Günay Aslan: Bahçeli’nin çıkışı, Öcalan’ın olası çağrısı, PKK’nin açıklaması…

Yazarlar

Türk ve Kürt kamuoyu haftalardır Öcalan’dan gelecek çağrıyı bekliyor. MHP Lideri Bahçeli’nin 22 Ekim 2024 tarihinde yaptığı ‘’Öcalan gelsin DEM Parti Meclis Grubu’nda konuşsun’’ çağrısının üzerinden yaklaşık dört ay geçti ve o günden bu yana olası Öcalan çağrısı tartışılıyor. Çağrının ne zaman olacağı, nasıl olacağı, içinde nelerin yer alacağı ve muhataplarının buna nasıl bir yanıt vereceği tartışmaları aylardır almış başını gidiyor…

İmralı’dan henüz bir çağrı gelmedi ancak, tartışmalardan çıkan sonuca bakacak olursak çağrıyla ilgili olarak Türk ve Kürt kamuoyunun beklentilerinin çok farklı ve birbirinden çok uzak olduğu gözleniyor. Türk tarafı iktidarın da tesiriyle çağrının bir ‘teslim ol’ çağrısı olacağını bekliyor ve dolayısıyla muhatabın da PKK olduğunu söylüyor. Türkiye’de devletin, iktidarın ve ana muhaletin el birliğiyle yönlendirdiği Türk kamuoyu ağırlıklı olarak sürece, ‘silahların bırakılacağı ve PKK’nin devre dışında kalacağı’ şeklinde bir misyon biçiyor. Dolayısıyla bunun gerçekleşmesini bekliyor. 

Fakat bir an için diyelim ki bu gerçekleşti; bundan sonrasına ilişkin ise herhangi bir şey söylenmiyor.Yetkili – yetkisiz kimse bu konuda bir tek kelime etmiyor. Söyledikleri tek şey ‘Terörsüz Türkiye’ hedefidir. Yani Türk tarafına bakacak olursak Öcalan bir çağrı yapacak, PKK silah bırakacak, 40 yıllık sorun ortadan kalkacak, bu meseleyle alakalı bütün sorunlar geçmişte kalacak ve böylece herkes mutlu-mesut bir yaşama kavuşacak..!

Türkiye’de devlet-millet kesiminin yaklaşımı kabaca böyle…

Öte yandan egemen Türk medyasında kendine pek bi yer bulmuyor olsada Kürt kamuoyunun da olası Öcalan çağrısından beklentileri var. Kürt tarafı Öcalan’dan silahlı mücadelenin sona ermesi ve PKK’nin kendini feshetmesi gibi bir çağrının gelebileceğini düşünüyor ancak, çağrının bununla sınırlı olmayacağını da en azından tahmin ediyor. Kürt kamuoyu çağrıda başka başlıkların da olacağını, Kürt sorununun çözümüne yönelik taleplerin çağrıda yer alacağını düşünüyor ve bunu bekliyor. 

Ayrıca Kürt tarafı Öcalan çağrısının asıl muhatabının PKK değil, devlet ve onun Cumhur İttifakı iktidarı olduğunu düşünüyor. 

Yani Türk tarafı PKK’ye bakarkan, Kürt tarafı da asıl olarak Türk devletine bakıyor ve onun ne yapacağını ya da ne yapması gerektiğini konuşuyor. İki tarafa, iki kamuoyuna baktığımız zaman sadece ilk birkaç başlıkta bile arada uzun bir mesafenin olduğunu ve bunu kapatmanın pek de kolay olmadığını görebiliyoruz.

Arada uzun bir mesafe, derin bir güvensizlik var ve aradan geçen bu 4 aylık zamanda bunu kapatacak bir hamle de gelmedi. Aksine kayyum atamaları, Rojava’ya yönelik saldırılar, Kürdistan Bölgesi’ndeki operasyonlar, cezaevlerindeki hak ihlallerinin ağırlaşması gibi bir dizi nedenden ötürü  ‘yeni sürece’ rağmen Kürt halkıyla Türk devleti arasındaki mesafe biraz daha açıldı, güvensizlik biraz daha derinleşti… 

Bu arada 4 aylık zaman diliminde aslında kayda değer önemli tek gelişme ise önceki gün yaşandı. Türkiye’de aylardır gündemden düşmeyen ‘’Kandil Öcalan’ı dinlemez’’ yorumlarını ters köşeye yatıran ve bu yönlü süpeklasyonları boşa çıkaran bir açıklama PKK’den geldi. PKK Yürütme Komitesi açık bir biçimde olası Öcalan çağrısına destek verdi ve, ‘’Öcalan’dan gelecek tarihi çağrıyla demokratik dönüşüm sürecinin başlayacağını’’ bildirdi.

