Bugünlerde dünyanın nabzı NATO Zirvesinin yapıldığı Brüksel’de atıyor. Son birkaç yıldır türbülansta olan NATO’nun gelecek 10 yılı masada. Donald Trump döneminde ciddi güç yitiren NATO’nun işlevi 79 madden oluşan sonuç bildirisiyle yeniden tanımlandı.
NATO Zirvesini Türkiye için ayrıca daha bir önemli kılan, ABD seçimleri sonrasında uzun süredir beklenen Başkan Joe Biden’ın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile bu zirve sırasında görüşmesi oldu.
Erdoğan’ın, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, İngiltere Başbakanı Boris Johnson, Almanya başbakanı Angela Merkel, Hollanda Başbakanı Mark Rutte ve Yunanistan Başbakanı Kiriyakos Miçotakis ile de ikili görüşme dış politikadaki sıkışmışlığı rahatlatma çabası hafife alınamaz.
Anlaşılan başkan Donald Trump ile kan uyuşmasının getirdiği avantajla rahat sürdürülen ilişkilerin, yeni başkan döneminde aynı rahatlığa sahip olmayacağı çok açık. Dış politika sorunlarıyla ciddi başı ağrıyan ve sıkışan Türkiye’nin makas değişikliği göze çarpıyor.
Zirve öncesi yetkililer; iki liderin görüşmesinde Türkiye, ABD ilişkilerini ilgilendiren tüm konuların ele alınacağını açıkladılar. Bunları; Afganistan, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve S- 400 konu başlıkları ve bölgesel gelişmeler hatta 24 Nisan Ermeni soykırımı olarak kamuoyuna yansıtılmıştı.
Toplam 48 dakika süren bir görüşmeden bütün bu başlıklarda ele alınmasının ve sonuçlandırılmasının imkansızlığı ortadaydı. Cumhurbaşkanı çevresinin yaratılmak istediği beklentiye uygun bir sonuç çıkmadığı toplantı sonrası iki liderin açıklamasından çok net anlaşılıyor. Bunun değerlendirmesini sonraya bırakalım. Zaten NATO toplantısının ve ikili görüşmelerin sonuçlarının bütün boyutlarıyla ve yönleriyle açığa çıkmasının zamana ihtiyacı var. Şimdilik top taca atıldı.
Bu yazıda NATO Zirvesi öncesinde Ankara’nın Trumpcılıktan”, “Bidenciliğe” geçişte masaya sürdüğü Afganistan’a asker gönderme önerisi üzerinden durmak istiyorum. Bu Türkiye’nin içine yuvarlandığı çukurun çok açık ve somut göstergesi.
Afganistan’a daha fazla asker
Türkiye dış politikada abandone olmuş bir durumda. Bidenciliğe adapte olma öncesinde, Mavi Vatan, Doğu Akdeniz ve S-400 konularında başarısızlığı açığa çıktı. Muhalefetin politikalarının ise ne olduğu bilinmiyor, alternatif politikaları olduğu da çok meçhul. İktidar, NATO’ya Afganistan’a asker gönderme önerisi yapıyor. Irak Kürt Bölgesel Yönetimine bağlı yerlerde bir dizi egemenlik ihlaline yol açan yeni siyasi ve askeri operasyonlar yapıyor. Muhalefet, bütün bunlara ilişkin sıradan bir itiraz cümlesi dahi kurmuş değil.
Ankara savaş ve çatışma bataklığında yüzmekte sınır tanımıyor. Askeri gücünü pazarlıyor. Bunu siyaset sanıyor. Ülkedeki muhalefet ise bu konuları duymazlıktan geliyor. Bunun nedeni ne olabilir? Milli politika aldatmacası bu olsa gerek. Üstelik Taliban’ın, Türkiye’nin bu konudaki önerilerini reddettiği, yani çatışma ve ölüm olasılığının arttığı koşullarda.
ABD Başkanı Joe Biden, Afganistan’dan askeri güçlerin çekilmesi işleminin 11 Eylül saldırısının yıldönümünde tamamlanacağını duyurdu, sonrasında Türkiye taşeronluğa aday oldu.
