Kışanak: İktidarın ‘Beka’ söylemi aşırı milliyetçi ve radikal dinci kimlik siyasetidir; muhalefet bu siyasete prim verdi

GündemPolitika

Tutuklu Kürt siyasetçi Gültan Kışanak, ”AKP iktidarı 2015 sonrası çok sert bir kimlik siyasetine yöneldi. “Beka” söylemi arkasına gizlenen aşırı milliyetçi ve radikal dinci kimlik siyasetidir. Ne yazık ki, muhalefet partileri AKP’nin tabanından oy alabilmek adına bu siyasete prim verdi.” dedi.

 Kışanak, gazeteci İrfan Aktan’ın sorularını yanıtladı 

Kışanak ile avukatlar aracılığıyla yapılan röportajın tamamı şöyle:

İktidarın değişmesi halinde serbest kalacağınız düşünülüyordu. Öncelikle, şu anki “hukuki” durumunuz nedir ve daha ne kadar hapiste kalmanız söz konusu?

Gültan Kışanak: Hakkımızda açılan davanın hâkimi de, savcısı da Saray. Bunu seçim sürecinde hep beraber bir kez daha gördük. Yedi yıldan beri siyasi rehine olarak tutuluyoruz. Azami tutukluluk süresi de dolmak üzere, ama Saray’ın talimatı yasa falan dinlemiyor. Bu nedenle mesele bizlerin serbest bırakılıp bırakılmayacağı değil, yargının prangalarından nasıl kurtulacağıdır.

Sağlık durumunuz nasıl? Kimlerle aynı hücreyi paylaşıyorsunuz? Hapishanede kimlerle görüşebiliyorsunuz?

Sağlık durumum fena değil, idare ediyorum. HDP eski eş genel başkanı Figen Yüksekdağ, önceki dönem Dersim belediye başkanı Nurhayat Altun, geçen yıl tutuklanan HDP milletvekili Semra Güzel burada. Birbirimizi görüp sohbet edebiliyoruz.

Seçimler siyasi mahpusların genel psikolojisini nasıl etkiledi? Sonuçlar nasıl yansıdı?

Biraz deneyim, biraz da meselelere uzaktan bakmanın avantajıyla, riskleri, sorun alanlarını, eksiklikleri görebiliyorduk ve seçim sonuçlarına dair zaten kaygılıydık. Bu nedenle, seçim sonuçlarından daha çok, muhalefetin eksikleri ve hataları moral bozucuydu.

Ayrı liste kararına demokratik Kürt siyaseti ile sol-sosyalist ve demokratik güçleri birbirinden ayrıştırma yaklaşımı içerdiği için karşı çıktım. Bu yaklaşım çift yönlü olumsuz etki yaratıyor. Kürtlerden, Kürt sorunundan uzak duran sol-sosyalist güçlerin milliyetçilik dalgasına karşı durma direncini kırıyor. Kürtlerdeyse ittifaklara güvensizliği ve içe büzülmeyi getiriyor.

Seçim sürecini hapishaneden nasıl izlediniz?

Seçim sürecini ağırlıklı olarak izleyebildiğimiz TV kanalları –ki neredeyse tamamı iktidar medyası– ve gazetelerden izledik. Aile ziyaretleri ve avukat görüşlerinden de dışarıdaki atmosferi ve çalışmaları az çok takip edebildik.

14 Mayıs gecesi seçim sonuçları netleştiğinde hücre arkadaşlarınızla nasıl bir değerlendirme yaptınız? Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları tahminlerinizin çok dışında mıydı?

Aslında ittifakların seçime nasıl gireceği netleştikten ve aday listeleri açıklandıktan sonra, durum üç aşağı beş yukarı ortaya çıkmıştı. Akşener’in masadan kalkıp tekrar oturması, Deva, Gelecek ve Saadet’in CHP listelerinden seçime girmesi stratejik hataydı. Altılı Masa bileşenleri parlamentodan daha çok cumhurbaşkanlığı seçimine ağırlık verseydi, daha iyi bir sonuç alınabilirdi. Doğrusu, Altılı Masa’nın CHP dışındaki ortaklarının sürece biraz daha fazla asılacağını tahmin ediyordum. Yine de Kılıçdaroğlu’nun yüzde 48 oy almış olmasını toplumsal uzlaşı kültürü açısından önemli buluyorum. Parlamento seçimleri açısından Yeşil Sol Parti’nin aldığı sonuç moral bozucuydu, ancak yaşanan eksiklikleri az çok bildiğimiz için beklenmedik bir sonuç değildi.

