi kısa sürede infaz etti. Bu olay Kürdistanlılar arasında KBY’ne yönelik ciddi protesto, tepki ve eleştirilere yol açtı.
Söz konusu tepkiler üzerine Süleymaniye Asayişi, daha doğrusu Kürdistan Yurtseverler Birliği, Mustafa Salimi isimli şahsın Asayiş tarafından yakalanmadığı ve resmi kayıtlarda da böyle bir ismin ve olayın yer almadığını açıkladı. Ardından Kürdistan Parlamentosu, konu hakkında soruşturma başlattı. Soruşturmanın sonucu hakkında şu ana kadar herhangi bir bilgi kamuoyu ile paylaşılmadı.
Serah olayının ikinci boyutu ise Doğu Kürdistan’ın Sanandaj (Sine) kentinde Nûjin Derneği Sosyal ve Kültür Komisyonu Üyesi olan Zara Muhammedi olayına tepkilerdeki farklılıkla alakalıdır. Zara Muhammedi, öğrencilere Kürtçe ders verdiği için Şubat 2020’de Sine İslam Devrimi Mahkemesi tarafından 5 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.
Kürdistanlılar Zara’nın İran rejimi tarafından 5 yıl hapis cezasına çarptırılmasını geniş şekilde protesto ettiler. Protestolar, toplumsal ve bireysel duyarlılık açısından önemli ses getirdi.
Maalesef, şu ana kadar benzer tepki ve hassasiyetin ufak bir kırıntısı, kadın aktivistler Serah ve Elham için ortaya konmuş değil. Kürdistan basınında ve sosyal medyada bu konuda tek tük haber ve yorumlar çıktı. Oysa Batı basını Serah olayını geniş bir şekilde gündemine aldı ve işledi.
Mustafa Salimi’nin İran’a teslim edilmesini, Zara’ya verilen 5 yıl hapis cezasını, IŞİD tarafından kaçırılan, satılan ve ırzlarına geçilen Yezidi Kürt kadınlarının akıbetlerini nasıl sorguluyorsak, Kürt kadın aktivistleri Serah ve Elhamın cinsel tercihlerinden dolayı idamlarına da sesimizi çıkarıp karşı durmalıyız.
Serah vakasının üçüncü boyutu ise, Güney Kürdistan Bölgesi Yönetimi (KBY) asayiş güçlerinin, LGBT topluluğuna yönelik, baskı ve şiddet uygulamalarıdır. Uzun bir süredir insan hakları örgütleri ve Batılı devletler KBY’nin LGBT topluluğuna yönelik baskıcı tutumundan dolayı uyarı ve eleştiride bulunuyorlar.
Serah olayının dördüncü boyutu ise, LGBT hareketlerinin tüm dünyada sosyal ve politik realitesi ile ilgilidir. Bu grup şiddete, ayrımcılığa, sözlü tacize, tutuklanmaya ve cinayete maruz kalıyor. LGBT hareketi ise varlığını, haklarını ve özgürlüğünü ulusal yasalarda güvenceye alma mücadelesi veriyor.
KBY, Batı demokrasilerinde olduğu üzere, LGBT topluluğunu pozitif ayrımcılık ile kayırmak ve korumakla yükümlüdür. Hak ve özgürlükler sadece belirli etnik kimlikler, dinler, mezhepler ve cinsel gruplar için geçerli değil, tersine herkes için geçerlidir. KBY’nin soruna yaklaşımı da bu prensibe göre olmalıdır.
2020’de 17 Mayıs Uluslararası Homofobi, Transfobi ve Bifobi ile Mücadele Günü münasebetiyle, yabancı diplomatlar Bağdat ve Erbil’deki büyükelçilik, konsolosluk ve temsilcilik binalarına gökkuşağı bayrakları astılar. Kürdistan Demokrat Partisi’nden (KDP) dönemin Irak Parlamentosu Başkan yardımcısı Beşir Haddad, Bağdat’ta gökkuşağı bayraklarının asılmasını, Irak toplumunun duygularını, ülkenin sosyal normlarını ve dini ilkelerini ihlal ettiği ve incittiğini belirterek, yabancı misyon temsilcilerinden bayrakları bir an önce indirmelerini istedi. Ayrıca söz konusu eylemin bir daha asla tekrarlanmamasını talep etti.
LGBT topluluğu içinde olan aktivistler, görece olarak daha liberal ve Güney Kürdistan’ın kültür başkenti diye nitelendirilen Süleymaniye’de yaşamayı tercih ediyorlar. Fakat bu liberal ve hoşgörü ortamı ne yazık ki Süleymaniye Asayişinde mevcut değil.
Süleymaniye Asayişi, LGBT’li aktivistleri ‘‘fuhuş’’ yapan grup kategorisinde görerek işlem yapıyor. Güvenlik güçlerinin operasyonlarda ve gözaltı süreçlerinde aktivistlere karşı şiddet, baskı ve aşağılayıcı sözlerle hakaret ettikleri belirtiliyor.
ABD’nin Erbil Konsolosluğu, Nisan 2021’de Süleymaniye’de LGBT’li bireylere yönelik operasyonu ‘‘Kürt kentindeki olayı endişe ile izliyoruz’’ Tweetini paylaşarak, KBY’yi uyardı. Aynı şekilde ABD Dışişleri Bakanlığı da 2020 Irak İnsan Hakları Raporunda LGBT’li aktivistlere yönelik baskıları ele aldı.
Söz konusu raporda, LGBT topluluğunun cinsiyet kimliklerini ifade ederken ciddi ayrımcılık, işkence, fiziksel yaralanma ve ölüm tehditlerine maruz kaldıkları belirtiliyor. Ayrıca mağdurların, mahkemeler veya devlet kurumları aracılığıyla, bu kötü muamele ve eylemlere itiraz etme hakkına sahip olmadıkları ifade ediliyor.
LGBT topluluğuna karşı Süleymaniye’de yapılan operasyonların birinde gözaltına alınan ve daha sonra serbest bırakılan aktivist Shiar Ali, Rudaw TV’ye verdiği demeçte, “Yanlış bir şey yapmadık. Asayiş, insanları sadece eşcinsel oldukları şüphesiyle tutukluyor. Herhangi bir kontrol noktasında yakalanma korkusuyla dışarı çıkmıyorum. Hayatımız güvende değil. Bu yüzden korkuyorum!” açıklamasında bulundu.
Şapkamızı önümüze koyup, peşmerge Mustafa Salimi ve kadın aktivist Serah olayının insani, vicdani ve siyasi sonuçlarını ele almamız gerekir.
Bu dünyada Kürt olmak yüktür!
Hele Kürt + solcu, sağcı + Yezidi / Zerdüşt, Kakai, Alevi, Hristiyan + bir de LGBT’li olmak daha da ağır yüktür.
İlginç ve kabullenmesi zor olan ve insanın vicdanını yaralayan, bu yükü ve acıyı Kürdistanlı kurumların ağırlaştırmasıdır.
Serah, baskılar sonucu Güney Kürdistan’ı terk etmek zorunda bırakılmasaydı, İran rejiminin yağlı urganı bugün boynunda olmayacak, özgür olacak ve asılmayı beklemeyecekti.
Twiiter: @cetin_ceko