”Kürt halkının hiç değilse bir statüye kavuşmadan, postkolonyal sulara açılması, demokratik ulusun düğmesine erken basılması, Kürt halkını ve taleplerini, devletli halklar bahçesinde sahipsiz bir çiçek hükmüne getirecekti. Getirdi de…”
*
Araştırmacı yazar ve hukukçu Fırat Aydınkaya, kültür-sanat ve siyaset dergisi dilop’a seçimler üzerinden Kürt siyasetiyle ilgili değerlendirmelerde bulundu.
Gazeteci Bület Ulus’un Aydınkaya ile yaptığı söyleşiden öne çıkanlar şunlar:
”Kürt siyasetindeki fetret devri giderek kronik bir hâl alıyor. Ortadoğu’nun en dinamik kitlesine sahip bir hareketin fetret devrinde patinaj yapması ilginç bir durum her şeyden önce. Sebebi her ne olursa olsun, Kürt siyasetinin barış sürecinden sonraki siyasi kompozisyonu çökmüş durumda. Bu hâliyle yürüyecek yol kalmadı.Her ne kadar Kürt hareketi yaptığı son hamlelerle arabanın yolda patinaj yapmasını arabaya ve şoföre bağlayıp peş peşe araba ve şoförü değiştirse de bunlar palyatif tedbirler. Sorun arabada değil zira, sorun yolun bizzat kendisinde.
Bana kalırsa bunun en büyük sebebini de son on beş yıllık ideolojik düzenekte aramalı. Daha açık konuşayım müsaade ederseniz. Bu açık bir şekilde ideolojik bir kriz, hem de çifte kriz; yani hem postkolonyalizmin krizi hem radikal demokrasinin krizi. Postkolonyal okumaların tesiriyle Kürtlük ve Kürdistan mefkuresi nostaljik bir taşra esintisine dönüştü. Sınıfsal ezilmişlik aciliyeti olmayan, müstakbel bir demokratik devrimin ertesine bırakıldı. Bu şekilde Kürt siyaseti ezilenlerin siyaseti olmaktan çok orta sınıfların statü talebine aracılık eden, çevreden merkeze doğru hareket eden bir filika hâlini aldı.
Sonuç itibarıyla fetret devrini kronikleştiren şey, ayarı bozulmuş bir siyasi refleks değil, kadro sosyolojisi de değil, tek başına carileştirilen pratik repertuar hiç değil. Olan şey basitçe ulusal kurtuluş siyasetlerinin gecikilmiş kriziydi. Rojava’nın sinerjisi bunu bir miktar geciktirse de Kürt hareketi eninde sonunda bu krizle yüzleşecekti.
‘Kürt siyaseti Kürtlere daha iyi bir Türkiye vadediyor’
Bugün itibarıyla Kürt siyaseti, Türk toplumuna daha çok demokrasi, Kürtlere ise daha iyi bir Türkiye vadediyor. Türk toplumu, Türk demokrasisine halel getirecek çoğulcu bir demokrasi fikrine kapalı görünüyor. Öyle ki bırakalım anayasanın ilk dört maddesini, darbe anayasasının 66. maddesinin değişimini dahi kabule yanaşmıyor. Bu koşullarda Kürt halkına vadedilen daha demokratik Türkiye vaadi ise Kürtleri kesmiyor. Kesmediği için de Kürt toplumunda ciddi bir sorgulama ve değişim eğilimi var. Bu değişim iştiyakı beni umutlu kılıyor açıkçası. Kürt halkı çözüm sürecinden bu yana üzerine serilen ölü toprağını çekip atmışa benziyor. Yakın dönemdeki Van örneğini hatırlayalım mesela.
Ancak ne yazık ki Kürt siyaseti de Kürt basını da hâlâ bu değişime ayak uydurabilmiş değil, hatta bir ölçüde direniyor. Kürt halkının antikolonyal ruhu, Kürt siyasetini ve basınını muhasaraya almış görünüyor. Bu iyi bir şey. Kürt basınının, Kürt siyasetine oranla bu muhasaraya daha çok direnmesi ilginç elbette.