PKK, Öcalan’ın taleplerinin kabul edileceğini, ‘’PKK ve Kürtlerin değişeceğini’’ açıkladığı bildirisinde ‘’Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türkiye’deki ortamın ve Ortadoğu’nun da değişeceği’’ ifadelerine yer verdi. Aynı açıklamada ‘her şeyin bir çağrı ile değişmeyeceği’ mesajı da – özellikle- verildi.

Türkiye’de 40 yıllık çatışmalı sürecin sona erebileceği ve demokratik- sivil mücadelenin temel alınacağı yeni bir sürecin başlayabileceğini PKK açıklamasından bir hafta kadar önce Youtube kanalımdan kamuoyuna duyurmuştum. Benim Kürt siyasetinden edindiğim izlenim buydu.  Kürt hareketi silahlı mücadeleyi sonlandırmaya, ‘demokratik dönüşümü’ esas alan yeni bir yapılanmaya hazır görünüyordu. Önceki gün PKK’den gelen açıklama ile bu karar kamuoyuna duyuruldu. Muhtemelen kısa erimde şayet PKK’nin de belirttiği gibi Türkiye’de, ‘darbesel bir müdahale olmaz’ ise Öcalan’dan çağrı gelecek, kabul görecek ve ‘demokratik dönüşümü’ temel alan yeni bir sürece girilecek. 

Ne var ki Türkiye’deki egemen yaklaşımın aksine her şey burada, bununla bitmeyecek. Aksine Öcalan, PKK ve Kürt bileşenlerine rağmen adı belirsiz bu sürecin ilerlemesi pek mümkün görünmüyor. Öcalan’ın yapacağı çağrı ve PKK’nin atacağı adımların belki de en hayırlı yanı bunu bir kez daha bütün çıplaklığıyla herkese göstermesi olacak. Kürt tarafı silahlı mücadeleyi sonlandıracak ve sorunun demokratik- siyasal yöntemlerle çözümüne fırsat sunacak ama korkarım ki ve yanılmayı da çok isterim ki her şey orada kalacak..

Aslında PKK bu açıklamasıyla kendisine kurulmak istenen tuzağı bozmuş oldu. Topu devletin ve hükümetin sahasına sürerek sorumluluğu olması gereken yere; karşı tarafın boynuna bıraktı.

Zira, devleti ve hükümetiyle Türk tarafı sürece -kabaca- şöyle yaklaşıyordu; ‘’Öcalan bir çağrı yapar, PKK de gelir teslim olur, böylece sorun hallolur’’(!) Ya da ‘’Öcalan bir çağrı yapar PKK bunu reddeder, böylece bize de tıkanmış bu şiddeti yeniden tırmandırma fırsatı doğar’’(!) Yanılıyor olabilirim devletin ve iktidarın yaklaşımı böyle. En azından Kürt tarafındaki algı bu… 

Devlet iktidarının yaklaşımında sorunun barışçıl- demokratik çözümü yolunda bir değişim görünmüyor. Kaldı ki karşı taraf ‘Kürt sorunun çözüldüğünü’’ (!) sadece ‘terör sorununun’’ olduğunu düşünüyor. Bundan kurtulmanın (!) zamanı geldiğini düşünüyor ve bu amacı doğrultusunda bütün tuşlara birden basıyor…

Koşullar özellikle de Ortadoğu’daki yeni dönem Türk devletini tedirgin ediyor. Kürtleri bir biçimde kontrol altında tutması gerektiğini yoksa çözüleceğini; en azından bu ihtimalle karşı karşıya kalacağını düşünüyor. Türk devleti Kürtleri demokratik – eşitlikçi- özgürlükçü bir siyasal çözümle yanına almayı değil, baskı, hile ve dayatma kontrole almayı,‘biat’ ettirmeyi amaçlıyor.

Dolayısıyla evet; savaş duracak, Kürt tarafı demokratik siyaset için adımlar atacak, imkanlar sunacaktır ancak, Türk devleti ve hükümeti geçmişte olduğu gibi adım atmayacaktır ve bence bu haliyle zaten istese de adım atamayacaktır. Çünkü demokrasi ve barış yolunda atılacak her adımın devlet ve hükümet açısından sonuçları çok ağır olacaktır. Onlar için asıl ‘beka’ sorunu o zaman başlayacaktır.