Cezaevi orkestrası: Gazel Bulut, Figen Yüksekdağ, Gültan Kışanak

Emek ve Özgürlük İttifakı’nın yüzde 10,55 oy oranında kalması Kürt hareketi ve sosyalistler açısından nasıl bir anlam taşıyor?

Bu oy oranı hem Kürt hareketi açısından hem de HDP fikriyatında bir araya gelen tüm sol-sosyalist güçler açısından yapısal ve kurumsal sorunların mutlaka aşılması gerektiğine işaret ediyor. HDP’nin kuruluş gerekçesi olan “ortak mücadele hattının güçlendirilmesi, daha geniş toplum kesimlerinin örgütlenmesi ve demokratik-ortak bir gelecek kurulması” hedefine odaklanmada zayıflıklar yaşandığını gösteriyor. HDP çizgisi dışında kalan sol güçler açısından da, “Kürtlerden uzak durarak daha fazla oy alınabileceği” tezinin bir kez daha çöktüğünü gösteriyor.

HDP 2018’de yüzde 11,62 oy almıştı, 14 Mayıs seçimlerinde Yeşil Sol Parti’nin oy oranı 8,82’de kaldı. Bu oy kaybını neye bağlıyorsunuz?

Oy kaybının bu söyleşiye sığdırılamayacak kadar çok nedeni var. Dışarıda ayrıntılı analizler, muhasebe yapılıyor. Ancak, tüm nedenleri üç ana gruba ayırmak mümkün. Biri, politik ve teknik yetersizlikler diye özetleyebileceğimiz nedenler. İkincisi, yapısal sorunlar. Üçüncüsü ideolojik yetersizlikler. Bu sorunları birbirinden ayırmak pek mümkün değil aslında, ama doğru anlaşılabilmesi için böyle bir gruplama yapılabilir. Parti tüzüğüne ön seçim maddesini eklemek ve bunun koşullarını oluşturmak hem halkla parti arasındaki bağı güçlendirir hem de adaylık süreçlerinin doğru yönetilmesini sağlar.

Politik ve teknik yetersizliklerin temelinde, HDP’yi kapatma davasının ne anlama geldiğini doğru okuyamamak, beklentili bir ruh haline girerek seçim çalışmalarına geç başlamak yatıyor. Bu geç kalınmışlık hem seçim ittifakı çalışmalarını, hem cumhurbaşkanı adaylık sürecinin stratejisini hem de teknik hazırlıkları olumsuz etkiledi. Oysa siyasi soykırım operasyonlarının yarattığı boşluğu da göz önünde bulundurarak seçim çalışmalarına her zamankinden daha erken başlamak, seçim sürecinin bir bütün olarak nasıl yönetileceğine dair strateji oluşturmak ve çok çalışmak gerekiyordu.

Yapısal sorun olarak, HDP fikriyatının kurumsallaşamama sorunlarını ve demokratik işleyiş ilkesine rağmen merkeziyetçi bir tutum alınmasını sayabilirim. Siyasi partiler canlı organizmalar gibidir. Sürekli köklerinden, toplumdan gıda alması, yenilenmesi gerekiyor. Bunun yeterince yapıl(a)madığı görülüyor.

İdeolojik yetersizliklerin başında ise “üçüncü yol” stratejisinin pratikte nasıl uygulanacağını bilememek, bu konuda taktik hatalar içerisine girmek geliyor. Kendi politik hattını belirginleştirmede yaşanan yetersizlikler buradan kaynaklanıyor.