‘Orta sınıf, Kürtler adına konuşma yetkisine el koydu’
Kürt halkının ezilen kesimleri, tarihlerinin bizzat öznesi olduğu hâlde, partinin yönetsel süreçlerinden dışlanarak konuşamaz hâle getirildi. Orta sınıf, Kürtler adına konuşma yetkisine el koydu, epey zamandır. Oysa orta sınıf mücadele etmez, mugalata yapar. Kaybedecek şeyleri vardır, statüsünü riske atmaz. Bu sebeple orta sınıfla ne anti kolonyal mücadele verilir ne de totaliter rejimlere karşı demokrasi mücadelesi verilebilir.
Daha önemlisi Kürt siyasetinin odağı dağılmış bir görüntü veriyor. En azından eskisi gibi Kürtlüğün odağında olduğu bir siyaset örüntüsü yok. Dürüst olalım, ezilen sınıfları odağına alan bir sınıf siyaseti de yok. Daha evvel söylemiştim, tekrar edeyim, Gurnah romanlarının kurgusunu andırıyor Kürt siyaseti. Elini masaya vuramayan, kimi sembolleri dekor olarak kullanan, Ankara’daki plazalardan halkına bakan, Kürtlük yorgunu bir toplama siyaset biçimi. Başka bir ifadeyle odasına Mandela posterini astığı hâlde, beyaz bir İngiliz ile evlenmek uğruna, müstakbel kayınpederinin gözüne girmek için, kendisini “zenciliği” ile ilgili kaba esprileri yutmak zorunda hisseden bir karakter gibi davranıyor.
Kürt siyasetinin modere ettiği politika sistemin lehine işliyor. Şöyle ki: İcra edilen meclis siyaseti de yerel yönetim siyaseti de Kürtleri sistem/düzen-içileştiren bir işlev görüyor. Hayır sadece meclise girmek suretiyle anti Kürtlük zemininde inşa edilen yeni rejimi meşrulaştırmaktan bahsetmiyorum. Bu var elbet ama ötesi de var. Sistem içi muhalefete ruh üfleyerek yapıyor bunu, onu ayakta tutarak, onu alternatif hâle getirerek yapıyor bunu. Topal Osman muhibini iki kez üst üstte seçtirerek, düzenli 30 Ağustos’u kutlayan bir oluşumu meclise taşıyarak yaptı, yapıyor.
Bu minvalde üçtür, 24 Nisan’da şahit olduğumuz üzere, Ermeni soykırımına, soykırım diyememek gibi bir garabet de var. Nereden tutarsanız elinizde kalacak bir mesele. Ne denebilir ki: Sistem-içileşmenin en net icabeti burada.
DEM Parti sürecini mümkün mertebe izlemeye çalıştım. Özeleştiri süreçlerini takip ettim ilgiyle. Büyük oranda bu süreçler “Evet yanlışlar yapıldı ama bir sor neden yapıldı.” kıvamından öteye geçmedi. Orta sınıf siyaseti izleyenler, yereldeki örgüt temsilcilerine gidip günah çıkardı, hepsi bu kadardı. İşin gerçeği eğer gerçek manada sine-i millet paradigmasına uygun olarak halka dönüş stratejisi izlenseydi, yolun yeniden tayini bağlamında iyi işler yapılabilirdi. Dolayısıyla halka dönüş değil, partinin yerel bürokrasisine dönüş yapıldı. Arabanın şoförleri değişti, tekerleklerine hava basıldı, çizik yerlerine boya sürüldü falan. Fakat yine de hakkını yemeyelim, ön seçim, doğrudan demokrasi alametiydi. İyi düşünüldü, kötü yönetildi.
‘Kürt hareketi ideolojik makas değiştirdi’
Ben öteden beri temel sıkıntının daha derinlerde olduğunu düşünenlerdenim. 2010’lu yılların başında, yani çok erken bir tarihte, Dipnot dergisinde gidişatın Gramsci’ye atıfla Kürtler açısından “pasif devrim” teorisine doğru bir gidiş olduğunu yazdım. Gelişmeler ve aradan geçen yaklaşık on beş yıllık süreç beni teyit etmiş görünüyor.
