Fırat Aydınkaya: Kürt Demokrasisi Üzerine Yeniden Düşünmek

Yazarlar

Bu yazıyla birlikte Nupel sitesinde bir yılı geride bırakmış olduk. Bir yılı dolduran yazı maceramız benim için keyifli ve öğretici, Nupel için ise muhtemelen meşakkatli ve başa bela bir süreç oldu.  Yine de hasbi bir muhasebe yapmam gerekiyor. Dikiz aynasından geriye dönüp yazdıklarıma baktığımda arkamda silüeti beliren şeyin, Kürt toplumunun müzmin sorunları olması yeterince can sıkıcı. Bir bakıma bizi yolumuzdan eden, yolda ağırlık yapıp hızımızı kesen yani yolculuğumuzu zehir eden konuları yazıp durmuşum. Kürtlerin “demokrasi sıkıntısı”na el atmışım tastamam. Bu yazıda ise mevzuyu daha sarih kılma derdindeyim.

Kürtlerde demokrasi meselesini konuşmak bolca “u dönüşü” olan uçurumun kenarında yol almaya benziyor. Ne var ki bu makus talih aynı zamanda Kürtlerin modern tarihinin de yazgısı. 1918 yılında Jîn dergisinde E.Rehmi Kürt çocuklarını Avrupa’ya gönderip batı müktesebatını Kürt toplumuna transfer etmekten bahsediyordu. Bu andan itibaren Kürtlerin yüzü batıya dönük, saatleri demokrasiye kurulu. 

Fakat şu da var ki hem rejim olarak hem de bir fikir olarak demokrasi varoluşsal krizlerle yüz yüze. Böyle bir ortamda demokrasi fikrini yazı konusu etmenin risklerini de tamamen farkındayım. Liberal düşünürlerin “tarihin sonu” hikayeleriyle zaferini ilan ettiği demokratik rejimler bugün büyük çöküş yaşıyor. Bu çöküş Kürtleri ilgilendiriyor hassaten, iki manada hem de. Tarihsel olarak Kürtlerin haklarını gasp eden rejimler bu çöküşten vitamin damıtırken, öte taraftan toplum olarak Kürtler de yeni ama hayli sert bir “demokrasisizleşme sancısı” ile kıvranıyor. 

Mevzuya dalmadan önce demokrasiden ne anladığımı açık etmem şart. Demokrasiyi bir rejim, bir idare biçimi, bir sınıf ayarı olarak görmediğimi baştan belirtmek isterim. Daha çok Mouffe gibi düşünüyorum ben de, demokrasi esasen yürünen yolda, süreçlerde, mücadelenin seyrüseferinde takip edeceğimiz bir eylem kipi, bir değer aralığı. Bu yüzden demokrasinin kuramsal olarak fark yaratacağı eşik, ezilenlerin talepleri kadar ettikleriyle de sıkı sıkıya bağlı.  

Demokrasi kavramı esasen ikinci dünya savaşı sırasında Kürtlerin siyasal kamusunu etkisi altına aldı. Bu dönemki yazımda kullanılan demokrasi (dimokrasi) kavramı Kürt meselesini değil Kürdistan meselesini çözmeyi amaçlayan bir muhtevaya sahipti. Bu yüzden Kürtleri inkar eden rejimlerden demokratikleşme beklentisinden çok, dünyanın süper güçlerine ahde vefa ilkesi veya kendi kaderini tayin hakkı dolayımıyla seslenen bir hak arama hakkını imliyordu. Kürt siyasal kamusunun bitabii kendilerinin de demokrat olması icap edebileceği fikriyatını temellük etmesi çok sonra mümkün olabildi hem de olabildiğince relaks bir frekansta.    

Esasen öteden beri zalim rejimlere karşı destansı mücadelelere girişen Kürt yöneticilerin zor zamanlarda şaşmaz bir şekilde demokrasi muhibi oldukları halde, mevzunun Kürt toplumuna dönük içsel bir demokratik talebe tesadüf ettiğinde bu sefer demokrasiyi bir “şaibe objesi” olarak görmesi bahse konu relaks durumla alakalı. Fakat buna rağmen demokraside (hususen doğrudan demokraside) ısrar etmemiz gerekiyor. Bir keresinde Fanon, Cezayir Bağımsızlık Savaşı sırasında kültürün askıya alınıp alınamayacağını sorgulama gereği duyuyordu. Bu yazı da bitamam yürütülen mücadele sırasında kendi içimizdeki demokrasinin askıya alınıp alınamayacağını sorgulama amacını güdüyor.  