Türkiye halihazırda Afganistan’da 500 askerle yer alıyor. ABD askerlerinin çekilmesi sonrasında, Türkiye askerleri kalırsa, asker sayısının çoğaltılacağı görünüyor. Bunun için savunma Bakanı Hulusi Akar “şartları olduklarını” açıkladı. Bunları “siyasi, mali ve lojistik destek” biçiminde sıraladı. Pentagon Sözcüsü John Kirby “havaalanındaki güvenliğin, uluslararası diplomatik varlığın sürdürülebilmesi için önemli olduğunu” açıkladı.
Bugünkü Afganistan, Amerika’nın eseri. 11 Eylül saldırısının yaşattığı şokla, Türkiye’nin de dâhil olduğu uluslararası koalisyonu arkasına alarak bu ülkeyi işgal eden ABD, şimdi çekiliyor. Tabii devirdiği Taliban’a iktidar yolunu açacak bir anlaşmayla.
NATO ve ABD için paha biçilmez bir teklif, fakat Türkiye’nin talepleri karşılanabilir mi bilemeyiz. Zaten burada önemli olan Türkiye’nin Afganistan’da bekçilik önerisi, üstlenmek istediği misyon ve buna karşı sessizlik.
Hükümet, Türkiye’yi ciddi bir belaya bulaştırırken izni Beyaz Saray’da arıyor. Taliban, hâkimiyetini güçlendirmek için her gün saldırılarını artırıyor. 20 yıldır yenilemeyen Taliban güçlerine karşı silah kuşanmaya niyetlenmek hiç akıl kârı bir iş değil. BM verilerine göre vilayet merkezlerinin tamamı hükümetin kontrolünde ama ülke topraklarının genelindeki üstünlük Taliban’da. Soru şu; bu duruma rağmen iktidara itiraz etmeden nasıl muhalif olunuyor? Hükümet, ABD’nin dış politika öncelikleriyle çakışmasıyla veya Afgan halkıyla kardeşlikle avunabilir, ya muhalefete ne oluyor?
Irak Kürt Bölgesel Yönetim bölgesinde ne oluyor
Aynı soru Irak Kürt Bölgesel Yönetim topraklarında gerçekleştirilen siyasal ve askeri operasyonlar için de geçerli. Birleşmiş Milletler himayesindeki Mahmur kampına yapılan askeri operasyonun hukuksuzluğu ve kapsamı, Türkiye’nin hiçbir sorununun çözümüne hizmet etmiyor. Bunu yılların deneyiminin göstermesine rağmen, konu dahi edilmiyor. Terör ile mücadele bahanesinin ardından nereye sürüklendiğini bilmeyen bir muhalefetle karşı karşıyayız. Keza Kürt siyasal güçleri arasında çatışma çıkarma amaçlı girişimleri ve gelişmeleri, muhalefetin ve sivil toplumun sorun etmemesi, izah edilebilecek bir konu değildir. Kürtler arası çatışmayla, Kürtlerin siyasal etkisinin zayıflatılacağı beklentisiyle hareket etmek yanlış ve çıkmaz bir yoldur.
Her türlü çatışma ve savaş gerçeği öldürüyor, ahlaksızlığı derinleştiriyor. 21.yüzyılda bunun farkında olmayan bir muhalefet ve sivil toplum, muhalefet ve sivil toplum sayılmaz.
KDP’nin iç çelişkilerini ve YNK-KDP arasındaki gerilimleri değerlendirerek geliştirilen bu politikalar, sonuçta Kürt siyasal güçlerini zayıflatır, ancak aynı ölçüde bölge sorunlarını da derinleştiren ve kalıcılaştıran sonuçlar üretir. Türkiye, sorunlarını palyatif tedbirlerle öteleme siyasetiyle idare etmek durumundan çıkamaz.
Türkiye’nin son birkaç yıldır sınır dışındaki faaliyetlerine uluslararası camianın istekli veya isteksiz rıza göstermesinin, konjonktürel bir yaklaşım ve tutum olduğu, çok açık bilinen bir gerçektir. Yarını olmayan politikalardır. Kürt’tü Kürt’e kırdırma siyasetinin, Kürt nefretini büyütmekten bir sonuç üretemez.
Türkiye, içerde otoriter, bölgede işbirlikçi olmak yerine; içerde demokratik, bölgede emperyalist saldırgana direnerek güçlü bir ülke olabilir.