Nefret söylemiyle iktidarlarını sürdürebilir kılmaya çalışıyorlar

Söyleşi

Türkiye’de son yıllarda dozu her geçen gün biraz daha artan nefret söylemin kaynağında devletin olduğunu söyleyen, resmi kurumların ve egemen medyanın bu söylemin yayılmasında, kanıksanmasında ve içselleştirilmesinde önemli rol oynadığını belirten avukat Erdal Doğan, muhalefetin ve sivil toplumun bu söylemi içselleştirdiğine dikkat çekiyor…

Filiz DENİZ

Toplumsal dinamiklerinin barış ve huzur için bir arada tüm farklılıkların eşit haklara sahip olarak ve güvence altında yaşaması için, demokratik bir toplumun hukuk zemini etrafında toplanması için farklı bir dil ve siyasetin önerilmesi ve bu durumda olanların kendileriyle ve geçmiş kurumsal politikalarıyla yüzleşmesi gerektiğini belirten Doğan, nefret söylemiyle nefret cinayetleri arasında bir bağın olduğunu söylüyor.

Nefret söylemiyle mücadelenin öncelikle hukukçuların, siyasetçilerin, medya mensuplarının, eğitimcilerin, din görevlilerinin gerçek ve samimi anlamda bir farkındalığa sahip olmasıyla mümkün olacağını belirten Doğan’la nefret söyleminin ardında yatan nedenleri, bu söylemin yol açtığı cinayetleri ve nefret söylemiyle mücadeleyi konuştum…

Son yıllarda ‘Nefret Söylemi’ni çok konuşur olduk. Öncelikle bu kavramdan ne anlamalıyız?

Bu aslında son yılların değil, yüzyılların sorunu. Hatta bu söylemlerle halklar ve inanç toplulukları, katledilmiş, sürgün edilmiş veya mallarına el konulmuş ve işsiz bırakılmıştır. Aynı akıbete yalnız halklar değil yazan, çizen, konuşan, sorgulayan yazarı, farklı inanç sahibi veya muhalif siyasetçisi de maruz kalmıştır.  

Nefret söyleminin son yıllarda daha çok konuşulması ise son yıllarda hukuki ve siyasal boyutta bunun birer insanlık suçu olarak Türkiye de de gündeme gelmiş, getirilmiş olması ve farkındalığın yaratılmış olmasındandır. Nefret söylemi;Düşüncelerinden, inançlarından, etnik kimliğinden, cinsiyetinden dolayı kişi veya toplulukları hedef alınarak dışlanması, düşmanlaştırılması, lince ve her türlü ayrımcılığa tabi tutulmasını genel tabirle nefret söylemi ve eylemleri olarak tanımlayabilİriz.Bu söylem ve davranışlarda bulunanlar genelde mevcut egemen ideolojik iktidar söylemi ve korumasındadırlar.

Eylemlerini gerçekleştirirken ise genel olarak bunun ne kadar ağır ve iğrenç bir suç olduğunun bile farkında bile değillerdir. Çünkü yetiştirildikleri eğitim ve kültürel ortam bu söylemleri ve davranış biçimlerini en olağan vatandaşlık formasyonu olarak belletirler. Yani çoğu zaman söylem ve davranış sahipleri kendilerinin birer ırkçı olarak dünyanın en lanetli suçun failleri olduklarının bile farkındalığında değillerdir. Çünkü tekçilik güzergahında kültürel ideolojik bombardımanı sürdüren iktidar tüm araçlarıyla bir yandan kendi tekçi yönetimini belletip sürdürerek farklılıklara eşit yaşam hakkı vermeyerek hiç kimseye keyfi yönetiminin  tasarruflarını sorgulatmaya fırsat verdirmez.

Nefret söylemi nereden kaynaklanıyor. Bir arka planı, üreticisi, yönlendiricis var mı?