3 Nisan tarihli “Bir sosyalist olarak” başlıklı yazınızda, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın tek listeyle seçime girmesini önermiş, “Zaman asla geri alınamıyor, sonradan söylenen ‘keşkeler’ maalesef sonucu değiştirmiyor. Bu nedenle azami dikkat, emek ve mücadele ile ilmek ilmek başarıyı örmeliyiz” demiştiniz. Fakat sonuçta TİP ayrı listeyle seçime girdi ve bugünkü sonuç ortaya çıktı. Ayrı listenin sayısal etkilerinin üzerinde çok duruldu; sizce bu bakımdan nasıl bir sonuç yarattı? Asıl önemlisi, siyasal, sosyal, kültürel bakımdan etkileri nasıl oldu?  

Ayrı liste kararına demokratik Kürt siyaseti ile sol-sosyalist ve demokratik güçleri birbirinden ayrıştırma yaklaşımı içerdiği için karşı çıktım. Bu yaklaşım çift yönlü olumsuz etki yaratıyor. Bir kere, Kürtlerden, Kürt sorunundan uzak duran sol-sosyalist güçlerin iktidarın toplumsal zeminde yarattığı milliyetçilik dalgasına karşı durma direncini kırıyor. Kürtlerdeyse ittifak politikalarına güvensizliğe neden oluyor ve içe büzülmeyi getiriyor. Maalesef yanlış ittifak taktikleriyle bir kez daha toplumsal zeminde ve siyasi söylemlerde bu hata tekrarlanmıştır. Kürt sorununu çözümsüz bırakan da, demokrasi krizi yaratan da zaten bu milliyetçilik sarmalı ve ayrıştırma politikasıdır. Bu sarmalı kırma görevi Emek ve Özgürlük İttifakı’nın öncelikli hedeflerinden biri olmalıydı. Öyle olduğunu da düşünüyorum. Ancak listelerde ayrışma bu hedefe zarar vermiştir.

Seçim sürecinde HDP ve TİP tabanları arasında, en azından sosyal medyaya yansıdığı kadarıyla, kırgınlıklar ve gerilimler yaşandı. Bu iki partinin yıpranan ilişkisi nasıl onarılabilir?

HDP ile TİP’in bozulan ilişkilerini onarmak kolay bir meseledir. İki ayrı parti, iki ayrı çizgi olarak yollarına devam edebilir, ihtiyaç duyulan hallerde mücadele ortaklığı kurabilirler. Asıl önemli olan, iki parti arasında yaşanan seçim taktiği tartışmalarının, kırılmaların Kürtlerle sol-sosyalist güçler arasında yaşanmış gibi algılanmasına izin vermemektir.HDK’nin faaliyetlerinin neredeyse siyasi parti faaliyetleriyle aynılaşması önemli bir sorundur. Halkın bu kadar ağır sorunları var, ama mahallede, köyde, işyerinde halk örgütlenmesi yok. Halkı kendi sorunlarının çözümünde özne kılma: HDK’nin kuruluş amacı buydu.

14 ve 28 Mayıs seçim sonuçları iktidara çok daha yoğun baskı politikaları uygulama imkânı veriyor. Önümüzdeki zorlu süreçte Kürt hareketi, sosyalistler ve genel olarak toplumsal muhalefet nasıl bir yol haritası, nasıl bir mücadele hattı izlemeli?

Öncelikle iç tartışmaları, yeniden yapılanma sürecini hızla tamamlayıp yola koyulmak gerekir. İktidarın önümüzdeki sürece ilişkin üç aşamalı eylem planı var. Biri, yerel seçimlere kadar olan sürecin nasıl yönetileceği. İkincisi, yerel seçimlerden sonra anayasa değişikliği süreci. Üçüncüsü, Erdoğan sonrasında AKP iktidarının ve Erdoğan çizgisinin kesintisiz devam etmesini sağlayacak hazırlıkların yapılması.

