Erdal Kızılırmak: Gölgedekiler

Yazarlar

Emekçiler ve ezilenler bu yıl, Newroz’a büyük ablukanın gölgesinde giriyorlar. Savaş ve barış bir yana, emek ve barış ilişkisinin ne olduğunu görmek için, yalımlar içinde tutuşan Ortadoğu’ya bakmak yetiyor.

Yaşamı anlatmak için çoğu zaman tarihe, sosyolojiye ve iktisada başvurulur. Biz bu kez en sıkıcı olana, yani sayılara başvuralım, kim bilir anlatılamayanı sayılar dile getirebilir.

Türkiye, bir özel güvenlik ordusuna sahip ve bu sektörde bir buçuk milyon emekçi ter döküyor. Diğer yandan son dönemde, özel bir politik istihdamın da sonucu olarak otuz beş bin bekçi emniyet teşkilatına alındı. Bu sayı asker ve polisler ile birlikte iki buçuk milyonu aşıyor.

Yeryüzünde bu sayıdan daha az “nüfusa” sahip devlet sayısı neredeyse elli iki.  Bu rakamlara, resmi olarak açıklanmayan Ülke içi istihbarat ve Suriye-Libya’da politik olarak konsolide edilen paramiliter güçleri de eklediğimizde kabaca Türkiye’de yaşayan her  27  yurttaşa karşılık bir güvenlik gücü düşüyor. Bu milyonlarca birey, teknik olarak hiçbir şey üretmiyor. 

Bütün bu çabanın tek bir amacı var “güvenlik”.  Oysa bu iktidarın her haykırışından, her politik tavrından “güvende değilsiniz”  cümlesi dökülüyor. Bu milyonlarca kadrosuna rağmen, “güvenlik” üretmek için topladığı vergilere karşılık,  histerik bir  “güvensizlik” ihraç ediyor. 

Peki, insani gelişmişlik kriterlerinde nedir halimiz ? Örneğin kişi başına düşen doktor sayısında AB içinde sonuncuyuz. Bu vaka yetmezmiş gibi,  son dönemlerde yurtdışında çalışmak için başvuru yapan hekim sayısında inanılmaz artış var.

Diğer yandan OECD verilerine göre Türkiye öğretmen başına düşen öğrenci sayısında, oldukça gerilerde yer alıyor. DİSK-AR Raporuna göre geniş tanımlı işsizlik oranı %28,7. Ayrıca yine aynı raporda üniversite mezunu olup, işsiz olanların sayısı 1 milyon 350 bine ulaştı.  Güncel değerler ile hesapladığımızda asgari ücret 375 dolara denk düşerken bu veri bizi;  AB içinde sondan ikinci yapmaya yetiyor. 

Kısaca bu iktidar, ucuz işgücü ile yabancı yatırımcı hayal ederken, yarattığı “güvensizlik” heyulası ile sadece kısa süreli “likit spekülasyon” misafir ediyor. O  misafir de, faizler düşerken ayrı, yükselirken ayrı rant elde ederken, her seferinde daha ucuzlayan bu Ülke ekonomik değerlerini sömürüp terk ediyor. Erdoğan ve ekibi, içeride dışarıda onu mengene gibi sıkıştıran çıkmazları içerisinde, uzatmalarda hırsla gol ararken,  gittikçe kalesinde daha çok pozisyon veriyor. Bu panik içinde, soyunma odası bağrışmaları maalesef tribünleri sakinleştirmiyor. 

Emekçiler bu hengame içerisinde çoğu zaman “kısa mesafeye” bakıyor ve göz dikiyor. Eriyip giden ücretleri, katmerleşen ve içinden çıkılması imkansızlaşan giderleri, yok olan umutları ve günün her saniyesinde ruhunu sıkıştıran endişesi ile işçi-emekçiler biraz daha uzağa bakmalı. 

Emekçiler başını biraz kaldırdığında, bütçenin dörtte birinin savunma harcamalarına ayrıldığını, Kürt sorununda barışçıl çözümün rafa kaldırıldığı bu koşullarda, göç, tarımsal üretimin tahribatı, ekolojik yıkım, Suriye iç savaşı ile bu topraklara sığınmış milyonlarca mülteciyi daha net görebilecekler.

Bütün bunlara, artık tek adam yönetimi ve onun tüm ülke ekonomisini birkaç ayrıcalıklı holding ve fona teslim ettiğini, eriyip giden sofralardaki itirazı, demir yumruk ile ezme çabasını da eklemek gerekir.

Bu topraklarda Newroz yaklaşıyor. Binlerce yıl öteden tarihin en büyük “ayağa kalkışını” en sınıfsal haykırışı ve ezilenlerin prangalarından kurtuluşunu bize tekrar hatırlatıyor. Demirci Kawa bir emekçi ve ezilendi. Bugüne çok benzer koşullarda, amansız sömürü ve katliam düzenine  karşı milyonlara öncülük etti. 

Emekçiler bu yıl da Newroz’u ıskalayabilir. O’nun tüm insanlığa, özgürlük ve emek çığlığı ile bezenmiş, halkların kardeşliği  ile donatılmış bir umudun pırıltısı olduğunu inatla görmek istemeyebilir. Hatta daha da ileri giderek, o’nu Kürtlerin özel gündemi ve öne çıkardığı bir slogan biçiminde düşünebilir. Hatta, emekçiler adına program inşa etmiş  politik örgütler de, Newroz’u Kürtlere sessizce endeksleyip, “zihinsel ve teorik barikat” kurabilir.

Gölgede kalabilir…

Kısa mesafeye bakıp, Demirci  Kawa’nın yalım yalım ateşini görmezden gelirken, arkasında kendisini kuşatmış “Dehhak’ın” cehennem alevlerini fark etmeyebilir. 

Ya da belki, kalıcı barışın neler getirebileceğini, güneşin sofrasında üretmenin, var etmenin,  paylaşmanın, özgürce korkmadan yaşamanın, kardeşçe dayanışmanın ihtişamını görebilir. 

Gölgeden çıkabilir… Başını kaldırabilir….Güneşe bakabilir…

İlginizi Çekebilir

Heybet Akdoğan: Erdoğan rejimi  ve Türkiye’nin ekonomik krizi
Temel Demirer: Klasik Müziğin Önemi

Öne Çıkanlar