Elbette ki bu söylem ve eylemlerin değişik merkezlerde ve yoğunluklarda üreticisi ve yönlendiricisi bulunmaktadır. Özellikle devletin kendisi en merkezi odak olarak bu söylemin hem arka hem de ön plandaki birincil üreticisidir. Milli Güvenlik Kurulunun Tehlikeli ve bölücü unsur olarak hedef gösterdiklerini hatırlarsak inanç ve/ya etnik toplulukların öncelikle nasıl hedefe konulduklarını, merkezi medya araçlarıyla kriminilize edilip, düşmanlaştırıldıklarını, iç kararnamelerle tüm devlet kurumlarında bu ayrımcılığı derinleştirdiklerine dair saklamaya ve gizlemeye dahi ihtiyaç duymadıkları trajik bir gerçekliğimiz var.

Bunun için en çok kullanılan önemli araçların genellikle medya, eğitim, diyanet ve yargı kurumları olduğu ise hemen hemen herkesin malûmudur. Bunun dışında ise çoğu zaman çocuklu ailelerin , siyasi partilerin, dini ve etnik aşiret ve tarikatların da bu söylem ve dile sahip çıkarak toplumsal yaşamda bu ideolojik güzergahın üretimini sağlayarak ırkçı ideolojik statükoyu devam ettiriyorlar.

Nefret söylemi genelde milliyetçi hamasetin, ya da etnik, dinsel,mezhepsel, siyasi, cinsiyetci yaklaşımların içinden yükseliyor. Bu söylemin milliyetçilikle, dini, etnik vd. kimliklerle nasıl bir ilişkisi var?

Az önce söylediğimi gibi bu söylem tek ırk, tek din ve tek cins üzerinden ideolojik iktidarını üreterek farklı her türlü kimliği en hafif söylemle ya görmezden gelerek ya da inkar ve ayrımcılığa uğratmaktadır. Haliyle  kültürel çoğulculuk siyasal yönetim tercihini ret ederek sivil yaşamdaysa yok etmeye çalışmaktadır.

Tüm farklılıkların anayasal eşitlikte kendini var edebilmesi, yaşaması , hukuki korunma mekanizmaya sahip olması demokratik bir toplumun inşası demektir ki bu da keyfi yönetimlerin halka hesap vermesi demektir yani denetlenebilir olmaları demektir. Yani günışığında yönetim demektir. Yani hukukun gerçek anlamda ırkçılıktan, dinden ve cinsiyetten arınarak herkese eşit uygulanabilir olması demektir. Yani evrensel standartlarda ulaşmış bir insan hakları merkezli yönetim anlayışı demektir. Böyle bir yönetimde iktidar öyle kolaycasına ırkçı, milliyetçi ve cinsiyetçi söylemlerle Türkiye halklarının , çocuklarını, kadınlarını, kişileri ve grupları birbirine düşmanlaştırarak, çatıştırarak tüm keyfi kararların sorgulanmasını ve varsa yolsuzlukların üstününün kapatılmasıdır.

Nefret söyleminin hedefinde resmi kalıbın dışındakiler, ötekiler duruyor. Buradan hareketle bunun devletin resmi bir politikası olduğunu görülüyor. Devlet, istikrarsızlık, çatışma ve sorun üretmesine rağmen farklı toplumsal dinamiklere yönelik nefret söylemi neden vazgeçmiyor veya geçemiyor?

Bu sorunuza az önce aslında kısmen cevap vermiştim. Devletler ve devlet yönetimini devir almış hükümetler çeşitli yoğunluk, tonlar ve derinlikteki yöntemleriyle çatışmacı ve kaos ortamını sürdürmeye çalışırlar. Bunun özellikle nedeni kendi tekçi ideolojik kimliklerini korumaya çalışmasından kaynaklanmaktadır.

