Hakan Tahmaz: Sarayı yolcu etmek işin kolay kısmı

Yazarlar

“İktidara itiraz eden hiç kimsenin, hiçbir kesimin temel haklarının hiçbir güvencesi kalmadı. Artık tüm temel haklar, özgürlükler iktidar ve destekçileri için geçerli ve korunaklı.” 

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilişinin 74. yıl dönümünde hak ihlalleri ülkemizde her boyutu ile zirve yaptı.

Geçen hafta ortasında dünya kenti İstanbul’un belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ve İstanbulluların en temel insan haklarından biri olan seçme ve seçilme hakkını hükümsüz kılan bir yargı kararı alındı. Hukuksuz ve siyasi bir müdahale girişiminin tartışması ve tepkileri, uluslararası kamuoyunda yaygın biçimde sürüyor.

Hafta sonu pazar günü ise hasta ve infazı yakılan mahpus yakınlarının İstanbul Kadıköy’de yapmak istediği basın açıklamasını engelleyen İstanbul polisi, HDP milletvekili ve İstanbul İl Eş Başkanı Ferhat Encü’ye tokat attı, sokak ortasında fiziki saldırıda bulundu, şiddet uyguladı.

İstanbul valisi, HDP il eş başkanı Ferhat Encü’ye tokat atan polis hakkında soruşturma başlatıldığını duyururken, Encü’nün polise ağır tahrikte bulunduğu hükmü de kamuoyuna duyuruldu.

Dün ise il eş başkanına fiili saldırıyı kınamak için basın açıklaması yapmak isteyen HDP Eş Genel Başkanlarından Pervin Buldan’ın Kadıköy ilçe binasından dışarı çıkması engellendi. Diğer Eş Genel Başkan Mithat Sansar’ın ilçe binasına girmesine izin verilmedi, partililer polis ablukasına alındı. 

10 Aralık insan hakları haftası nedeniyle, insan hakları ihlalleri konusunda yayınlanan uluslararası ve yerel sivil toplum örgütlerinin raporlarının hepsinde ve her konu başlığı sıralamasında, Türkiye 190 ülke arasında olumsuz anlamda ilk sıralarda, zirveye tırmanmış durumda.

Az kaldı, yakında polisler İstanbul’da 1991 yılında olduğu gibi “Kahrolsun İnsan Hakları“ yürüyüşüne benzer bir eylem yapabilirler. Protesto kortejinin en önünde de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve kadrosunu görmeye hazır olmak gerek.

1991 yılında meslektaşlarının ölümünü gerekçe gösteren özel tim, terörle mücadele ve asayiş mensubu polisler, silahlarını havaya kaldırarak ve bozkurt işareti yaparak yürüyüş yapmışlardı.

1991 yılı; Doğru Yol, SHP koalisyon hükümetinin başta olduğu, zifiri karanlığın ve yargısız infazların hız kazandığı bir dönemdi. Bu dönemde Vatan caddesindeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden Sultanahmet Adliyesi’ne kadar yapılan yürüyüş ve protestoda, insan hakları mücadelesinin gelişip güçlenmesine karşı güvenlik güçlerinin tahammülsüzlüğü sergilenmişti.

İçişleri Bakanı, DYP milletvekili İsmet Sezgin’di. Yürüyüş ve protestoya, güzergâh üzerindeki insanlardan beklenen desteğin gelmemesi tartışma konusu olmuştu. Köşe yazarları, siyasetçiler yürüyüşü sorguladılar, soğuk karşıladılar.

Bugün kazanılmış temel hakların gasp edilmesi amaçlı, hak ve özgürlükler konusunda geriye gidişi hızlandıracak bir gösteri yapılsa; basından, akademiden ve toplumdan ciddi destek göreceği çok açık.

Daha da ileriye gidersek; muhalefet saflarında bile “beka ve terör kaygısı öne çıkarılarak, vatan millet edebiyatıyla” yapılacak bir polis, bekçi yürüyüşüne ve protestosuna merkez muhalefetin birçok partisi açık destek verir.

En iyi ihtimalle seçimlerde iktidarın eline koz vermemek için sessiz kalırlar. Ya millici ideolojik çizgilerinin gereğini yaparlar, ya da AK Parti’nin yarattığı korku ikliminin esiri olarak siyaset yapmaya devam ederler.

