Cezaevinde bir siyasi kadın tutsak olmak; yalnızca zincirlenmiş bir bedenin değil, korkutulmak istenen bir bilincin, susturulmak istenen bir halkın, bastırılmak istenen bir varoluşunun tanığı olmaktır.
Ancak bu tanıklığın edilgen olduğunu sananlar yanılır. Çünkü cezaevi, bir siyasi kadın için yalnızca sınanma yeri değil, aynı zamanda yeniden doğuşun, derinleşmenin, güçlenmenin v büyümenin mekânıdır.
Sen, bir kadınsın.
Ve bu sistemin senden korktuğu en büyük şey, yaşamı taşıyan olmandır. Çünkü kadın, sadece doğuran değil; büyüten, koruyan, örgütleyen ve değiştiren varlıktır.
Ve sen bir siyasi tutsağın kimliğinde bunu en çıplak haliyle yaşarsın.
Yıllarca okuduğun kitaplar, gece sessizliklerinde yazdığın satırlar, yoldaşlarınla yapılan derin sohbetler… Bunlar sadece bilgi değildir.
Bunlar halkını daha çok tanımanın, sömürgecini daha net görmenin, sisteme karşı bilinçle donanmanın yollarıdır.
Ve bu donanım seni her gün biraz daha büyütür.
Beden yaş alır, saçlar ağarır belki, ama ruh gençleşir. Çünkü sen yaş aldıkça hayata daha derin kök salarsın. Çünkü senin felsefen yaşamdır — direnişle iç içe, sevgiyle dokunmuş bir yaşam.
Ve bu yaşamın adı bellidir: Jin, Jiyan, Azadî… Kadın, yaşam, özgürlük. Bu üç kelime, sadece bir haykırış değil; bir dünya görüşü, bir varoluş biçimidir.
Kadın varsa yaşam vardır.
Kadın özgür değilse, toplum köledir.
Kadın bilinçliyse, özgürlük toprağa kök salar.
Cezaevi duvarları bu sözü bastıramaz. Çünkü bu söz, toprağın sesidir, suyun hafızasıdır, halkların vicdanıdır.
Sen içerideyken bile yaşamı örgütlemeye devam ediyorsun. Bir dikiş ipliğinde sabrı, bir kitaptaki cümlede umudu, bir koğuşta kardeşliği kuruyorsun.
Her mektubunda dışarıya bir iz bırakıyor, her duruşunla bir yürek uyandırıyorsun. Senin direnişinle, dışarısı anlam buluyor.
Senin varlığınla, biz yönümüzü kaybetmiyoruz.
Sen bir siyasi kadın tutsaksın — ama aslında özgürlüğün kendisisin.
Ve biz biliyoruz:
Jin jiyan azadî diyerek attığın her adım, zincirleri değil, karanlıkları kırıyor…
/Kayseri Bünyan Kadın Kapalı Cezaevi/