Şöyle ki; Türkiye’nin yeni merkezi devlet sistemi ve siyasal rejimi son 10 yılda Kürtlerle savaş ekseninde inşa edildi. Dolayısıyla olası bir demokratik çözüm bu tek adam rejimine dayalı devlet sistemini ve Türkiye’nin iç siyasal dengelerini çözecektir. Demokratik çözüm devlet sistemi ve yeni İttihatçı rejimi tasfiye edecek, Türkiye’nin iç dengelerini kökten değiştirecektir. Durum buyken devletin ve hükümetin isteyeceği en son şey de bu olsa gerek. Kaldı ki Erdoğan ve Bahçeli ikilisinin attıkları her adım, yaptıkları her şey yeni devletin oturmasına ve rejimin kalıcılaşmasına yöneliktir. Kürtlerden istenen ise bu rejime biat etmektir. İstenen özünde ‘yerli ve milli’ bir Kürt hareketidir. O da bu konjonktürde mümkün değildir.

Öte yandan PKK’nin savaşı durdurması elbette önemlidir ve olumlu sonuçları olacaktır. Tıkanmış ve tüketen savaş siyaseti gelinen aşamada Kürtlere zarar vermekte ve onların kazanımlarını riske etmektedir. Türk devleti nezdinde bir karşılığı olmasa bile ( koşullar Türk devletini şimdi olmasa bile yakın erimde karşılık vermeye mecbur edebilir) bu hamle Kürtlere hizmet edecektir.

En azından bu hamle ile birlikte bir çatışmasızlık dönemi yaşanabilirse ki bence Ortadoğu’nun yangın yerine döndüğü günümüzde Kürtler ve Türklerden istenen budur; bu sağlanırsa bu zemin üzerinden geleceğe doğru -düşe kalka da olsa- yol alınabilir. Dolayısıyla günümüzde çözümden çok öncelikli olarak bir ‘çatışmasızlık’ sürecinin hayat bulması, ‘sükunet’in sağlanması gerekiyor. Bu aşamada bu kadarının bile çok kıymetli olacağını düşünüyorum

Son olarak: Türkiye’nin Kürt meselesi doğası gereği bölgenin Kürdistan sorununun içindeki bir meseledir. Dolayısıyla meselenin ne olacağını bölgedeki savaş ve bölgenin yeniden yapılanmasındaki rekabet  belirleyecektir. Küresel ve bölgesel güç odaklarının çıkar çatışmalarının giderek şiddetlendiği Suriye, Irak ve İran’ın ‘çözülme’ sürecine girdiği, Türkiye’nin krizlerinin derinleştiği bu dönemde uluslararası bir mesele haline gelmiş Kürdistan sorununun çözümünde ise kim ne derse desin bir kez daha ‘dış dinamikler’ belirleyici olacaktır. Artık ‘makus talih’ mi dersiniz, ‘lanetli kader’ mi orasının bilemem ancak, bölgenin yeni dizayni sürecinde Kürdistan da yeni küresel dengenin ihtiyaçları temelinde şekillenecektir.

100 yıllık bir zaman diliminde kendi çözümlerini üretmeyen Türk ve Kürt tarafı gelinen aşamada, ‘dış çözüme’ zorlanmaktadır ve bundan kaçmak mümkün değildir. Bahçeli’nin öncülük ettiği 1 Ekim süreci de bununla bağlantılı olarak gündeme gelmiştir. Devlet ‘dış çözümü’ engellemeye yönelik bir girişim peşindedir ancak, mevcut zihniyeti ve pratiğiyle bunu başarması imkan dahilinde değildir. Ayrıca bölgedeki kaostan ne tür bir sonuç çıkacağını; Ortadoğu’nun, Türkiye’nin ve Kürdistan’ın gelecekte nasıl şekilleneceğini bugün kestirmek de kolay değildir. 

Elbette Türkler ve Kürtler bu belirsizlik aşılıncaya kadar çatışmadan uzak durabilir, kendi aralarında ve aynı göz hizasında konuşabilir ve bunu kalıcı hale getirebilirlerse bölgedeki kaostan çıkabilecek olumsuz seçenekleri birlikte önleme şansını elde edebilirler ki bu kadarı çok kıymetlidir ve bu kadarı için bile denemeye değerdir…

İlginizi Çekebilir

Amerika’da aşı olmadığı için ordudan atılan personel görevine geri dönebilecek
Zelenski:  Avrupa ordusu kurulmalı

Öne Çıkanlar