Bunun için bu nefret söyleminden ya vazgeçmiyorlar ya da bunu yaşatan veya yaratan grupları sönümlendirmiyorlar ve altan alta çeşitli yöntemlerle destek veriyorlar. Avrupa ülkelerinde de böyledir. Ama Türkiye’de bu söylem ve ayrıştırmayı devlet yöneticileri yapmaktan imtina bile etmiyorlar. Doğrudan bu suçun hesap sorulmayan eylemcisi oluyorlar ve bu kamplaştırma ve ayrıştırmadan iktidarlarını sürdürebilir kılmaya çalışıyorlar.

Öte yandan sadece resmi söylemde degil, siyasette, medyada, üniversite camiasında, sivil toplumda da bu söyleme sık sık rastlıyoruz! Sanki devleti ve kimi toplumsal dinamikleriyle Türkiye ‘de Nefret söylemi içselleştirmiş gibi görünüyor, ne dersiniz?

Kurumların büyük kısmının tarihsel geleneklerinde onlarca yıldan süregelen biçimiyle nefret söylemi hem bir içselleştirmeyi içermekte hem de devletin en üst kurumlarından aldıkları brifing veya milli güvenlik siyaset kararları doğrultusunda görevlerini ifa ediyorlar. Sivil toplumun veya muhalefet olarak kendini konumlandıran yine büyük bir kesimde egemen ideolojik bu söylemin onlarda da içselleştirdiği ne yazık ki görülmektedir. En yakıcı ve yıkıcısı aslında budur. Çünkü toplumsal barış ve huzur için bir arada tüm farklılıkların eşit haklara sahip olarak ve güvencede yaşaması için ve demokratik bir toplumun hukuk zemininde bir arada yaşaması için farklı dil ve siyaseti örme misyonu bu muhalif kesim ve gruplarda olması gerekirken bunun tam anlamıyla başardıklarını söylememiz çok güç! Çünkü Ne kendileriyle ne de geçmiş kurumsal politikalarıyla yüzleşiyorlar. Hal böyle olunca gerçek anlamda bir sivil toplum oluşamadığı gibi demokratik bir toplum için mücadele eden bir muhalefet de oluşamamaktadır.

Bu söylemin bu kadar sık kullanılmasının; eğitim başta olmak üzere birçok kamusal alanda kin, nefret tohumların ekilmesinin gelecek açısından riskleri nelerdir?

Yüzlerce yıl bir arada yaşayan insanların en korunmazsız bırakılan ve düşmanlaştıran topluluk üyelerinin sağlık ve eğitim hakkından ve iş bulma imkanından yoksun bırakılması, daha da ötesi topluluk üyelerinin ya da topluluğun kendisini kin, linç ve nefretle katli ya da katliamıyla sonuçlanabilir ve sonuçlanmıştır da! Ya da yerinden, yurdundan, işinden edilmesi ile sonuçlanmakta.Bu teorik bir çıkarım mı dır hayır değildir ! Maalesef çokça yaşanmış ve yaşanmaya devam eden bir pratiktir.

Peki nefret söylemiyle mücadele için ne yapmak gerekiyor? Sizce bu konuda kime ne tür sorumluluklar düşüyor?

Nefret ve ırkçılarla öncelikle hukukçuların, siyasetçilerin, medya mensuplarının, eğitimcilerin, din görevlilerinin gerçek ve samimi anlamda bir farkındalığa sahip olmasıyla mümkündür. Ve haliyle ailelerin. Bu farkındalık reel politik çıkarlara ya da çeşitli hesaplara kurban edilmeyecek derecede benimsenmeli ve içselleştirilmelidir.

Ve yeni bir dil ile başlar ve zihin temizliği ile tamamlanır. Böylelikle ırkçılığı üreten ve yayan çoğu merkezlerin sonunu getirmekle kalmaz aynı zamanda ırkçılık ve nefret karşısında çeşitli güvenlik subaplarını oluştururlar. Ve halklar, kişiler ancak böyle böyle eşit ve özgür bir toplumun birer parçası olarak geleceğe güvenle bakabilirler.