Kürt coğrafyasının her dört parçasında da mücadeleyi yürüten ana akım organizasyonların isminde demokrasi sözcüğünün kallavi şekilde yer alması elbette tesadüf değil. Kürtlerin birlikte yaşadığı halklarla sorunlarını çözme noktasında demokrasi fikri Kürtlerin gözünde öteden beri modüler bir işleve sahip. Hatta Bakur’da mücadele yürüten Kürtlerin en büyük partisi “radikal demokrasi” stratejisi uyarınca ülkede (aslında olmayan) demokrasiyi demokratikleştirmek gibi maksimalist bir hedef güdüyor.

Yeni faşizm unsurlarınca konsolide edilmiş totaliter bir rejimde radikal demokrasinin nasıl sınav vereceği konusunda müellifleri olan Laclau-Mouffe bile müteredditken bu projede ısrarcı olmak herhalde yalnızca Kürtlere özgü bir gözü karalık. Ne var ki konumuz Kürtlerin dahili demokrasisi, hariçten demokrasi talebi değil.

Mamafih bu meseleyi konuşmak beklendiği kadar pürüzsüz değil. Konuyu zorlaştıran başlıca amil, kolonyalist çembere alınmış bir halkın egemenlere karşı demokrasi mücadelesi verirken bu mücadeleyi kendi içinde nasıl pratize edeceği veya edip edemeyeceğidir. Ve dahası bin bir emekle yürütülen demokrasi çabasının mevzu bahis kolonyal iştahı gerileteceği de muammayken içsel demokrasi meselesini konuşmak bazılarına fantezik de gelebilir.

Ne var ki demokrasi mücadelesi veren bir halkın hiç değilse asgari ölçülerde demokratik standartlara riayet etmesi de beklenir. İşin doğası gereği hasımlarını demokrasiye davet eden yapıların da asgari ölçülerde demokratik standartlara sahip olması gerek. 

Yine de burada bizi bekleyen bir dizi demokratik paradoksla yüzleşmemiz icap eder. Hususen demokrasi mücadelesini şiddet araçlarını da işin içine katarak yürüten bir mücadele biçiminin veya şiddet tekelini elinde bulunduran bir kurumsal yapının Kürtler arası demokrasi meselesinde veya Kürt fertleriyle olan münasebetinde problem yaşaması kaçınılmaz. Burada Fanonist literatürün muazzam kör noktasına bakmak bir fikir verebilir bize. İlkinde Fanon buyurmuştu: “şiddet özgürleştirir”, ikincisinde ise Sartre buyurmuştu: “Şiddet iyileştirir”. Fakat her ikisinin de aynı kesinlikte “şiddet demokratikleştirir” tabirini kullanmadığının altını çizelim. Şiddet ne lehine kullanılan ne de aleyhine kullanılan toplumu demokratikleştirir, hatta ters tepen pratikler dünya tarihinde epey yaygın. 

İşin gerçeği şiddet ne özgürleştirir, ne iyileştirir ne de demokratikleştirir. Bahusus Fanon’un şiddet sayesinde özgüven ve inisiyatif kazanan kitlelerin, önderlik eden kişilerle eşitlenerek, kimsenin kendini “kurtarıcı” olarak takdim etmesine izin vermeyeceğine dair iddialı tespiti de doğrulanmadı. Zira dünyadaki ulusal kurtuluş mücadelesi tarihi, Mesih enflasyonuyla namdar.

 Konuyu ele almayı zorlaştıran bir başka husus ise tarihten bugüne Kürt liderlerinin içsel demokrasi manifestosu mahiyetinde bir metin kaleme almamış olmalarıdır. Kürtlerin haklarını gasp eden rejimlerin ne şekilde demokratikleşeceklerine dair onlarca demokrasi reçetesi sunulurken aynı şeyin Kürtlerden esirgenmiş olması üzerine düşünülesi bir durum. 