Hem Kürt siyaseti hem de genel olarak tüm muhalefet partileri acilen tartışmalarını, yeniden yapılanma süreçlerini bitirip kendi planlamalarını yapmalı. Muhalefet hep bir geç kalma ve iktidarın gündeminin peşinden sürüklenme hali yaşıyor. Öncelikle bu geç kalma ve plansızlık halinden kurtulmak gerekiyor. Muhalefet ne yapacağını bilir ve kararlı bir duruş sergilerse, baskıcı politikaların üstesinden gelebilir. Özeleştiri, hesap verme, değişim ihtiyacına cevap olma… Bunlar son derece önemli, ancak “hırsızın hiç mi suçu yok” noktasına düşmeden ve zaman kaybetmeden bütün bunlar yapılmalı.

Bu genel değerlendirmeyle birlikte, Kürt siyasal hareketi toplumsal dokunun tüm renklerini ortak bir politik program etrafında buluşturmayı başarmalı. Kesintisiz gözaltı ve tutuklamalar nedeniyle kadrolaşma ve kurumsallaşma sorunları yaşanıyor. Bu gerçeği gözardı etmiyorum, ama sorun bundan ibaret değil. Kendi toplumsal dinamiklerini harekete geçirmeyi ve kapsayıcı olmayı başarabilirse, kadro sorunu aşılamayacak bir sorun değildir. Çok ağır saldırı dönemlerine göğüs germiş bir halk gerçekliği var, buna güvenmek gerekir.

Yeşil Sol Parti’nin 14 Mayıs’ta elde ettiği sonuç, HDP paradigması üzerine de tartışma yarattı. Kimilerine göre, “Türkiyelileşme” projesi yanlıştı. Selahattin Demirtaş ise “HDP paradigması hayati önemdedir, hata HDP çizgisinde değil, pratiktedir” diyor. Sizin değerlendirmeniz ne yönde?

Ben de aynı kanaatteyim. Türkiye’nin demokratikleşme sorunları ile Kürt sorunu birbirinden bağımsız değil. Aksine, bunlar ancak birlikte çözülebilecek sorunlardır. Bu anlamda HDP demokrasi ve barışı birlikte inşa etmeyi hedefleyen önemli bir paradigmaya sahiptir. Birini önceleyip diğerini ötelemek her iki sorunu da çözümsüz bırakıyor. Bu konuda pratik politikalarda eksiklikler yaşandığını düşünüyorum. HDP bir çatı partisi olarak kuruldu, ancak pratikte yaşanan yetersizlikler nedeniyle bir koalisyon partisi algısı yaratıyor. Bunun aşılması için ortak hedefe kenetlenen, parti içi demokrasinin tam işlediği güçlü bir örgütsel yapıya ihtiyaç var. Bir diğer konu da HDP ile HDK arasındaki iş ve rol bölüşümünün, koordinasyonun tam yerine oturmaması. HDP’nin Millet İttifakı’nın adayını destekleme kararı alması, seçimi birinci turda muhalefet adayının kazanma ihtimalini, imkânını yarattı. Ancak, süreç iyi yönetilemedi, Altılı Masa’nın bileşenleri seçime asılmadı.

Hapishane koşullarında HDP’nin son yıllardaki performansını, halkla ilişkilerini ne kadar takip edebiliyorsunuz, bilmiyoruz, ama özellikle taban demokrasisinden uzaklaşıldığı, tabanın seçmen statüsüne indirgediği yönünde eleştiriler yapılıyor. Vekil adaylarının belirlenme sürecinde tabanın tercihlerinin dikkate alınmadığı, bu nedenle listelerin tepkiyle karşılandığı sık sık dile getiriliyor. Bu eleştirileri haklı buluyor musunuz?

Öncelikle milletvekili seçilen tüm arkadaşlarımızı kutluyor, çalışmalarında başarılar diliyorum. Her birinin aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirmek için canla başla çalışacağına inanıyorum. Parti yöneticileri de aday belirleme yönteminde yaşanan eksiklikleri açıklıkla kabullenerek özeleştiri verdiler. Asıl önemli olan bundan sonrası için gerekli tedbirleri almaktır.

