Ortadoğu durulmak nedir bilmiyor. Savaşların biri bitmeden daha diğeri başlıyor. Krizlerin biri çözülsün diye umut ederken, bir diğeri derinleşiyor. Gerilimlerden biri düşer diye beklerken, bir başka gerilim yükseliyor, sürekli hale geliyor ve gündemi esir alıyor.
İçinden geçtiğimiz günlerde gündeme Amerika-İran gerilimi damgasını vuruyor.
Günlerdir Amerika’yla yatıyor, İran’la uyanıyoruz. Savaşlar, acılar, yıkımlar, talanlar, krizler, gerilimler ve göçler diyarı Ortadoğu soluğunu tutmuş bekliyor. Sular giderek ısınıyor. Amerika-İran gerginliği tehlikeli biçimde trımanıyor. Tırmanan gerilimle birlikte mevcut dengeler, ilişkiler, hesaplar, senaryolar, beklentiler de daha çetrefil bir hal alıyor.
Tırmanan gerilim sıcak bir çatışmaya dönüşür mü, dönüşmez mi belli değil ancak, bu aşamadan sonra da hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, olamayacaktır. Ne Amerika geldiği gibi süklüm püklüm geri gidebilir, ne de İran yoluna kaldığı yerden devam edebilir.
Haftalardır aralıksız süren, orduları karşılıklı olarak ‘teyakkuz’ durumuna geçiren gerilim savaşı ciddi bir olasılık haline getirmiş durumda ancak, ister savaşla sahada, ister müzakere yoluyla masada çözülsün; şöyle ya da böyle bölge bugünkünden çok farklı bir tabloyla karşı karşıya kalacaktır.
Ya savaşla ya da görüşmeler yoluyla dengeler, ilişkiler, hesap ve beklentiler kökten değişecek, bölgede çok köklü değişimler yaşanacaktır.
Bölgesel gericiliğin kalesi durumundaki İran engeli şöyle ya da böyle aşılacaktır. İran ya ‘yumuşak bir geçişle’ uluslararası sisteme entegre olacak ya da maliyeti ve sonu kestirilemeyen bir savaşın sonunda buna mecbur edilecek ve sorun olmaktan çıkacaktır.
Elbette İran’la savaş kolay değildir. 3 bin yıllık devlet geleneği ve görkemli geçmişiyle İran’ı, Irak ve Suriye gibi Batı sisteminin kurduğu yapay devletlerle kıyaslamak mümkün değildir. İran caydırıcı gücü yüksek güçlü bir devlettir. Amerika ve müttefiklerine sadece bölgede değil, dünyanın her yerinde karşılık verme yeteneğine sahiptir.
Ancak ve ancak, İran’la olası bir savaş klasik bir savaş olmayacaktır. Tıpkı Birinci Körfez Savaşı’nda olduğu gibi olası bu savaşta da yeni nesil silahlar kullanılacaktır. Sonucu belirlemede bu yetenek ve silah sanayindeki teknolojik üstünlük önemli yer tutacaktır. Yeni dönem savaşlarda işgale, cephe savaşlarına yol açmadan sonuç almak mümkün olmaktadır.
Umalım ve dileyelim ki savaşa gerek kalmaz. Iraklı Şii lider El Hekim dediği gibi ‘yıkıcı bir savaş’ yaşanmaz. Sadr’ın söylediği üzre, ‘bu Irak’ın sonu’ olmaz. Bölgenin talihsiz halkları yeni acılar, yıkımlar yaşamak zorunda kalmaz.
Ne var ki siyasette temennilerin, iyi dileklerin bir etkisi olmuyor; Ortadoğu gibi ahlaksız ve acımasız çıkar savaşların yaşandığı bir yerde bu hiç mümkün değil. Dolayısıyla şartlara ve gidişata gerçekçi bakmak gerekiyor. Şartlar ve gidişat ise savaşla ya da savaşsız İran engelini aşmayı zorunlu kılıyor ve bu da her iki halde de çok sancılı olacağa benziyor.
Kürtlere gelince;
Olası bir savaşta Kürdistan’ın doğusu, güneyi ve batısı savaş sahası olacağından (kuzeyin ve Türkiye’nin kendini ne kadar sakınacağı belli değil, ayrıca Türkiye’nin hazırlıkları da harıl harıl sürüyor.) Kürtlerin ve Kürdistan’ın bir yıkım yaşaması kaçınılmaz olacaktır.
Amerika biran önce saldırsın, savaş başlasın sabırsızlığı içinde olan kimi Kürt çevreler var ve bunlar savaşın Kürdistan ve Kürtler için ne anlama geleceğini pek bilmiyor. Bunların savaşa dönük bir hazırlıkları, plan, programları da yok. Savaş olsun, onlar da seyretsin, sonra da Kürtler ve Kürdistan kurtulsun gibi yanılgılı bir yaklaşım içindeler ki sorumsuzluk tanımı yetersiz kalıyor.