Özetle Kürtlerin iç hukukunu tanzim eden on emir mahiyetinde bir metin yok elimizde. Ne Mele Mustafa bu manada bir şeyler yazıp bıraktı ne de Qasımlo. Ne Dr. Şıvan bu konuya el attı ne de sistematik olarak Öcalan. Fakat yine de Şeyh Abdülselam Barzani’nin doğrudan demokrasiyi teşvik eden sistem kurucu mahiyetindeki özel çabalarının hakkını teslim etmek gerek.

Kürtlerin metinsel liderliğinin neredeyse biricik amacı Kürt bireyine bilinç aşılamak, onu ayağa kaldırıp tarihe geri kazandırmak ve haklara sahip olma hakkını doktrine etmekti. Nitekim elinden tutulup ayağa kaldırılan Kürt bireyinin belirlenen mücadele rotasında yürümesi istendi sıklıkla. Yeri geldiğinde kendi şahsi haklarını da kendini de feda etmesi istendiği gibi bila şart Kürtlerin kolektif haklarının tavizsiz öznesi olması biricik amaç olarak önüne kondu. Haliyle Kürtlerin devrimci mücadelesinin pedagojik özne üretimi paradoksal bir ethosa karşılık geliyor. Temel haklarını çiğneyen eğer Kürtlerin geleneksel hasımlarıysa aktif özne, ama eğer temel haklarını çiğneyen bağlı bulunduğu yapıysa bu sefer pasif/dilsiz özne. 

Gerçek şu ki bugün artık “tek boyutlu özne” tasarımlarıyla anti kolonyal mücadeleyi yürütmek muhal. Baskıcı rejimlere karşı epik bir kavrayışla başkaldıran bir Kürt, kendi mücadele arkadaşları kritik bir hata yaptığında susuyorsa, susmak üzerine terbiye edilmişse burada açık bir demokratik paradoks ile karşı karşıyayızdır demektir. 

Daha açık konuşmak gerekirse bireysel özgürlük arayışının, kolektif özgürlüğün karşıtıymış gibi bir hava oluşturulması Kürt demokrasisinin ahlaki arka planının öteden beri esas krizini teşkil ediyor. Velhasıl bireysel açıdan kendi kaderini tayin etme hakkı, kolektif kendi kaderini tayin etme ilkesiyle çatıştığında yani ödevle irade karşı karşıya geldiğinde ne yapacağız?

Bir imkan olarak eğer Kürt demokrasisi payidar olacaksa bu ancak özgürlüğünü farkında olan Kürt bireylerin yurttaşlık edimleriyle söz konusu olabilecektir. Spivak’tan ilhamla madun konuşmalı, konuşabilmeli, yurttaşlık edimleriyle hesap sorup sorgulayabilmeli. Kürt mücadelesinde aktif olarak çalıştığı halde sonradan kendini geri çekenlerin devasa bir topluluğa denk düşmesinin bir sebebi de madunun kendini bihakkın ifade edememesi. Mücadele geleneğimizde hakikati söylemek veya eleştirel tutum takınmak neden hala cesaret gerektiren bir edim? Hiç birimizin şahsi bir risk almadan korkusuzca konuşamaması, konuşurken eleştirel sözcükleri yutkunmak zorunda kalmamızda bir sorun yok mu? Peki ama bizim konuşuyor olmamızı, eleştiriyor olmamızı tehlikeli kılan şey nedir?       

Gerçek şu ki, iktidarın kendilerine doğuştan bahşedildiğine ya da yetenekleri nedeniyle kendilerine verildiğine inananlar Kürt toplumu dahilinde, Kürt tipi bir demokrasi inşa etmiş durumda. Başka bir ifadeyle demokrasiyi hanedanın mülkü olarak gören veya ideolojik sermaye olarak gören anlayışlar Kürt siyasal kamusunu mobilize ediyor. Burada keyfiliğin egemenliğinden ilhamla demokrasiye zımni bir direnişin olduğu aşikar. Kürt yapılarına sirayet eden bu anlayışı besleyen en önemli amil, demokratik kriterlerin pratize edilmesi halinde halkın tarihsel mücadelesinde bir gevşeme ya da düzensizlik sürecine girerek yoldan çıkacağı kuşkusudur şüphesiz. Demokrasi fazlalığının rehavete sebebiyet vereceği, mücadeleden alıkoyabileceği ve bu şekilde yapının dağılma süreci içine girebileceğine dair septik tutumlar Kürt demokrasinin icrasının önündeki en büyük psikolojik bariyerdir hala. 