Belki hemen bu yerel seçimlere yetişmez ama, bu konuda köklü çözüm parti tüzüğüne ön seçim maddesini eklemek ve bunun koşullarını oluşturmaktır. Örneğin, bir seçim çevresinde alınan oyun en az yüzde 10’u kadar üye kaydı varsa, o seçim çevresinde ön seçim yapma kuralı getirilebilir. Bu hem halkla parti arasındaki bağı güçlendirir hem de temsili görevler için adaylık süreçlerinin doğru yönetilmesini sağlar. Bu kadar yoğun baskı altında olan bir partinin ön seçim için yeterli sayıda üye kaydı yapması çok kolay değil, ama bu sorunu aşmak zorundayız.

HDP esas olarak Halkların Demokratik Kongresi’nin bir organı olarak kuruldu, ama bir süre sonra HDK’nin ağırlığı azaldı ve gelinen aşamada varlığı bile sorgulanır oldu. Sizce bundan sonra HDK nasıl bir yol izlemeli? HDK nasıl yeniden canlandırılabilir?

Bu kadar ağır toplumsal sorunlar varken HDK’nin faaliyetlerinin neredeyse siyasi parti faaliyetleriyle aynılaşması önemli bir sorundur. Demokrasi krizi, iklim krizi, ekonomik kriz, işsizlik, yoksulluk, çarpık kentleşmenin yarattığı krizler, tarımsal üretimin çökmesi, gıda krizi, say sayabildiğin kadar. Gençliğin devasa sorunları, kadın katliamları, toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusunda az çok elde edilen kazanımların bile saldırı altında olması… Türkiye adeta bir toplumsal krizler ülkesi. Halkın bu kadar ağır sorunları var, ama mahallede, köyde, işyerinde halk örgütlenmesi yok. Bu da demokratik muhalefetin örgütlenme krizidir. Demokrasinin temeli örgütlü topluma dayanır. Ayrıca, halka gitmeden, halkı kendi sorunlarının çözümünde özne kılmadan iktidarın yarattığı toplumsal kutuplaşma da çözülemez. HDK’nin kuruluş amacı buydu. Ayrıca, bugün çokça tartışılan seçmen kütüklerinin sağlıklı olup olmadığı sorunu da ancak mahallede, sokakta örgütün varsa çözülebilir.

Erdoğan’ın tekrar seçimi kazanması, HDP’nin kendi cumhurbaşkanı adayını çıkarmamasıyla ilgili de tartışmalar başlattı. Bazı kesimlere göre, HDP kendi adayını çıkarsaydı seçim yine ikinci tura kalır, ama HDP’nin siyasetteki kilit rolü de devam ederdi. Sizce HDP kendi adayını çıkarmalı mıydı?

HDP’nin 2019’da yerel seçimlerde izlediği “kaybettirme” taktiği önemliydi, uyarı niteliğindeydi ve güçlü bir demokrasi ittifakı kurulabilmesi için fedakârlıktı. Fakat seçimden sonra bu taktiğin pratik politikası yapılmadı. HDP verdiği oylara sahip çıkamadı, CHP ve İyi Parti bu oylar yokmuş gibi davrandı. Aradan geçen dört yıl boyunca, halka gidilse, sahada toplumsal uzlaşı, demokrasi ve barış temaları işlenseydi, bu seçim milliyetçilik yarışına dönüşmez, gerçek mânâda demokrasi ittifakı kurulabilirdi.Hüda-Par’ın bölgeyle sınırlı bir çalışma içinde olacağını sanmıyorum. Önümüzdeki yerel seçimlerde AKP-Hüda-Par işbirliğinin devam edeceğini bilmek için âlim olmak gerekmiyor. Demokratik Kürt siyasetinin güçlü bir yerel yönetim programıyla halkın karşısına çıkması gerekiyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimi için HDP bir dizi demokratik ilke açıklayarak bekleme politikası izledi. Bu pasif tutum HDP’nin seçim sürecini iyi yönetememesine ve geç kalmasına neden oldu. HDP’nin üçüncü yol paradigması, cumhurbaşkanı adayını erkenden çıkarmasını, ancak demokratik uzlaşıya da açık olduğunu deklare etmesini gerektiriyordu.