Neyse ki, Eş Genel Başkanlara yapılan muameleye karşı merkez muhalefet partilerin liderlerinin birçoğu sosyal medyadan da olsa karşı çıktı.

Ama Ekrem İmamoğlu’na getirilmek istenen yasağa karşı ses verenler, ayağa kalkanlar, HDP il Eş Başkanına yapılan muameleye karşı bir kez daha sessizliğe gömüldüler, görünmez oldular.

İktidar hak ihlalleri bakımından ülkeyi cezaevine, cezaevlerini de tabutluğa dönüştürdü. Hasta mahpuslar ihtiyaçlarını karşılayamaz durumdalar, ama doktorların verdiği “cezaevinde kalamaz” raporlarının bile iktidar için artık bir anlamı yok.

Biat etmeyen, iflah olmayan Kürd’ün, Alevi’nin, Ermeni’nin, sosyalistin, her türden ötekinin artık yaşam hakkı tehdit altında. Ancak büyük risklere göğüs germeyi göze alanlar haklarını koruyabilmekte. Bu sadece Sarayın başarısı değil, bu ülkede yaşayanların ezici büyük çoğunluğunun katkısıyla gerçekleşti.

Bozulmayan bir şey kalmadı

İktidara itiraz eden hiç kimsenin, hiçbir kesimin temel haklarının hiç bir güvencesi kalmadı. Artık tüm temel haklar, özgürlükler iktidar ve destekçileri için geçerli ve korunaklı.

Cumhur İttifakı’na zorluk çıkaran, eleştiren, biat etmeyen herkes,  vatan haini, terörist, gayri milli dinsiz, ahlaksız ve münafık olarak fişleniyor.

İktidar hakkın, hukukun, yasanın ve anayasanın sınırlarını yeniden belirledi. Türkiye melez bir yönetimle, bir çok yönden bir çok alanda melez bir toplum olma yolunda hızla ilerliyor.

Her şey Saray için söylemi anlamını yitirdi. Artık bu tam olarak Türkiye’nin mevcut siyasi ve toplumsal tablosunu açıklamaya yetmiyor.  Durumu “Bütün dünyada sağ dalga yükselişte, otoriter yönetimler iktidarda” gibi basmakalıp sözlerle izah etmenin de inandırıcılığı yok.

Yanı başımızda iki ayı aşan bir süredir devam eden İran’daki sivil direniş bunun göstergesidir. Türk toplumu devlete, muktedire itaatkâr bir kültürel geleneğe sahip.  İnsanların itiraz etme alışkanlığı  davranış kalıbı yok denecek kadar az ve yaygın değil.

Şimdi buna AK Parti’nin toplumu kutuplaştırıcı siyaset yapma tarzı ve anlayışı da eklendi. Bu durum ülke insanının ve Türk toplumunun insan haklarına, özgürlüklere, siyasi ve toplumsal değerlere yaklaşımını belirliyor, davranış kalıplarında aksi yönde değişimin çok hızlı yaşanmasına yol açıyor.

Bu nedenle günahkâr Saray’dan kurtulmanın yolu aranırken, Saray’ı Saray yapan yapısal, politik sorunlar sümen altı edilerek, Türk siyasal sistemindeki tıkanıklıklar aşılamaz. Sarayı yolcu etmek, işin kolay kısmı.

AK Parti iktidarı Türk siyasetine ve toplumuna rövanşıst bir siyasal anlayış ve kültür yerleştirdi. Bu geleceğimizi de tehdit ediyor, ipotek altına almışa benziyor.

Saray’a biat eden yargı, bürokrasi, güvenlik güçleri ve devletin kurumsal yapılarının, yani son beş yılın günahkârlarının topyekûn bir dönüşüm projesi olmadan, sorunların çözümü için radikal adımlar atılamaz. İşin kolayına kaçmadan, Saray’ın el değiştirmesi ile birlikte; kültürel, siyasal değişim için kolları sıvamak ve seçim sonuçlarından bağımsız, köktenci bir toplumsal dönüşümün elzem olduğunu kabul etmek ve yola koyulmak gerekir.

İlginizi Çekebilir

Kemal Okutan: Şimdi tam HDP zamanıdır
Suna Arev: Oyy dedim sülünler duvarlarda kaldı

Öne Çıkanlar