Kolonyal makineyle ezilen bir halka, kolonyalizmle hesaplaşma bitmeden demokrasiden bahsetmenin anti kolonyal mücadeleyi akamete uğratacağı düşüncesi self kolonyalizmin bir türevi gibi görünüyor. Anti kolonyal mücadelenin demokrasi ile verilemeyeceğine dair kanonik tutumumuzu bugün artık tartışmanın ve gözden geçirmenin vaktidir. Fakat ne olursa olsun karşısında mücadele yürütülen rejimleri demokrasiye davet ederken, kendini bundan muaf kılmak belalı bir durumdur daima. 

Bir keresinde Bernstein, demokrasinin gelişmesi yoluyla işçinin proleter olmaktan çıkıp yurttaş haline gelebileceğini iddia ediyordu. Görünen o ki Kürt toplumunda demokrasinin gelişmesiyle sömürge imalatı Kürt, zincirlerini koparıp atmış özgür ruhlu bir Kürt haline gelebilir.  

Bununla birlikte Kürt siyaset geleneğine eşlik eden en az iki anti demokratik kavrayışın da altını çizmek gerek. Aydınlanmacı bir geleneğin içinden gelen her devrimci mücadele pratiğinin içinde az biraz totaliter gıda barındırması artık vakay-i adiyeden. Nitekim neredeyse bütün Kürt örgütleri toplum ve örgüt ikiliğini ortadan kaldırarak kendilerini simgesel olarak halk olgusunda biricikleştirir. 

İkincisi ise aydınlanmacı öğretinin kaçınılmaz sonucu olarak aydınlatan ve aydınlanan düalizminin orta yere kurulması. Her iki durumun öyle ya da böyle toplum içinde sert bir hiyerarşi inşa ederek eşitlik fikrini askıya aldığı ortada. İlkinde hareket, kendisinin Kürtlerin yegane temsilcisi ilan edip geriye kalanları işbirlikçi ilan ederken, ikincisinde ise kendisini pastoral iktidarın temsilcisi olarak çoban, halkı ise güdülesi sürü olarak görür. 

İlaveten neredeyse bütün Kürt hareketlerinin “öncü güç” mitolojisi uyarınca aktive edildiği herhalde inkar edilemez. Öncü gücün direksiyonda olduğu bir makinede halk ancak yolcu olarak bir yerden bir yere taşınan bir emanetten öte değil. Bu kavrayışın eşitliği askıya alan bir pratik olduğu yeterince açık. Halkı yalnızca aydınlanmış öncü bir elitin kurtarabileceği miti, politikayı askerileştirdiği gibi demokrasiyi de askerileştirmekte bir beis görmez. Öbür taraftan demokrasi “müphemlik bilimi” olmasıyla bilinir. 

Ne var ki devrim tarihinin bize gösterdiği üzere devrimciler her zaman ilk kurşunu müphemliğe sıkar. Devrim demek hız demek, hızın cari olduğu bir iklimde ise demokrasi her zaman ayak bağı olmaya namzettir. Demokrasi ile devrim arasındaki gerilim ezeli bir konu fakat gerçek şu ki devrimi güzelleştiren şey onun demokrasi ile yıkandığı biricik andır. 

Öte taraftan Kürt politik alanlarını ve politikanın bizzat kendisini de demokratikleştirmek gerekebilir. Sözgelimi sıradan bir Kürt bireyin eğer kapıları açmaya yarayan sihirli bir soyadı yoksa veya mücadele yürüten üst elitlere yakınlığı yoksa bu kişinin herhangi bir kurumda temsilci olma, üst noktalarda görev alma ihtimali var mıdır?  

Oğlu savaşmaya giden yoksul bir ebeveynin, savaşa veya barışa karar verme süreçlerine etki etme potansiyeli var mı? Şehrin yoksul mahallerinde Kürtlüğü yaşatmaya kendini adayan bir gencin sağlam bir referansı olmadan genel merkezde tertip edilen sıradan bir toplantıya bile katılma ihtimali var mı? 

Kabul edelim ki dört parçadaki Kürt yapıların karar alma süreçleri çoğunlukla yoksulların, bağlantısızların, kadınların ve azınlıkların etki etmelerine neredeyse tamamen kapalı. Bu bir yönüyle Kürt demokrasisinin temsili demokrasiye bürünmesinin kaçınılmaz sonucu. Eğer bu model ile devam edeceksek sıradan Kürde düşecek yegane şey yürüyen bir oydan veya basın açıklaması müdavimliğinden öte değil. 