Ayrıca, şunun altını da çizmek gerekir: HDP’nin Millet İttifakı’nın adayını destekleme kararı alması, seçimi birinci turda muhalefet adayının kazanma ihtimalini, imkânını yarattı. Ancak, süreç iyi yönetilemedi, Altılı Masa’nın bileşenleri seçime asılmadı. En basitinden, Erdoğan tamamen gerçek dışı bir video ile kampanya yürütürken, bunu durdurmak için dava açmak bile akıllarına gelmedi. HDP-YSP güçlü bir özeleştiri sürecine girdi, ama bu, cumhurbaşkanlığı seçiminin kaybedilmesinin sorumluluğunun Altılı Masa’da olduğu gerçeğini gölgelememeli. Oy verse de vermese de, her halükârda Kürtleri sorumlu tutma yaklaşımı asla kabul edilemez.

HDP henüz aday çıkarmama kararı almadan önce, sizin isminiz üzerinde bir mutabakat vardı. Size cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda bir teklif yapıldı mı?

Önceki sorulara verdiğim yanıtlarda izah ettiğim gibi, mesele kimin aday olup olmayacağı değildir. HDP’nin genel olarak tüm seçim sürecine, özel olarak da cumhurbaşkanlığı seçimine dair yaşadığı stratejik ve taktik eksikliklerdir. Bu konuda parti yetkililerinin yaptığı açıklamanın izah edici ve yeterli olduğunu düşünüyorum.

AKP parlamento seçimlerinde yüzde 7 oy kaybetmesine rağmen Cumhur İttifakı Meclis’te çoğunluğu elde etti. Derin ekonomik ve siyasi krize, deprem felâketindeki ağır sorumluluğuna rağmen Cumhur İttifakı’nın yüzde 49 oy almasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP iktidarı 2015 sonrası çok sert bir kimlik siyasetine yöneldi. “Beka” söylemi arkasına gizlenen aşırı milliyetçi ve radikal dinci kimlik siyasetidir. Ne yazık ki, muhalefet partileri AKP’nin tabanından oy alabilmek adına bu siyasete prim verdi. Benzer söylemle, benzer argümanlarla siyaset yapıldı. Gelinen noktada aşırı milliyetçilik ve radikal dincilik geniş bir toplumsal kesimi etkisi altına aldı.

Muhalefet partileri toplumsal zeminde demokratik değerleri, eşitlik, özgürlük ve barış ilkelerini yaygınlaştırmadan seçim kazanamaz. Altılı Masa bileşenlerinin kendi toplumsal tabanlarını bile ortak adaya oy verme konusunda ikna edememiş olması ve parlamento seçimlerinde beklenen başarıyı elde edememiş olması bunun kanıtıdır. Bugün “az milliyetçilik yaptığımız için kazanamadık” demek iflas bayrağını çekmektir.

Milliyetçilik yarışı bu ülkeye, halka, muhalefete kaybettiriyor. “En radikal milliyetçi söylem zaten iktidardayken sana ne hacet” durumu yaşanıyor. Bunun farkına varılmalı. Siyasetin görevi hem toplumun sesine kulak vermek hem de toplumu dönüştürmektir.

Bir de sürekli seçim atmosferi muhalefet partilerini (niyetleri olsa bile) toplumu dönüştürme, demokratik değerlere itibar kazandırma politikasından alıkoyuyor, var olan tabandan oy devşirmeye yöneltiyor. Şimdi de aynı yoldan yürümeye zorlanıyorlar. Bu kısır döngünün kırılması lâzım.

Emek ve Özgürlük İttifakı, Kartal mitingi, 15 Ocak 2023

Seçim kampanyası sırasında kadın hareketi ve feministler aktif rol aldı. İktidarın yeni ittifak ortakları ve ortaya çıkan Meclis tablosu özellikle kadınları endişelendiriyor. Yeni dönem, Medeni Yasa, muhtemel anayasal değişiklikler, sözleşmeler ve uygulamalar konusunda kadınlar açısından sizce ne getirebilir?   

