Tatlı sallamaların sözcükleri değil bunlar,
kalemden çıkan kelamlar değil bunlar,
Yaşanmamışlıkların lakırtıları değil bunlar,
yüreğimin yazdıklarıdır bunlar.
Bir parça rahatlığa muhtaç yüreğim, uzaklaşınca bulunur diyordum.
Tükenen ömrümün her sahnesi acımasızlaşıyor. Gözümü nerede açsam, hangi diyarda soluklansam, hep aynı yere dönmek istiyorum. Yüreğim ne barınabildi, ne uzaklaşabildi ne de dönebildi. Böyle bir çıkmazın içinde soluklanıyorum işte.
Gittiğim her yerde viranelerle dolu olan bahtımın köhneliğiyle karşılaşıyorum. Geride bırakacağımı sandığım kederler, yorgunluklar, düşünceler nereye gittiysem benden önce orada oldular. Bu kader denilen şeyin acımasızlığı mı, yoksa benim doğru sandığım ama her seferinde yaptığım yanlış tercihlerin hayatıma yansıması mı?..
Yaptığım tercihler için pişmanım diyemem, ancak kabus olarak bile düşünemeyeceğim bazı sonuçlara maruz kalmak canımı acıtıyor. Hiç iyileşmeyecek melhemsiz yaraların mağduru olmayı hak etmediğimi biliyorum. Bunda haklı sebeplerim var, haksız olduğum sebeplerde vardır mutlaka. Bu acıları kaç insanoğlu kaldırabilirdi bilmiyorum.
Herkesin acısı farklıdır, bilirim. Ancak başa çıkılabilecek acılar ile yükü ağır acıları bir tutamıyorum. Bu durum hayatın yargı dağıtırken hiç de adil olmadığını gösteriyor bana. Hayatın, diğerlerinden farklı ve çok daha zor elemleri bana yüklemeye hakkı yok/yoktu.
Bazen sokakta yürürken aniden dururum, durduğum yerde kalırım öylece. Uzakta bir noktaya odaklanır uzun uzun bakar, kendimle konuşur, hatta tartışırım. Yanımdan geçenlerin bana tuhaf bakışlarını sezerim. Benim garip biri olduğumu, hatta akli dengemin yerinde olmadığını düşündüklerini de bilirim. Bu onların düşüncesi, onların benim hakkımdaki anlık gerçekleri.
Ancak benim gerçeklerimi bilmedikleri için onlarda bana tuhaf görünür. Aslında bu durum, insanların çok çabuk yanılgıya düşebileceklerini; hiç tanımadan, bilmeden, sorgulamadan kafalarında bir gerçeklik oluşturma yanılgılarıdır. Bunu değiştirecek kudretim yok, değiştirebilmek için elimde sihirli bir değnek olması gerekirdi.
Acılar, insanı diğerlerinin gözünde tuhaflaştırır. Acıdan ruh hastalanabilir, delirebilinir. İşin tuhaf yanı; başkalarının gözünde boğuşulan acı görülmez, sadece maruz kaldığın sonuç görünür… Tıpkı beden gibi ruhta yorulur, hastalanır ve iyileşmesi için zamana ihtiyacı vardır. Ruhun tamamen iyileşme süreci hayatın en zor belki de en imkansız denilen kısmıdır. Bazı yönden iyileşir belki, ama o yaralar kendini hep hatırlatır.
Zaman aktıkça sessizleşilir, ıssızlaşılır, mecbur kalmadıkça konuşulmaz. Her duygu sessizce yaşanılır. Artık sadece sessizliğin yankısı canlanır.
Sessizlik içinde acılarla boğuşmanın, haykırmanın, sevmenin, hafif gülümsemelerin, kızgınlıkların, öfkenin nasıl bir buhran olduğunu yaşayan kişiden başkası bilmez. Allah bile bilmez. Bilse de müdahale etmez. O sancıyı iliklerinize kadar yaşamadan cehennemden geçtim diyemezsiniz.
Yine de herşeye rağmen gülümsemek, hüznün en derin hallerinden biridir. Hüzne boğulanların gülümsemesi yapmacık değildir.
Maksadım acıları mukayese etmek, birbiriyle yarıştırmak değil. Hele okurlarıda kendime karşı tuhaflaştırmak hiç değil. Yüreğimden geçenlerin bir kısmını yazmak, paylaşmak sadece. Acının tarifini yaparken daha farklı bir kanaldan tasvir etmeye çalışmak, duygularımı hiç olmazsa en iyi yaptığımı bildiğim şey ile, yani kalemimle ifade etmek…