Öte taraftan herhangi bir siyasi angajmanı olmayan bir Kürdün, olası Kürt olarak görülmesi bir başka sorun. Söz gelimi özyönetim süreçlerinde “kendisine buyurulanı” yapmayan Kürdün tecziye edilmesini nasıl okuyacağız? Bu kişileri Kürtlük alanının dışına atmak mümkün mü? Değilse mücadele sırasında bu kişilerin temel insan hakları nasıl garantiye alınacak? 

Temsili demokrasi bahsinde konuşulması gereken bir başka mesele nepotizm ve atanmışlık meselesi. Sözgelimi Başur’da parti liderliği için genç Barzanilerin ve genç Talabanilerin sahneye çıkışının demokratik kriterleri nelerdi? Liderliğe getirilenlerin soyadının üzerini kapattığımızda aynı kişiler aynı konuma gelebilirler miydi? Bakur’daki liderlerin sahneye çıkışı veya inişinin de demokratik süreçleri benzer şekilde keza. Burada siyasal katılım yolları kapalı olduğu gibi, nesep yasasına tam bağlılık, ideolojik merkezlere biat, atanmış olana duyulan sonsuz güven ve de göstermelik kongre süreçleri doğrudan demokrasiyi imkansız kılan sorun alanları. 

Hülasa sorun şu ki, ne kadar mükemmel olursa olsun Kürtlerin hakları için yürütülen demokrasi mücadelesi kendiliğinden kendi içimizdeki demokrasiyi mümkün kılmıyor. Fakat şu da var ki Kürt mücadelesinin kazanımları arttıkça demokrasi çıtası her seferinde yükselirken, kazanımlar kaybedildiğinde demokratik süreçler gerisin geri geliyor. Şu son beş yıldaki talihsiz gerilemeye eşlik eden yegane şey “demokrasisizleşme süreci” oldu nitekim. 

Beş yıl öncesine göre Kürtlerin kadına şiddet başta olmak üzere farklı olana saygı, ifade hürriyeti, diğer Kürt partilerini kendinden bilme gibi demokratik duyarlılıklarında ciddi bir gerileme söz konusu. Hatta öyle ki talihsiz tarihimizde bizi gölge gibi takip eden “birakujî” söylemleri dahi gömüldüğü yerlerden tekrar çıkarılıp piyasaya sürüldü. 

Sonuç olarak iki yüz yılı aşan direniş geleneğimizi ve daha önemlisi direniş etiğimizi demokratikleştirmek zorundayız. Bugün bizim için demokrasi bahsinde sorulacak soru şudur: Kürtlerin baskıcı rejimlere karşı haklı mücadelelerini güçlendirecek bir kavrayışla demokrasimizi işler hale nasıl getirebiliriz? Baskıcı rejimlerden demokrasi talep eden Kürt yapılarını örgütsel ve zihinsel olarak nasıl daha çok demokratikleştirebiliriz, bu yapıları muarızlara benzemekten nasıl alıkoyabiliriz? Çökmeye yüz tutan demokrasimizi hangi araçlarla, nasıl ve ne şekilde yeniden icat edebiliriz? 

Ezcümle Kürtlerin temellük ettiği ideolojilerin demokrasiyi kör noktalarında askıya almasına seyirci kalamayız. Tüm bunları konuşurken Rosa Luxemburg’un Lenin’e söylediği veciz sözü kulağımıza küpe yapmalıyız belki de: “Özgürlük her zaman başka türlü düşünme özgürlüğüdür.”

Bu sözü Kürt demokrasisinin kurucu ilkesi yaparsak demokrasimiz yeniden ayağa kaldırabiliriz ancak. Zira Kürtlüğün demokrasi kodları giderek zayıflıyor. Öcalan geçmişte “sosyalizmde ısrar insan olmakta ısrardır” demişti. Bugün ise ihtiyacımız olan şey demokrasi. Öyleyse “demokraside ısrar Kürtlükte ısrardır” bugün için.           

   

İlginizi Çekebilir

Muhittin Beyaz: Ekolojik Belediyecilik
Hasip Kaplan: Enerji Mafyası

Öne Çıkanlar