AKP yeni ortaklarıyla birlikte kadın haklarını yasalar ve anayasa düzeyinde geriye götürmeye yönelik bir çaba içine girecektir. Kadınlar haklı olarak endişeli. Ancak umutsuzluğa kapılamayız. Kadınlar erkek egemen sistemin baskıcı, despot yüzünü çok iyi biliyor. Yılların mücadelesi, bu konuda verilen kişisel ve toplumsal mücadele deneyimleriyle dolu. Geçen dönem hiç de kolay değildi, ama kadınlar geri adım atmadı, sokaktan çekilmedi, mücadele etti. Bir kez daha “kadınlar birlikte güçlü” diyerek, ortak mücadeleyi öne çıkararak bu saldırı dalgasını da durdurabiliriz. İktidarın anayasa değişikliği hazırlıkları yabana atılır cinsten değil. Asıl ilgilendikleri konu bir rejim değişikliği. Bu süreçte Kürtlerin dini hassasiyetlerini de kullanmak isteyebilirler. Anayasa değişikliği stratejisi herkesin ağzına bir parmak bal çalarak, bal kovanını Saray’a götürmekle sonuçlanabilir.

Bugüne kadarki en “sağcı” Meclis kompozisyonuyla karşı karşıyayız. Emek hareketinin örgütsüz, sendikaların etkisiz olduğu bu ortamda sizce önümüzdeki dönemde çalışanlar, emekçi sınıflar nasıl bir politikayla karşı karşıya kalacak? Çalışanlar, emekçiler nasıl bir örgütlenmeyle mücadele yürütmeli?   

Türkiye’de sendikal mücadele ve emek örgütleri ciddi derecede zayıflamış durumda. Bu çok özgün olarak ele alınması ve üzerinde durulması gereken bir konu. Ekonomi çöküşün eşiğine getirildi, rant çevrelerine peşkeş çekildi. Şimdi bunun faturasını halka ödetmek istiyorlar. Bu nedenle muhalefet partileri halkın ekonomik sorunlarını öncelikli gündem olarak belirlemeli.

Cumhur İttifakı’nın içinde Kürt milliyetçiliğine de göz kırpan İslâmcı Hüda-Par da var ve AKP listelerinden Meclis’e iki milletvekili gönderdiler. Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, AKP’nin Hüda-Par adımının seçim odaklı değil, uzun vadeli, stratejik bir karar olduğunu açıklamıştı. Sizce iktidarın Hüda-Par’ı kullanarak yapmak istediği hamle nedir? Bu konuda ne kadar başarılı olabilirler?

Kürt halkının varlığı (asimile olmaması) ve hak talepleri sorun olarak görüldüğü sürece derin devlet akılsızlığı (aklı demeyeceğim) karşıtlıklar yaratarak bu sorundan kurtulma hesaplarını hep yaptı, bundan sonra da yapar. Bu bir sır değil. AKP yıllardan beri kendisi iyi olduğu için değil, muhalefet stratejik plan yapamadığı, dağınık ve beceriksiz olduğu için seçim kazanıyor. Erdoğan iki dönem izlediği kayyum politikasının Kürt halkında yarattığı tepkiyi görerek bu kez yerel seçimlerde farklı bir strateji izleyecek.

Hüda-Par uzun vadede Türkiye siyasetinde nasıl bir yer edinecek, bu ayrı bir konu, ki ben Hüda-Par’ın bölgeyle sınırlı bir çalışma içinde olacağını sanmıyorum. Ancak, kısa vadede, önümüzdeki yerel seçimlerde AKP-Hüda-Par işbirliğinin devam edeceğini bilmek için âlim olmak gerekmiyor. Demokratik Kürt siyasetinin toplumsal zeminde ulusal birlik çalışmalarına vakit geçirmeden başlaması, tüm farklılıkları kapsayan güçlü bir yerel yönetim programıyla halkın karşısına çıkması gerekiyor. Yeşil Sol Parti kesinlikle yerel seçimlerde tüm kentlerde aday çıkarma stratejisi izlemeli ve bunu ciddi bir şekilde planlamalı, çalışmalarına zaman geçirmeden başlamalı.