Kürtlerin ‘zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yok’, ne olursan olsun diyenler de var ancak, durum hiç de öyle değil. Kürtlerin ve Kürdistan’ın kaybedeceği, risk altında olan çok şeyleri var ve bu açıdan bakıldığında İran engelinin müzakere yoluyla aşılması Kürtlerin çıkarına olacaktır.
Amerika- İran geriliminin arkasında Afrika’dan Asya’ya İran’ın etkinliğinin kırılması yatıyor. Amerika geniş bir alanda buna dönük yeni bir dizayn yapmak istiyor. Burada Suriye ve Irak da önemli bir yer tutuyor. Amerika Irak’ı ve Suriye’yi bir arada tutmanın ve bu ülkelerde anayasal düzeni oturtmanın yolunun bu ülkelerdeki İran etkisinin kırmaktan geçtiğini görüyor.
Irak’ın ve Suriye’nin İran’dan özgürleşmesi olmasa da özerkleşmesi için İran’a bağlı para-milter güçlerin tasfiyesi edilmesi gerekiyor. Bunların başında da terör listesine aldığı Hajdi Şabi ve Hizbullah geliyor.
Elbette İran’ın Irak’taki ve Suriye’deki kollarının kesilmesi Kürtlerin rahat bir nefes alması, İran’ın her aşamada karşılarına çıkardıkları engellerin aşılması anlamına geliyor. Ama elbette tercih edilen bunun müzakere yoluyla olması, İran’ın tavize zorlanmasıdır.
Öte yandan İran’ın Yemen’de, Körfez’de, Lübnan, Suriye, Irak’ta taviz vermesi ve geri çekilmesi içerideki dinamiklerin, dolayısıyla Rojhelat Kürtlerinin de önünü açacaktır. Onların da özgürlük mücadelesi güçlenecek, gündeme gelecek ve çözüm için fırsatlar ortaya çıkaracaktır. Orta vadede Rojhelat’ın da gündeme gelmesi kaçınılmazdır.
İran etkisinin kırılması Irak, Suriye ve İran Kürtleri için yeni kazanımlar elde etmenin yolunu açacak, ortaya yeni fırsatlar çıkaracaktır. Bunun kuzeye de olumlu etkileri olacaktır.
Kuzey demişken bir başka yazıya kalsın ve zaten görüldüğü kadarıyla da kuzey meselesi bir süre daha ‘beklemede’ kalacaktır fakat, ABD-İran gerilimin İran’ın masada sınırlandırılmasıyla sonuçlanması bütün parçalardan Kürtlerin çıkarına olacaktır. Dediğim gibi onların önünü açacak ve yeni fırsatlar ortaya çıkaracaktır.
Savaşın sonunda ise ne olacağını ise kestirmek mümkün değildir. Savaş sadece bölgeyle de sınırlı kalmayacağından ve ‘yıkıcı’ olacağından şöyle ya da böyle olacak demek, öngörüde bulunmak mümkün değil.
Fakat gariptir yakın tehdit altında olduğu halde ve İran sık sık tehdit ettiği halde Güney Kürdistan’da bir ‘savaş hali’ gözlemlenmiyor. Savaşa yönelik bir hazırlık yok. Rojava ise ‘sürekli bir savaş hali’ içinde ancak, güneyde buna yönelik bir hazırlığa rastlanmıyor.
Güneyliler yeni bir savaşta yine kitleler halinde göç etmeyi düşünüyor olabilir ki zaten IŞİD Erbil’e dayanmadan daha bu davranış şekli kendini yeniden göstermişti. O zamanda görüldü ki ‘kaçış’ dışında güneyde baskın bir düşünce, plan, planlama yok.
Olası bir savaşta Kürdistan’ın boşalması gündeme gelebilir veya Türkiye doğrudan müdahale edebilir. Ki Türkiye de zaten yıllardır askeri anlamda bunun altyapısını oluşturuyor. Türkiye olası bir kriz anında hem güney porno film (Başur) ve hem de Batı Kürdistan’a (Rojava) dönük işgal için hazırlık yapıyor.
Başarır mı başarmaz mı, Kürtlere rağmen oraları tutabilir mi, tutamaz mı ayrı bir tartışmanın konusu ancak, şartlar ve gidişat kapsamlı bir işgale işaret ediyor…
Son olarak; Ortadoğu’nun ABD- İran krizinden eskisi gibi çıkması mümkün görünmüyor. Köklü değişimler kaçınılmaz görünüyor. Gidişatın bölgede yaşayan herkes gibi Kürtlerin de kaderini derinden etkileyeceğini görmek gerekiyor. Kürtler yeni dönemde tarihi fırsatlar kadar yeni risk ve tehditler de karşı karşıya gelmiş bulunuyor. Dolayısıyla reel zeminden kopmadan süreci yakından izlemek Kürt açısından mecburiyet arz ediyor.
(Devam edeceğim)
/Nupel/