Kürt hareketi -pek kimse görmek istemese de- muazzam bir dönüşüm yaşadı, ideolojik makas değiştirdi, yeniden formatlandı. Kolonyalizm karşıtı ideolojisini askıya alıp, postkolonyalizmin bütün repertuarını sahaya sürdü. Oysa sınıfsal olana lakayt, ulusal mücadelenin özgürlükçü çizgisini son kertede yük gören bir ideolojidir postkolonyalizm. Büyük oranda orta sınıfın mülküdür, hem sınıfı hem de ulusal olanı sermayeye dönüştürme konusunda azimlidir.
Kürt halkının hiç değilse bir statüye kavuşmadan, postkolonyal sulara açılması, demokratik ulusun düğmesine erken basılması, Kürt halkını ve taleplerini, devletli halklar bahçesinde sahipsiz bir çiçek hükmüne getirecekti. Getirdi de.
Bu ideolojik tıkanıklığın bir sebebi de Kürt siyasetinin Öcalan olmaksızın ideoloji üretmekten imtina etmesi. Onun mutlak izolasyonu bütün bu manzarayı daha koyulaştıran, ideolojik hattı donuklaştırıp, üretkenliğini bitiren bir vasata mahkûm etti. Kürt hareketi gibi son derece dinamik bir hareketin son sekiz yıldır yalnızca bir kavram üretmesi (üçüncü yol) aklın alabileceği bir şey değil.
Bu kısırlığı son iki seçim boyunca yakinen hissetmiş bulunduk. Mebusların ya da belediye başkan adaylarının ulusal mücadeleye dair peltek konuşması epey dikkat çekiciydi örneğin. Son seçimde mesela nasıl bir yerel yönetim modeli icra edileceğine dair akılda kalan neredeyse tek cümle sarf edilmemesi tuhaf değil mi? Seçim sonrasındaysa Van’daki mazbata meselesindeki kararlı duruş ve Kürtçeye vergi indirimini dışarıda bırakırsak çoğu başkanın, Türkiye’nin herhangi ezilmiş bir taşrasında seçilmiş gibi konuşması sizin de dikkatinizi çekmiyor mu? Kürt toplumunun doğrudan demokrasi ihtiyaçlarını karşılamak yerine taşra kentlerinin müzmin sorunlarından bahsetmelerini nasıl yorumlamalı?
‘Efendilerden efendi beğen siyaseti’
Seçimde izlenen siyaset benim açımdan efendilerden efendi beğen siyasetiydi. Açık konuşalım, behemehal efendi şıkkına basma siyaseti Kürt siyasetinin bütün ütopyalarının içini boşaltıyor. Traverso’nun harikulade tabiriyle söylersem, Kürt siyasetinin efendi albümünden efendi beğenme stratejisi “ütopya tutulması”na kapı aralıyor.
Kim ne derse desin, Postkolonyalizmin en büyük yıkımı devrim fikrini askıya alması oldu. Türkiye’deki Kürt siyaseti epey zamandır devrim fikrini hatta kavramını dahi unutmuş görünüyor. Devrim fikri olmaksızın bir eşitlik talebi mümkün mü? Devrim ütopyası olmayan bir siyaset, bir bürokrasi siyasetine dönüşür. Bürokrasinin varlık sebebi zaten efendiye itaat etmektir, efendi yoksa bile onu yaratmaktır biliyorsunuz.
Bunu sınıf perspektifine uygularsak belki daha iyi anlaşılır diye umuyorum. Proletaryanın bütün mücadelesinin daha iyi bir patron bulmak üzere yürüdüğünü düşünebiliyor musunuz? Kim bizi daha az ezecek, kim bize daha şefkatli tokat atacak stratejisi ezilenlerin stratejisi olabilir mi?
Açık konuşayım efendilerden efendi beğenme bir siyaset biçimi değildir, bir itaat biçimidir. Bundan behemehal sıyrılmak icap eder. Postmodern romanın kurucularından Calvino dahi romanlarında bir yerden sonra dayanamaz ve kahramanlarına “Kahrolsun efendi” sloganı attırır. Kürt siyaseti, eğer postmodern roman kurgusunun dahi gerisine düşecekse gidip Monaco’da ıstakoz yesek yeridir.