Erdoğan’ın 3 Haziran akşamı açıkladığı bakanlar kurulunda yer alan bazı isimler üzerinden çeşitli yorumlar yapıldı. Bildiğiniz gibi, MİT Müsteşarı Hakan Fidan Dışişleri Bakanı yapıldı, Soylu listeye alınmadı ve daha ziyade teknokratlardan oluşan bir kabine oluşturuldu. Kimilerine göre, bu kabineyle Kürt sorunu konusunda yeniden masa kurulma ihtimali var. Sizce AKP, HDP’siz bir çözüm arayışında olabilir mi? Hüda-Par hamlesini bu çerçevede düşünmek mümkün mü?

Yeni kabine açısından şunları söyleyebilirim: Genelkurmay başkanlarının Savunma Bakanı yapılması askeri vesayetin yeni modeli olarak devam ediyor. Polis-istihbarat devleti kimliğini güçlendiren atamalar da dikkat çekiyor. Hem ekonomik çöküşü önlemek hem de batı ile kontağı kaybetmemek için ekonomi alanını da batının beklentilerine göre düzenlemeye karar verdiler.

Yeni bir çözüm sürecine ihtimal vermiyorum. Kürt sorunu ancak demokratik bir cumhuriyet içinde çözülebilir. AKP’nin böyle bir politikası yok. Ancak, iktidarın anayasa değişikliği konusundaki hazırlıkları yabana atılır cinsten değil. Asıl ilgilendikleri konu bir rejim değişikliği. Bazı muhalefet partilerini sistem restorasyonuna ikna edebileceklerini düşünüyorlar. Bu süreçte Kürtlerin dini hassasiyetlerini de kullanmak isteyebilirler. Anayasa değişikliği stratejisi herkesin ağzına bir parmak bal çalarak, bal kovanını Saray’a götürmekle sonuçlanabilir.

2024 Mart’ında yerel seçimler var. Bir önceki yerel seçimde HDP iktidara kaybettirmeyi hedefleyerek büyükşehirlerde CHP’li adayları desteklemiş ve kazanmalarında etkili olmuştu. Önümüzdeki yerel seçimde benzer bir strateji izleneceğini düşünüyor musunuz? Sizce HDP / YSP büyükşehirlerde kendi adaylarını çıkarmalı mı? Nasıl bir yol izlenmeli?

Yeşil Sol Parti kesinlikle yerel seçimlerde tüm kentlerde aday çıkarma stratejisi izlemeli ve bunu ciddi bir şekilde planlamalı, çalışmalarına zaman geçirmeden başlamalı. Seçim süreçleri örgütlenme, halkla buluşma, halkı anlama, politikalarını halka anlatma, toplumsal zemindeki kırgınlıkları, gerilim ve kutuplaşmaları çözme süreçleridir. Demokratik siyaset açısından seçimin hedefi bir kişiyi bir koltuğa oturtmak değildir. Tabii ki nihai hedef sandıktan başarıyla çıkmak ve yönetime gelmektir. Ancak, bir parti izlediği politikaya inanan, güvenen toplumsal tabanı genişletmeden seçimi kazanamaz.

YSP’nin temsil ettiği gelenek ne kadar güçlenirse, toplumsal uzlaşı zemini de o kadar güç kazanır. Bunun altını çizmek istiyorum. AKP’nin kurduğu sistem politik alanı iki partili sisteme doğru zorluyor. Bu nedenle radikal demokrasi ve barış ekseni kendi çizgisini koruma ve toplumla buluşturma mücadelesini her zamankinden daha güçlü yönetmeli. Demokrasi ve barış iklimi yaratmanın tek yolu budur.

İlginizi Çekebilir

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı 7 yıl aradan sonra Tahran’d
Yunanistan, yüzlerce sığınmacının hayatını kaybettiği tahmin edilen tekne kazasıyla ilgili soruşturmada Europol’den destek istedi

Öne Çıkanlar