Nefret söylemiyle siyasi cinayetler, işkence, kötü muamele ve linç girişimleri arasında bir bağ görüyor musunuz? Görüyorsanız örnekleriyle anlatabilir misiniz?

Bağ olmaz olur mu? En yakın tarihte Rahip Santoro, Hrant Dink, Malatya Zirve Yayınevi çalışanlarının katli, Danıştay hakiminin katli , Tahir Elçi’nin yine aynı şekilde katli, Sakarya’nın Hendek ilçesinde Kürt kimliğinden dolayı öldürülen Kadir Sakçı, kadın cinayetleri, trans kadın cinayetleri, muhalif grupların sokak eylemlerinde yoğun şiddetle karşılamaları ya da cinayete kurban gitmeleri ilk çırpıda nefret söylemleriyle hedef alınarak öldürülen ve aklıma gelen kurbanlardır. Ayrıca Toplumsal eylemlerde gözaltına alınan kadınlara uygulanan taciz ve uygulamalar. Gezi eylemlerinde yer alan kişilerin Alevi olarak emniyette sınıflandırılması gibi. Sur, Cizre operasyonlarında güvenlik elemanlarının mahallelerde ve evlerde anonsları, yazıları gibi bir çok eylemi söyleyebiliriz.

Nefret söylemiden nefret cinayetlerine giden süreçte her şey toplumun gözleri önünde yaşanıyor. Hrant Dink, Tahir Elçi cinayetlerinde olduğu gibi insanlar önce nefret söylemiyle linç ediliyor, sonra da öldürülüyor. Bunu nasıl yorumlamak gerekiyor.

Fikirleriyle ve yaşamlarıyla birer barış insanı olarak halkların güvenlerini ve gönlünü kazanmış,  önyargıların yıkımında ve toplumsal barışın inşasında birer köprü misyonları olarak ön plana çıkmış Hrant Dink ve Tahir Elçi önce nefret söylemleri linç edilip ve düşmanlaştırılarak yalnızlaştırılmak istenmiştir. Öldürülürken hem sahip çıkılmasın istendi hem de bu misyonlara sahip tüm kişilere birer gözdağı verilmek istendi. Ama halklar bu organize vahşet cinayetleriyle sinmedikleri gibi Hrant Dink ve Tahir Elçi ye sahiplenerek bu nefretin karşısında durarak organize katiller karşısında halen bir arada yaşamanın umudunu tekrar yeşertmiş ve yaşatmışlardır.

Türkiye’de nefret söylemi suç mu? Nefret suçu diye bir suç var mı? Uygar dünyanın nefret söylemi ve suçuna yaklaşımı nasıl? Karşılamalı olarak açıklayabilir misiniz?

 

Ayrımcılık ve nefret suçuna dair cezasızlık döngüsünü kıracağı söylemiyle ve Avrupa Birliğine uyum amacıyla 2014 yılında Türk Ceza Kanunu’na 122. Maddesine eklenen

Nefret ve Ayrımcılık başlığıyla bir düzenleme eklendi. Fakat bu düzenleme nefret suçunu ve ayrımcılık faillerinin etkin bir şekilde cezalandırmaktan çok uzaktır.Tüm çağdaş dünyada ayrımcı muameleye ve nefret söylemi ve diğer eylemlerine maruz kaldığını iddia eden tarafın iddiasını ispatlaması beklenmezken , Türkiye’de bu ayrımcılık suçu ceza kanununda bulunduğu için, ceza kanununun diğer maddelerinde de olduğu üzere ispat yükü davacıya yani mağdurun ayrımcılığa uğradığını ispat etmesi gerekiyor. İspat edilmediği durumlarda ceza mümkün değil. Ayrıca ayrımcılık suçunun sadece ceza kanununun konusu olamayacağı, ayrımcılık ve nefret suçuyla ilgili ayrı bir yasa çıkarılması gerekiyordu, bu yapılmadı.