‘Kürt siyasetinin bir sınıf politikası yok’
Birbirimizi kandırmaya gerek yok, Kürt siyasetinin karar alma süreçleri epey zamandır orta sınıf temsilleri ve onunla uzlaşma hâlindeki kimlik aristokrasisinin mutabakatıyla iş görüyor. İkisini de açmam gerek izninizle.
Kürt siyasetinin orta sınıf karakteri hassaten aday belirleme süreçlerinde, meclis siyasetlerinde ve aday profillerinde kendini dışa vuruyor. İlginç bir şekilde Kürt orta sınıfı, epey zamandır kelimenin gerçek anlamıyla iktisadi olarak ezilen Kürt kitlelerinin temsilini üstleniyor. Bu kadro sosyolojisinin içinde siz bana yoksul bir köylü, yoksul mahallelerinde yevmiye usulü çalışan bir işçi, gündeliğe gidip boğaz tokluğuna çalışan bir kadın emekçisini gösterebilir misiniz? Bu kişilerin Kürt siyasetinin bürokrasisini yarıp aday adayı olması bile çoğu zaman imkânsız. Açık konuşalım, Kürt siyasetinin bir sınıf politikası yok şu an itibarıyla. Söz konusu sınıf olduğunda iyi niyetli, diğerkamlık seviyesi yüksek, kapitalizm karşıtı bir aktivizmin içinden konuşuyor, hepsi bu.
‘Karşılıksız bir iltihak tercihi’
Parlamenter rejim döneminde Kürt siyaseti otonom kalabiliyordu ama yeni inşa edilen rejimde sistem dışı ya da otonom kalmak pek kolay değil. Öcalan buradan çıkış için üçüncü yol diye bir patika önermişti ama gördüğüm kadarıyla Kürt siyasetinin karar alıcıları üçüncü yol konusunda ikna değil, en azından ağırdan alıyorlar.
Metropollerde, özellikle son birkaç seçimdir, Kemalist bloka eklemlenme siyaseti veya iltihak siyaseti Kürt siyasetinin ölümcül bir tercihi olarak öne çıkıyor. Bu bir yerde büyük edebiyatçı olduğu hâlde, Fransa Kültür Bakanı Malraux ile ilişkisi ve belediye başkanlığı icra etme süreçlerinde teorisyenliğine büyük zarar veren Aime Cesaire girdabını hatırlatıyor. Sonuçta onun bu tercihi öylesine gülünç bir hâl aldı ki, bir seçim döneminde, seçmenleri “Çok yaşa de Gaulle, çok yaşa Cesaire” şeklinde bir absürtlüğe dahi savruldu. Korkarım bu gidişle metropol Kürtlerinin self kolonyal eşiği “Çok yaşa Atatürk, çok yaşa Şeyh Said” şeklinde karikatür bir hâl alacak görünüyor.
Velhasıl Kürt siyaseti son birkaç seçimdir, Kürtlere özgürlük, statü ve eşitlik yerine, merkezî siyasete daha çok dâhil olmayı, hatta karşılıksız bir iltihakı savlıyor. Başka bir yazımda söylemiştim, tekrar edeyim. Kürt siyaseti bugün itibarıyla hemen her şeyiyle bir Ankara partisi. Bunu tersine çevirmek, Ankara’yı taşralaştırmak gerekir, hatta elzem.
‘Kemalizm Kürtlere gülümsemez’
Yüzyıl aradan sonra bir dejavu yaşadık, Kemalizm, Kürt siyasetinin inanılmaz sarkastik politikalarıyla küllerinden doğdu. Kürtlerin yüz yıl önce Mustafa Kemal’e kucak açmasından sonra ikinci kez Kürt temsilciler Kemalizmi mancınıkla Türk siyasetinin öznesi hâline getirdi.
Yüz yıl önce şişirilip abartılmış Ermenistan korkusuyla Mustafa Kemal’e yönlendirilen Kürt kitleleri, yüz yıl sonra bu sefer Ermenileri katleden yeni İttihatçı hattın geriletilmesi için ahfadına oy vermiş oldular.
Son yazımda değinmiştim, Kemalizm Kürtlere gülümsemez, gülümsemeyecektir. Ve korkarım metropol Kürtleri görünür gelecekte kendilerini yeniden kesecek bıçağı bilediler.”
Söyleşinin tamamı için: Dilop