 

Üstelik  ne ceza kanununda da ne başka bir kanunda  ne nefret, ne ayrımcılık ne de nefret suçunun ne olduğu tanımlanmıyor. Nefret ve ayrımcılıkla ilgili tanımların olduğu özel bir yasa olması gerekiyordu dediğim gibi ve bu da yetmez bir çok alanda karşımıza çıkacak bu suçun bir çok kanununda yer alması gerekir.  Yapılmadı maalesef. Ve yapılma niyeti de görünmüyor. Mevcut TCK deki 122. Madde nefret ve ayrımcılıkla mücadele etmekten çok uzak olduğu gibi ve uygulamada da etkin bir karşılık bulamıyor.

Nefret söyleminin yoğun olarak hedeflediği kesimlerin başında Ermeniler geliyor. Ermeniler, Asuri Süryaniler, Rumlar, Kürtler, Aleviler derken liste uzadıkça uzuyor; Ermeni soykırımının yaşandığı 24 Nisan’a az bir süre kaldı. Bir de bu mesele üzerinden nefret söylemini değerlendirin dersem ne söylersiniz?

24 Nisan 1915 yalnızca Türkiye İdaresi için geçmişi ile yüzleşme ve geleceğine dair daha demokratik bir gelecek için bir fay hattı değildir. 1915 tüm Türkiye Halklarının ve onların içinden çıkan siyasi yapılanmalar ve kesimler için bir yüzleşme hattıdır. Bu yüzleşmeyi gerçek  ve samimi anlamda yapamayan tüm kesimlerin geçmişini İnkar eden devlet aygıtını yüzleşmeye çağrısı da samimi olmaz ve devlet de geçmişini inkar etmeye devam eder. Son yıllarda çok hızla gelişen bir terapi ve yüzleme tedavi yöntemiyle örnek vermem gerekirse: çoğu kişini bildiği aile dizimi adıyla anılan bir terapi yöntemi var, Kişiler gruplar halinde uzman bir kişinin denetiminde geçmişinde ailesinden gelen bazı travmaları, yükleriyle yüzleşiri ve omuzlarına yüklenen bu yükten yüzleşerek kurtulur.

Acı veren bir yüzleşmedir ama kişileri özgürleştirsen ve geleceğe güven ve huzurla adımını atmak için olmazsa olmaz gibidir. Bazı kişi ve gruplar bunu belli farkındalıklarıyla kendileri yaparlar. Tüm toplumun, grupların, kişilerin ve nihayetinde de siyasal sorumluluk sahibi devletin bu yüzleşmeyi korkmadan ve güvenle yapabilmesi için cesaretle ve özgüvenle bu yüzleşmeyi yapmalıdır. Hem Türkiye için elzem bu hem de Türkiye kökenli olup yüzyılı aşkın bir süredir tüm dünyaya yayılmış tüm diasporası için.

Türkiye tarihinde eksik ve tartışmalı da olsa 1915 ile ilgili ilk taziye mesajı yayınlamış bugünün Cumhurbaşkanı sonra da kalkıp “ Afedersiniz ama bana Ermeni dediler” derse ya da bir önceki Cumhurbaşkanı da kendisine Ermeni denilmesine dava açarsa bunun yüzleşme olmayacağı çok aşikar.Sonra da neden Avrupa ve dünya ülkeleri bu konuda karar alıyor diye yakınmalarının da dünyada bir etkisi olmuyor. Aynı şekilde muhalefet partilerinin de.

İlginizi Çekebilir

Ragıp Duran : Kürt-Türk birlikteliği sadece medyanın değil, siyasetinin de kilit sorunu
Ruhê kurdî perçe perçe bûyî;divê em komî ser hev bikin

Öne Çıkanlar